Ülkemiz kadar her an gündemin değiştiği bir ülke yok diye düşünüyoruz ya, ben size bugün hiç de öyle olmadığını, tarihin sürekli tekerrür ettiğini ispatlayacağım. Geçen yıl 19 Mayıs’ın, bugün aynen tekrarını yaşıyoruz mesela... Bakın fark ettiğim an, ben de şoke oldum ama size ispata hazırım. Buyrun geçen sene yine bu köşede yazdığım 19 Mayıs tarihli yazımdan başlıklara bakın...
Ben sahiden şoktayım...
Büyük bayram... Ülkenin geleceği için 99 yıl önce atılmış, ülkenin geleceği gençlere adanmış bir bayram... Cumhuriyet’e giden yolda Ulu Önder Mustafa Kemal tarafından atılan ilk adım... Sonsuza kadar özgür, eşit ve bağımsız olmak için başlatılan büyük mücadele... Bugün, hala sürüyor mücadelemiz... Atatürk’ün izinde, bağımsız, laik, adil bir ülke hayalinde yürüyen tüm vatandaşlara kutlu olsun... (19 Mayıs ile ilgili dileklerim elbette aynı, bunda şaşırtıcı bir durum yok)
Bu bayramın ve gençliğin iki anlamını da hiç unutmamak gerek;
- Ülkeyi, gelecek nesillere emanet edeceğimize göre, nasıl bir Türkiye istiyorsak öyle yetiştirmemiz gerek çocuklarımızı... Biat etmeyi öğretirsek, biat ederler. Bugün kendi büyüklerine, yarın dünyanın büyüklerine... Söz sahibi olmayı değil, söz
Bir süre önce Urla’ya bir yeme-içme gezisine gittim. Usla yemek Akademisi ve sacred7 ev sahipliğinde, bağları, bahçeleri ve zeytinlikleri ziyaret ettik. Elbette öncelikle söylemeliyim ki, Urla benim çocukluğumda bıraktığım çehresinin epey ötesine geçmiş. Gerek yerel, gerekse yöreye özgün malzemelerle harmanlanmış gurme lezzetler konusunda, müthiş mekanlar açılmış.
Kışa kadar muhakkak bir küçük kaçamakla uğrayın. Bu arada hayatımda ilk defa ‘zeytinyağı tadım atölyesi’ne katıldım. Öyle ekmeğe banarak değil; baya yudumlayarak test ediliyor yağlar ve iyi bir zeytinyağı alıcısı olmak için epey bilgi ediniliyor. Ben de şimdi, Hiç Zeytinyağı Ormanı’nın kurucusu ve zeytinyağı tadım uzamanı Duygu Özerson Elekdar’dan öğrendiğim bilgileri paylaşıyorum sizinle. Zeytinyağı deyip geçme ve ambalaj tuzaklarına düşme!
Öncelikle, zeytinyağı
bir meyve suyu olarak
tarif ediliyormuş.
Şişenin üzerine ‘soğuk sıkım’ yazılması, bir aldatmacaymış. Zaten sıcak sıkım olmazmış. Elbette yapanlar varmış ama o zaten zeytini telef edip, ortaya berbat bir ürün çıkarmakmış. Zeytinyağı ancak soğuk sıkım olarak çıkarılırmış.
Avrupa Birliği Düzenlemeleri ve Uluslararası Zeytin Konseyi’ne göre, zeytinyağları
Anneler Günü’müz kutlu olsun... Geçen hafta pazar günü yazımda, bu çok özel günü kimse atlamasın diye anlam ve önemini anlatan, anneleri hoşnut edecek ve etmeyecek alternatiflerle ilgili detaylı bir yazı yazmıştım. Hala atlayanlar varsa lütfen internet sayfasına göz atsın. Bugün bana düşen, tüm annelerin Anneler Günü’nü kutlamak ve annem ve kızımla bir arada, daha nice yıllar için dua etmek... İyi ki... Anneciğime de bu satırlar vesilesiyle teşekkürü borç bilirim, iyi ki beni sağlam öğretilerle yetiştirmişsin; işte size annemden bana, benden kızıma, bizim evin anne nasihatleri...
“Her zaman öğren”, “Yenilikleri takip et”, “Elalem lafına göre yaşama”, “Herkesin fikrini dinle ama sonunda kendi aklının sözünü dinle”, “Her zaman kendini savun, hiçbir saldırıyı sineye çekme”, “Sakın kendini kimseye ezdirme”, “Karşındakinin mevkii ne kadar yüksek olursa olsun, kendine saygısızlığa müsaade etme”, “Ayaklarının üzerinde dur, ekmek paranı kazan”, “Hiç bir erkeğin hayatına müdahale etmesine müsaade etme”, “Erkek olduğu için birinin üstünlük taslamasına izin verme”, “Sana değer veren insanlarla ol”, “Kıymetini bilen bir adamla aile kur”, “Tek başına bakabileceğinden emin olunca çocuk doğur”,
Zihnim hallaç pamuğu...
Biliyorum çoğunuzun öyle... Şizofren bir uçurumun
kenarında sek sek oynuyorum.
Bunu yazarken bile, üç gün sonra beni şizofren olmakla itham eden birileri çıkabileceğine dair şizofren bir paranoya yaşıyorum mesela. Çember dönüyor, üzerinde zıplıyorum. Ne zaman nereye düşerim, artık onu da bilmiyorum.
Bu ülkenin yolu hiçbir zaman yokuşsuz olmadı. Coğrafyamız bu, yapacak bir şey yok, ne demiş yüzyıllar öncesinde İbn-i Haldun; “Coğrafya kaderdir.” Bir şehrin seçimlerini bile geride bırakamadığımız şu günlerde, kaderimizle sınav veriyoruz hep birlikte. Mesele, Ahmet, Mehmet, Süleyman değil ki; Ayşe’nin adı zaten hiç olmadı ülkemde; mesele halk sözünün yerle yeksan edilmesinde... Mantık almayınca işte, yürek kaldırmıyor; sorulacak soru çok da su serpecek bir cevap yok!
Başka dert olmasın!
Oysa, ülkemizin ekonomisini tsunami ortasına atan kararlar açıklanmak üzereyken, dünya gündemi iki olay takibi arasında bölünmenin ‘ızdırabı’ içindeydi! Bir yandan Düşes Meghan, Kraliyet’e oğlan bebek doğuruyor, öbür yandan modanın büyük şovu MET Gala gerçekleşiyordu. Olacak şey değildi yani! Ne diyelim, Allah başka dert vermesin!
Bir kamu hizmeti olarak, sürekli karıştırılan Anneler Günü ve Babalar Günü hatırlatması yapmayı, borç bilirim. Bununla da kalmayıp, hem bir anne sıfatıyla kendimin hem de annemin ve çevremdeki her kesimden pek çok annenin, bu özel günden beklentileriyle ilgili tavsiyelerini paylaşıyorum sizinle... Olası bir kalp kırıklığı ya da burun kıvrılmasıyla karşılaşmamak için rica ediyorum, bu isteklere kulak veriniz ve bu iyiliğimi de lütfen unutmayınız...
- Öncelikle sakin olun, Anneler Günü ‘bugün’ değil! Haftaya pazar günü. Ne hikmetse, bu günler sürekli karıştırılıyor. Yeri gelmişken hemen hatırlatayım, Anneler Günü mayısın ikinci, Babalar Günü ise haziran ayının üçüncü pazarı... Anlaşıldığı gibi günler sabit değil. Bu sene için tarihleri hatırlatmak gerekirse, 12 Mayıs Anneler, 16 Haziran Babalar Günü, lütfen not edin. Sonra, “Aa bu pazar mıydı, ben haftaya sandım” demeyin!
- Anneler Günü, özel bir gündür, lütfen taklitlerinden sakının. Anneyim diye demiyorum ama rica ederim Babalar Günü ile bir tutmayınız. Elbette ki babalarımızı seviyoruz ve bizim için çok önemli, sözüm lütfen yanlış anlaşılmasın. Ama kabul edelim ki Babalar Günü, biraz kıskançlık olmasın derdiyle icat edilmiş,
Benim Konya ile ne kadar içli dışlı olduğumu bilen bilir... Mevlana dostluğuyla başlayan bu yakınlık, yıllar içinde bir sahiplenmeye dönüştü. Ben Konya’yı, Konya da beni sahiplendi. Öyle ki yakında fahri hemşerileri olursam, şaşırmam. “Dost acı söyler” demişler, ben de her ziyaretimden sonra özellikle de Mevlana Türbesi ve Şeb-i Arus etkinlikleri hakkında gördüğüm eksiklikleri dile getirmeyi borç biliyorum. Ve daha sonra da gelişmeleri takip etmeyi ihmal etmiyorum.
Aralıkta yine 10 yılı aşkın süredir aksatmadan yaptığım gibi Şeb-i Arus etkinlikleri için Konya’daydım. Ve o tarihte ziyarette olan tüm gönül dostları gibi, ben de büyük hayal kırıklığına uğradım. Başta Mevlana Hazretleri’nin sandukasının bulunduğu bölüm olmak üzere, nerdeyse tüm Konya restorasyondaydı ve ziyaret alanlarının en can alıcı bölümleri hep kapalıydı. Türkiye’nin, hatta dünyanın dört bir yanından gelen insanlar hüsrana uğramıştı. Elbette sitem etmekten geri kalamazdım. Şeb-i Arus dönemi, sürpriz olarak gelmiyordu kuşkusuz, tarihler belliydi. O zamana kadar çalışmaların bitirilmesi, en azından en can alıcı ziyaret noktası olan Mevlana, oğlu ve babasının sandukalarının bulunduğu bölüm tamamlanmalı ve halka
Fenerbahçe, üst üste beşinci kez Avrupa Şampiyonluğu için Final- Four’da... Bulutların üzerinde gibi... Rüya gibi... Teşekkürler Fenerbahçe... Tüm takım oyuncuları ve yaşayan efsanemiz koç Obradovic, yine tarih yazıyor. İnanıyorum ki bir kez daha o kupa ülkemizin olacak. Fenerbahçe, CSKA Moskova’dan sonra, Final-Four’a üst üste en çok çıkan takım oldu EuroLeague tarihinde. Kariyerinde 18 kez dörtlü final için mücadele eden Obradovic de, böylece üst üste beş kereyle kendi kariyerinin en uzun serisini yakalayarak, Fenerbahçe ile bir ilke imza atıyor. Obradovic’in heykelinin dikilmesi, tüm Fenerbahçe taraftarlarının, hatta Türkiye’deki basketbolseverlerin dileği; dilerim bu sezon sonu kupayla birlikte onun heykeli de Kadıköy topraklarında olur. Lig başladığından beri, sosyal medya hesaplarımda aynı dileği tekrar ettim; umarım, bu sene ilk üç kürsüsünde, iki Türk takımı birden olur... Türk Hava Yolları’nın ana sponsor olduğu bir Avrupa Kupası’na da bu yakışır. Haydi Fenerbahçe haydi Anadolu Efes... Kalbimiz sizinle...
İLGİMİ ÇEKEN, GEREKÇESİ...
Bette Davis ile ilgili 7 Aralık 1938 yılına ait bir ‘New York Times’ haberi gözüme takıldı. Hollywood’un efsane oyuncusu Davis ve müzisyen
Sıkça, beraberinde getirdiği itirazlarla, yeniden gündeme geliyor bu sonradan uydurma söylem! Siyasiler, inatla bunu bir deyim haline getirmeye çalışıyor. Tiyatrocular da bıkmadan, usanmadan itiraz ediyor. Geçtiğimiz günlerde bir gazetenin manşetine sıçradığını görünce, ‘tiyatro’nun sahtekârlık, düzenbazlık ve yalancılık gibi kelimeleri karşılamak için kullanılamayacağını, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık biz de... Mevzu anlaşılmış mıdır? Hiç sanmam! Bunu anlayabilmek için, önce tiyatronun anlamını herkesin kendi hayatında bulması gerekir. Belli ki daha çok karşımıza çıkacak; siyasilerin hile ve riyasına karşılık olarak kullananlar... Olsun, bıkıp usanmadan anlatırız biz de...
Karıştırmamalı
Tiyatrocuların, ‘tiyatro’ kavramını, sahtekârlık, düzenbazlık, dolandırıcılık gibi durumları tarif etmek için eş anlamlı olarak kullananlara itirazı, bir alınganlık ya da yeni yetme tabirle ‘duyar kasmak’ değil. Memleketin her alanına sinsice yayılan ‘dezenformasyon’ halini önleme çabasıdır. Her kavramın içini boşaltarak, anlamını kaydırarak ve kasıtlı cahilleştirme gayretine bir itirazdır. Yoksa, mesela bir dizide hemşire rolü, kötü karakterli çizildi diye ayaklanan ve bir kişiye ait