Bahçeye, çam ağacının yanına özenle yerleştirdiğim tavuğuma baktım önce. Sonra zeytin ağacının dibindeki kaz yavrusuna ve az ötede yaseminin dibindeki tavşana... Öyle büyük sanmayın bahçeyi. Bu kadar çeşit hayvanı alacak kadar büyük değil. Zaten bu saydığım tavuk, kaz yavrusu, tavşan da gerçek değil. Hani şu yol kenarlarında görüyorsunuzdur. Kireçten yapılmış minik hayvan figürlerinden söz ediyorum. Ama gerçeği kadar sevimli ve capcanlı duranlardan.
Ben bahçede, yapma tavuğuma, tavşanıma, kaz yavrusuna bakarken çocukluğumu düşündüm... Anneannemle dedemin yanına yaz tatillerinde gittiğimde, kasabadaki çocuklarla salyangoz toplardık. Salyangozları hurdacıya sattığımız günleri düşündüm. Salyangozları bulmanın ipuçlarını çocuklardan öğrenmiştim. Taşların üzerinde sümüklü böcek de dediğimiz kabuklunun bıraktığı yaldızlı sıvının izi sürülürdü önce. Ve mutlaka yakınlarda bir yerlerde parıldardı kabuğuyla birlikte. Yanındakilere bulduğunu çaktırmadan, çabuklukla uzanırdı eller taşa yapışmış böceğe. Sonra biz topladığımız salyangozları, hurdacıya götürürdük. Bir torba salyangozdan ancak 5-10 kuruş kazanırdık. Küçücük bakkal dükkanına doluşur, en fazla iki sakız alabilirdik o parayla da. Biz taşların arasında salyangoz izi sürerken, farkında olmadan nasıl da yakınlaşmıştık hayatın anlamına. Biz çocuktuk ve tarih, 1980’leri gösteriyordu. Başka zamanlarda da kirpilerle, kuşlarla, kaplumbağalarla, böceklerle öğrenmiştik hayatı. Bugün üzerinden tam 28 yıl geride kalmış olacak. 12 Eylül’den ve 1980’den...
* * *
Ve şimdi bahçedeki bu kireçten, ama bir o kadar da insanın gözünü sahiciymiş gibi aldatan tavuğa, tavşana, kaz yavrusuna bakarken nasıl da uzaklaştığımın farkına varıyorum öğrendiklerime. 7-8 yaşımda bu kadar yakınken gerçeklere, bu yaşımda bir o kadar uzağım ta kendisine. Ya çocuklarımız? Onlara yapma heykelciklerle öğretiyoruz hayatı. Bizim bir zamanlar yakın olduğumuz ne çok duygunun farkında değiller. Ne çok gerçeğin varlığından bile haberleri yok işte. Ben bahçede dalıp gitmişken “Umuda Ezgi”nin “Örgütlemişler Bahar”ı da geldi aklıma. Ve üniversite yılları... “Örgütlemişler Bahar”ı sözleri ve ezgisiyle insanı geçmişe götürüp orada uzunca bir süre bırakan bir şarkı. İşte böylece geçmişe gittim, çocukluktan liseye, üniversiteye ve birkaç gündür de kaldım oralarda.
“Unuttum adlarını neydi Özenç miydi
Hıdır mıydı yoksa Lale mi
Unuttum adlarını neydi
İlyas mıydı Soner miydi yoksa Nergis mi
Karanfil mi Nuray mıydı yoksa Eren mi
Örgütlemişler canım baharı”
Umuda Ezgi Müzik Topluluğu 1989 yılında Nihat Aydın ve Yavuz Bingöl tarafından İzmir’de kuruldu. Kitlelerle ilk tanışması “Gün Işımış” albümüyle ve “Atmacalar”la 1990 yılında gerçekleşti. Daha sonra ismini Umuda Ezgi olarak değiştiren grup, 1991 yılında “Örgütlemişler Baharı” albümünü yaptı. Bu albümleri sırasıyla “Ateş Dağları Sarmış” (1993) ve “Onların Türküsü” (1995) adlarıyla üçüncü ve dördüncü albümleri izledi. Umuda Ezgi, 1995 yılından itibaren tam beş yıl bekleyerek beşinci ve son albümleri olan “Savrulma Düşlerim”i (2000) yaptı.
* * *
Yarın akşam Fuar Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konserileriyle 20. Sanat Yılı’nı kutlayacak olan Umuda Ezgi, internet sitesinde kendilerini şu sözlerle ifade ediyor: “Müziğiyle kendini ifade ederken, aynı zamanda yaşadığı çağa tanıklık edebilmeyi ilke edinen bir yol benimsemiş ve bunun gereğini yerine getirme uğraşısını vermektedir. Kaçınılmazdır ki, bu zorlu bir yolculuktur. ”
Yarın akşamki konserde Teoman, Onur Akın, Volkan Konak, Suavi ve Yavuz Bingöl de olacak. Hayat bu kadar suni dönerken etrafımızda, umuda ezgilerle, 28 yıl sonra yaşadığımız o günlerden unnutuklarımızı anımsarız belki, kimbilir?