Protesto zamanı!

25 Mayıs 2010

CANINIZ isyan bayrağını açmak; dişli, hem de içinde bulunduğunuz kitleyi “derin”den etkileyecek bir itiraz ve muhalefet hareketi yapmak isterse en iyi yol protestodur. İnsan her şeyi protesto edebilir. Protesto ederken de en önemli şey, yaptığınız eylemin etkili olmasıdır. Etkili olmak için en iyi yol ise ilginçliğidir.
Benim de bazen içimden kuvvetli protestolar yapmak gelmiyor değil. Kimi zaman yaptığım küçük protestolar çok ilginç olmadığı için sanırım etkili de olmuyor. Ama yine de protest bir kişiliğim vardır benim de... Belki bir gün durup durup da yılların birikimini ben de etkili bir eyleme çevirebilirim? Kimbilir?
Her ülkenin kendine göre yerleşmiş protesto biçimleri de var bu arada. İlk kez gittiğim o ülkede, havaalanından şehire doğru ilerlerken bir otobüs dolusu adamın pantolon ve iç çamaşırlarını indirip, popolarını otobüs camına yapıştırdıklarını gördüğümde; “Nereye geldim?” diye korkmadım dersem yalan olur. Öğrendim ki Londra’da o yıllarda var olan ulaşımla ilgili bir sorunu protesto ediyorlarmış.
Protestocu, yerleşmiş bazı gruplar, sivil toplum örgütleri var bir de! “Greenpeace” denince, örgütün ilginç eylemleri kimin gözünün önüne gelmez ki?



Yazının Devamı

Çiçek Festivali’nde jüri olunca...

21 Mayıs 2010

“TEK taş yüzük yerine sıradan bir günde gelen gülü tercih ederim” diye yazmışım Sevgililer Günü’nde... Ne de doğruymuş... O özel gün için yapılan çoğu saçma hazırlıklara sırf inat olsun diye yazmamışım meğer... Demişim ki; “Oysa insan, özel günler dışında yapılmış inceliklerin daha kıymetli olduğunu düşünüyor bazen. Örneğin Sevgililer Günü’nde alınmış pahalı bir hediye ya da tek taş yüzük yerine, sıradan günlerde düşünülmüş tek bir gülü, bir demet çiçeği tercih ederim ben. Bir ritüele kapılmadan sadece içten gelen minik bir incelik...”
Aykırılık olsun diye değil! Önceki gün bir kez daha anladım. Çiçeklerin arasında ne kadar mutlu olduğumu... Çiçeklerin en büyük incelik olduğunu...
Narlıdere Belediyesi’nin düzenlediği Çiçek ve Gençlik Festivali’nde bir baktım demet demet çiçeklerin arasında kaybolmuşum!
Oysa birkaç saat önce “offf” kimbilir nelerin arasında kaybolmuştum?
Narlıdere, eski köy içindeki meydanda düzenlenen çiçek yarışmasında jüriydim. Önce “Çiçek severim ama ben ne anlarım ki çiçekten?” diye düşündüm ama... Birkaç küçük tüyo ile kavrayıverdim...
Gül, karanfil, gerbera, asiatik lilyum, oriental lilyum, yeşillik, glayör, biçme pat... Dizilmişler önümüze...

Yazının Devamı

Sayın Başbakan’ı bir İzmirli mi uyardı?

18 Mayıs 2010

Bu aralar çok alıp başımı gidesim var! Ayakkabıları fırlatıp tokyo terlik giymeye, hasır serip serin bir ulu çınar altında dinlenmeye, dağ taş yürümeye... Gözümü yakan güneşe, içimi soğutan serin denize, ruhumu dinlendiren bir akarsu sesine... Anlayacağınız bohça doldu... Biliyorum, herkesin öyle. Ama olmuyor. Dünyanın güzelliklerini yaşama isteğimiz, hayatın şimdilik erteleyemediğimiz gerçekleriyle hep çarpışıyor.
Hayatı belki de bu çarpışma, bu zıtlık güzelleştiriyor...
Yani yapmak istediklerimizi sonraya saklayıp; sadece şimdilik, hayal etme güdüsü... Bilemiyorum! Ama bildiğim bir şey var ki; ne bu gündem arasında koşuşturmadan kopabiliyorum ne de alıp başımı gitmeyi hayal etmekten... Olmuyor ki!
Tam “Sıra şimdi” diyorum... Pat, pat, pat, pat...! Onlarca şey düşüyor...
Bu hafta böyle düşenlerden biri de Başbakan’ın Yunanistan ve İzmir gezisi oldu.
Hem Atina’da hem de İzmir’de Başbakan ilginç tespitlere bulundu.
Bunlardan biri “Vavvvvvv!” dedirten cinstendi. Başbakan da sanırım hatasını anladı ki; havaalanında çark etmiş.

Yazının Devamı

Jennifer Lopez’in evlilikle ilgili dediğine bak(!)

14 Mayıs 2010

ÇOK meraklı olduğumuzu biliyordum... Ama bu kadar çok olduğunu tahmin etmezdim. Geçen haftadan bu yana yatıp -kalktığımız, o kasetten beter safsatalar ürettiğimiz, Deniz Baykal’ı istifa ettiren görüntülerden bahsediyorum. Evet! Yer yerinden oynamalı!
Dinlemeler, ses kayıtları, tuzağa düşürülmeler... Hepsini geçtik de artık kameraya ustaca alınma ve pişirilip servis edilmeye geldi dayandı bu iş... Nereye kadar gideceğini ise tahmin bile etmek istemiyorum.
Ama benim derdim bunları değil de, görüntüleri irdeleyenlerle. Görüntülerin kaydedildiği iddia edilen evin nerede olduğundan, kapısının nasıl açıldığına kadar yorumlayanlarla.
O yüzden ben de eksik kalayım artık. Bu kaset konusun çöpe attım.
Zaten bütün bu tartışmaların ortasında kaynayıp giden ama çok da insanca bir tartışmaya dadandık dün. Haber sitelerinden birine düşen ama pek de görünmeyen o anonsu tekrarladı arkadaşımız. “Güzel şarkıcı Jennifer Lopez, kadınlara kendilerini takdir eden ve özel hissettiren bir erkekle evlenmeleri tavsiyesinde bulundu. Kendinizi özel hissettiren erkekle evlenin.”
Pardon??? Nasıl yani?
Erkekler başladı, “Amaaan. Çiçekle böcekle kandırıyoruz biz sizi” dedi içlerinden biri. “Hiçbir

Yazının Devamı

Eşcinsellerden korkmayın!

11 Mayıs 2010

KİM bunca kini, nefreti, ağır hakareti, küfürü üzerine çekmek ister ki? Ne uğruna? Verilen isim bile bir küfürken hem de! ‘İ...’
Kim kendine eğlence için, bu lafı dedirtir ki? HİV virüsü taşıyor diye restoranlara kabul edilmemeyi, doğru düzgün bir işte çalışmamayı, mecbur kalıp canını gözden çıkarıp ara sokaklarda fuhuş yapmayı... Kim ister ki?
Merak etmeyin onlar da istemiyorlar. Cinsel tercihleri yüzünden okullarını terk etmeyi, ailelerine hasretle yaşamayı, alay edilmeyi, insan gibi bir restoranda oturup yemek yemeyi, asıl mesleklerinden para kazanmayı, koloniler halinde değil birey gibi özgürce yaşamayı elbette onlar da istiyor.
Ama biz izin vermiyoruz. Boyalı yüzlerine bakarken alay ediyoruz, yanlarından vebalıymış gibi kaçıyoruz. Alsancak’ın, Hatay’ın, Karabağlar’ın onlara ayırdığımız sokaklarından korkarak geçiyoruz, bakkalda ekmek vermi-yoruz, evini tamire gidince kapıdan geri dönüyoruz. Ama onları fuhuşa biz itiyoruz. Çünkü para kazanmak için başka çareleri yok.
Eğer bir bilgisayar mühendisi eşcinselse ve bunu gizlemiyorsa bir fabrikada işe almayız biz.
Eğer bir makina mühendisi eşcinselse işyerimizde çalıştırmayız biz.
Eğer bir tezgahtar eşcinselse alışveriş

Yazının Devamı

Bardağı, yere bırakın bugün

7 Mayıs 2010

BARDAĞI, yere bırakın bugün. Hatta bugünden sonra her gün. Yorulmuyor mu kolunuz her gün ağzına kadar dolu bardağı taşımaya? Ertesi gün.... Daha ertesi gün... Birikmiyor mu ağırlıklarınız? Taşmaya mı başladı elinizdeki? Bazen olmuyor işte. Yüklenip taşımakla olmuyor. Birikenlerden, ağırlık yapanlardan kurtulmak gerekiyor. Omuzunuza yüklenip hızlı koşmanıza, rahat yürümenize engel olan yüklerden kurtulmak hatta onları fazla taşımamak gerekiyor.
Bugünlerde çevremdeki herkesin başı ağrıyor, canı pek bir şey yapmak istemiyor. “Bahardandır” diyoruz ama... Yok değil. Bir hikayeyi okuduktan sonra anladım. Siz de de mi aynısı oluyor? O halde dikkatle okuyun bu hikayeyi...
Profesör sınıfta öğrencilere sordu:
-”Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?”
-”50gram!” .... “100gram!” .....”125 gram”.... diye öğrenciler yanıtladı.
-”Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profösör, ama, benim sorum şu ki: “Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
-”Hiçbir şey” diye yanıtladı öğrenciler.

Yazının Devamı

Balkonumdan plaj voleybolu manzaraları

4 Mayıs 2010

TATİL köylerinde, “Beach Voleeey!” diye bağıran animatörlerin arkasından, daha çok göbekli amcaların koşup turistlerle kaynaşmaya çalıştığı bir aktivite olarak bilirdik. Sıcaktan bunalmış tatilciler, denizin kenarında kumların üzerinde tepişirdi. Toz-toprak içinde kalmak sorun değildi nasıl olsa.... Maç bitti mi atla denize! Ne çok aşklar da yeşermiştir kimbilir plajdaki o kumların arasında? Plaj voleybolu eğer yanlış bilmiyorsam böyle girdi bizim hayatımıza.
Plaj voleybolu yaz olimpiyatlarına dahil edildikten sonra Türkiye’de de sahil kentlerinde popüler oldu.
Dünyada nasıl ortaya çıktığı ise hayli ilginç. Güney Kaliforniya’da popüler olmadan önce, ilk kez Hawai Dirsekli Kano Kulübü (Outrigger Canoe Club) tarafından Honolulu, Waikiki plajlarında oynandığı kaydedilmiş. Dalga olmadığı için sörf yapamayan, sıkılan sörfçüler tarafından 6 kişiyle oynanmış. En ünlü ve eski oyuncusu, Su Adamı lakabıyla, Duke Kahanamoku...
1920’de Santa Monica, Kaliforniya’da deniz üstünde oluşturulan kum adacıklarında plaj voleybolu için alanlar ayrılmış. Plaj kulüpleri kurulmuş. 1924’te kulüplerarası organizasyonla ilk plaj voleybol turnuvası düzenlenmiş. İlk önceleri 6 kişiyle dışarıda oynanan

Yazının Devamı

Huzur ne tatlı şeymiş

30 Nisan 2010

HUZUR ne tatlı şeymiş... Biraz kaybedince anladık.
Meğer ne değerliymiş. Geri bulunca farkına vardık.
Göğsümüzü kabarta kabarta nasıl da rahat, huzurlu, özgür bir şehirde yaşadığımızı anlatır dururduk. Geceyarılarına kadar gençler sokaklarda gezer, kadınlar bir semtten bir semte tek başına seyahat eder de korkmazdı bu şehirde.
Bilirdik ki suçlular ayakta uyusa bile polis uyumazdı. Suçluya göz açtırmazdı.
Sonra ne olduysa oldu... Şuurunu kaybetmiş bir adam üç günde İzmir’in huzurunu kaçırdı. Elinde bir silah, 7.65’lik mermilerle 3 genç hayatı söndürdü.
Cumartesi gecesi Balçova’da bankacı Esra Yaşar’ı vurdu... Ardından komşu mahalleden Ayşe Selen Ayla’nın da aynı şekilde öldürüldüğü haberi geldi. İşte bu ikinci cinayetle ‘seri katil’ alarmı her yeri sardı. Sokakta, okulda, işyerlerinde, kafelerde, alışveriş merkezlerinde herkesin konuştuğu tek bir şey vardı: Eli silahlı, kadınları arkadan vuran bu adam!
Genelde kadınlar ve genç kızlar panik haldeydi. Akşam programları iptal edildi. Herkes birbirine “Akşam hava kararmadan evde ol” diye tembihledi. Geceyarısı sokakta rahat rahat gezmekten korkmayan insanlar bir anda evlerine kapandı. Cumartesiden çarşambaya kadar adeta bir

Yazının Devamı