Where are we?*

25 Haziran 2010

ÖNCEKİ gün Alsancak Limanı’na lüks gemiden inen turistler, önce şaşırdılar.
“Where are we?” (Neredeyiz?) diye sordular.
Limandan Alsancak’a uzanan Kordonboyu’nun neresi olduğunu kestiremediler. Oysa tura çıkmadan önce inecekleri liman şehirlerini tek tek incelemiş, fotoğraflarına bakmışlardı. Ellerindeki İzmir fotoğrafına uymayan görüntü karşısında, kimi rüya gördüğünü, kimi kandırıldığını zannetti!
Adım attıkları şehir Venedik mi yoksa Venedik’e rakip olacak bilmedikleri bir yer miydi?
Caddenin karşısına ancak plastik bir botla geçebilirlerdi. Elbette onlar gondolu tercih ederdi (!)
Gemiden inip sadece mecburi istikamette yürüdüler. Çünkü kaldırımın kenarından akan nehiri geçme şansları yoktu. Karşı caddeye geçemeden, mecbur kaldıkları yolu yürüdüler, yürüdüler, yürüdüler...
Onlara anlatıldığı gibi Alsancak’ta lüks mağazaları aradı gözleri. Sulu ve sırılsıklam ilerlerken, “Kara göründü” dedi biri. Markaları okudular, tabelaları görebildiler. Ama ne yazık ki mağazaların içine giremediler.

Yazının Devamı

Büyükşehir’i Hatay’a taşıyalım!!!

22 Haziran 2010

BAŞIM döndü, nevrim döndü, gözüm döndü...
Nereden gittim? Hem de çilenin başlayacağını bile bile, nereden düştü yolum Hatay Caddesi’ne?
Oradan dön, oraya in.
Yok burası daha tenhadır, o yola çık.
Oraya girilmez, buraya çıkılmaz işaretlerine dikkat et!
Okları dikkatli takip et. Okları izle.
Okları kaçırmaa!!! Aklına sahip ol. Aman aklını kaçırma!!!

Yazının Devamı

Belediye otobüslerine kim çözüm bulacak?

18 Haziran 2010

KIBRIS Şehitleri Caddesi’nde hızlı hızlı giderken ve telaştan nereden geçtiğimin farkında bile değilken dona kaldım... Öylece durmuş kalmış, metal renkli kadın gerçek miydi? Heykel mi yoksa insan mıydı? Hızımı, telaşımı kesip durup baktığımda, Sokak Sanatları Atölyesi Kavuklu Hamdi Kültür ve Sanat Evi sanatçılarından biri olduğunun farkına vardım. Hayat hızla akıp giderken aslında teğet geçtiğimiz belki de ne çok şey olduğunu anlatıyordu o kadın. Bazen durup yavaşlamak gerektiğinin farkına vardırıyordu.
Hayat hızla akıp geçiyor. Koşuşturuyoruz, hızlanıyoruz. Durup nefes almıyoruz. Hayatı biraz yavaşlatmalı. Biraz sürat kesmeli. Sürat deyince...
Uzun zamandır yazmak istiyordum. Çünkü neredeyse her akşam, her sabah onlarla ilgili bir stres yaşıyorum. Yaya ya da arabada olayım; fark etmiyor. Belediye otobüsleri her an çarpıp, ezip geçecekmiş gibi çevremde dönüyor. Sadece benim olmadığını biliyorum. Bir çok sohbette “Ah bu otobüsler, korkuyoruz” diyenlerle karşılaşıyorum.
Önceki gün yine “Ah bu otobüsler” dedirten bir kaza oldu. Birileri belediye otobüslerinin hızı, dikkatsizliği, ezip geçme güdüsü ile ilgili bir şey yapmalı.
O kişi de ben değilim elbet.
Önceki kazaya

Yazının Devamı

Fotoğraf kareleri ve Ahmet Piriştina...

15 Haziran 2010

BİRİKTİRDİKLERİM çoğaldıkça, resimlere bakıp her birinin altına yazmak istiyorum... O günün hikayesini, resimdekilerin şimdi ne yaptıklarını, nereden nereye gelindiğini... En çok artık o fotoğraf karelerinde kalıp, hayattan başını alıp gidenler etkiliyor beni.
En çok onlarla ilgili yazmak istiyorum.
Bir anıda, bir fotoğrafta, bir sohbette iz bırakıp, yanımızdan ayrılanların sayısı ne kadar da çok artıyor?
Her ölüm; hayatımızdan eksilen her dost, arkadaş, akraba, tanıdık bizi de bir parça eksiltiyor. Zaman, onlarsız akıp gidiyor, günlerin ne çabuk geçtiği şaşırtıyor. Özlem artıyor. Bir bakıyorsunuz üç yıl, dört yıl, beş yıl geçmiş.
Sadece biriktirdiğiniz anılarla kalıyorsunuz. Geriye kalan sadece birlikte yaşadıklarınız ve özlem oluyor. Zor geçiyor. Alışılmıyor. Gidenler dönmüyor...
Alışamadıklarımdan biri de Ahmet Piriştina... Altı yıl olmuş. Bugün mezarı başında anılacak efsane başkan.
Bazen gözlerim arıyor. Ne zaman İzmirle ilgili önemli bir şey olsa, “Şimdi burada olsaydı. Ne düşünürdü, ne yapardı?” diye iç geçirmeden duramıyorum. Hep gözleri sanki bu şehrin üzerinde gibi geliyor. İnsan bazen gidenlerin bıraktığı izlere, yakından dokunmak istiyor. Bazen kürek çektiği

Yazının Devamı

İsmail Amca...

11 Haziran 2010

ÇOK özlüyorum... En çok, gülen yüzünü... En çok 80’i almış gitmiş yaşına rağmen, hiç kir tutmamış yüreğini... Usul usul, incitmeye korkar gibi çıkan sesini... Meslek ahlakını... Tertemiz ama ders veren yazılarını... Çok özlüyorum.
Zarifliğini, nüktedanlığını, anlattığı hikayeleri... Çok özlüyorum İsmail Sivri’yi, İsmail Amca’yı, ton ton dedeyi...
Bazen, “Şimdi” diyorum gazetede, “Şimdi girse İsmail Amca içeri. Gülümseyerek yaklaşsa, her zamanki gibi teker teker hepimizin yanına... Otursa. Bir anı anlatıp yine güldürse, şaşırtsa.”
En çok baston sesini özlüyorum. “Çıt, çıt, çıt...” Sessiz, usul, usul. Tıpkı onun gibi, rahatsız etmeye korkar gibi... Başımı kaldırıp baksam. Kapıdan gülümseyerek girdiğini görsem. Yanıma gelse, daktilosuyla özenerek yazdığı köşe yazısını okusa, bilgisayarda dizsek yine. Gözlerinin içine bakıp, ders alsam hayata dair...
Türk basınıyla, İzmir’le ve Milliyet Gazetesi’yle ismi özdeşleşen İsmail Sivri, 2 Ağustos 2007’de, dönmemek üzere veda etti bizlere. İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin 14 sene başkanlığını yürüten, Onursal Başkanı, İsmail Amca’yı unutmak, özlememek mümkün değil. Ona bakınca insanların kalplerinin de evrim geçirebileceğini düşünüyordum

Yazının Devamı

Herkesi, her şeyi anıyoruz da...

8 Haziran 2010

ANMAYI çok seviyoruz... Milletçe anmayı çok seviyoruz... Çok sevdiğimiz için bazen artık laf olsun diye anıyoruz. Önümüze ne gelirse ama! Törenlerle, organizasyonlarla; günleri, kişileri, olayları hatırlıyoruz, “mış gibi” yapıyoruz. Özlemiş gibi, arıyormuş gibi yapıyoruz...
Bazıları biraz inandırıcı geliyor da bazıları hiiiç kandıramıyor. Duygulananlar, şiirler okuyanlar, dalıp gidenler... Sonra tören bitiyor “hop” unutuluveriyor. Hatırı kalmasın diye yapılıyor sanki tüm bunlar.
Hele bir de yeni moda anmalar var ki; bir haftaya yayılıyor.
Geçen hafta da Nâzım hikmet’in 47’nci ölüm yıldönümüydü. Herkes Nâzım’ı andı. Peki Nâzım’ın geride bıraktığı ışığı için bugüne kadar kim ne yaptı?
O ışık ki kalbi sıkıştırdığında yakmıştı Nâzım...
Ejder İbrahimov anlattı
Nâzım Hikmet’in öldüğü gün ile ilgili bu ayrıntıyı, en yakın dostlarından yönetmen Ejder İbrahimov anlatıyor:

Yazının Devamı

Gözünü sevdiğimin İzmir’i...

4 Haziran 2010

TURİZM sezonu açıldı... Turistler açıldı, plajlar açıldı, eğlence yerleri açıldı. Kimilerinin gözü gönlü açıldı, kimilerinin kesesinin ağzı açıldı. Hareket geldi. Bereket geldi. Gemiler geldi, uçaklar indi. Yerli turistler hafiften olsa da; yabancı turistler otelleri, tarihi yerleri, havuzları, plajları doldurmaya başladı.
İşte bunu çok seviyorum! Her yer cıvıl cıvıl. Benim de gidesim geliyor. Takılıp bir kafileye gözümü bütün yorgunluğumu unutacağım bir yerlerde açmak istiyorum.
Bu arada tatil demişken... Sevgili Hamdi Ağabey’in (Türkmen), dünkü “Onlar ve bizler...” yazısına aklım takıldı. Geçen hafta gittiği Kapadokya gezisinde yaşadıklarını anlattığı yazısında, “Anadolu’nun bağrındaki bu bölgede, 7’den 70’e hiç kimsenin ağzından, ‘hayır’ sözcüğünü duymadım.
Yerli-yabancı turistlerin en olmadık isteklerini bile saygı ve sevgi ile karşılayıp, yerine getirmeye çalışıyorlar. Kayseri, Nevşehir, Ürgüp, Göreme, Avanos, Ihlara Vadisi, Uçhisar, Ortahisar, Kaymaklı, Derinkuyu, Mustafa Paşa ve yazamadığım pek çok köy, belde ve yerleşim alanında, tek bir amaç var: Turisti memnun ve rahat ettirmek. Bir İzmirli olarak utanmadım desem yalan olur. Kapadokya insanı, seçilmiş, atanmış

Yazının Devamı

İnsan, eşinin aslında kardeşi olduğunu öğrenince ne yapar?

1 Haziran 2010

BİRBİRLERİNİ ilk gördükleri anda, o malum elektriğe kapılırlar... Erkeğin gözleri parlar, kadının elleri titrer. O andan itibaren daha çok görüşmek için fırsat arar, yaratırlar. Aşk bu... Yerinde durmaz, hızla ilerler. Engel de yoksa eğer; sonu çoğunlukla evliliğe gider.
Birbirini delice seven, sevdiceğine bir an önce kavuşmayı isteyen çift, sonunda nikah masasına oturur. Tam nikah kıyılacaktır ki, o da ne: “Durun, siz evlenemezsiniz!!!”...
Ya da...
Evlenirler... Hayatın bilindik akışının tersine; hiçbir terslik olmaz. Hep mutludurlar. Çocukları olur, hayatları bir çok insanın tersine hep mutlulukla doludur. Sonra bir gün, biri çıkar gelir. Anlattıklarıyla mutlu hikaye, kaderin fena bir cilvesiyle yüz yüze gelir, “Aslında, siz...!!”
Genelde Türk filmlerinde ya da romanlarda alışık olduğumuz bir sahnedir bu. Mutlu çiftin en mutlu anında, tam da “Evet” diyecekken: “Durun siz evlenemezsiniz. Çünkü kardeşsiniz” diye haykırır biri. Ya da en mutlu anlarında, “Aslında siz kardeştiniz” diye gerçeği anlatır, ortaya çıkıveren gizli tanık.
O filmleri seyrederken ya da o hikayeleri okurken, gerçek hayatta hiç karşımıza çıkmayacak sanırız. “Filmlerde ya da kitaplarda olur sadece” diye

Yazının Devamı