KARNIM ağrıyor... Midem bulanıyor... İçim daralıyor!! Kalbim çarpıyor...
Benim de mi başıma gelecekti? Günlerdir sanki dünyada başka konu kalmadı. Neredeyse yoldan çevirdiğimle aynı muhabbeti yapıyorum. Zaten hemen hemen herkesin de ortak konusu oldu bu:
“Kaç puan almıştın?”
“Bu seneki sistem nasıl?”
“Nereye yerleştin?”
“Hangi dershaneye gittin?”
“FM için hangi kitapçıklar çözülecek?”
ÇOK sıcak... Offf! Hem de çok sıcak... “Tatil sonrası yaşadığın ‘jet-lag’ı atlattın mı?” diye soranlara önce cevabımı vereyim.
Hayır! Hâlâ atlatamadım. Masamın üzeri yine, sanki deniz malzemelerimle dolu! Ben hâlâ hayalimdeki tatil manzaralarıyla iş hayatı arasında gidip geliyorum.
Bir de şu sıcaklar olmasa... Son yüzyılın mı, son on yılın mı en sıcak günleri bilemem ama bildiğim bir şey var ki; o da bu sıcaklar herkesi bitirdi. Kimi görsem selam vermeden önce, “Ayy çok sıcak” diyor.
Etraf ilginç manzaralarla dolu. Sıcak kimilerinin başına vuruyor, kimileri cinnet getiriyor etrafındakileri doğruyor. Balkonunda yağ sürüp güneşlenen mi ararsınız, ayağını buzlu leğende serinleten mi? Herkesin değişik önlemi var sıcağa karşı. Kordon deseniz, tatil köyü gibi. Çimlerin üzeri sıcaktan ayılıp bayılanlarla dolu.
Sıcaklarla ilgili yorumlar var bir de... Meteorolojiye göre adı “Basra sıcağı”, çevrecilere göre küresel ısınma bu aşırı sıcakların nedeni. Ama bu dayanılmaz sıcaklarla ilgili en ilginç yorum Rusya’dan geldi. Rusya’nın başkenti Moskova’da, hava sıcaklığı 38.2 dereceye yükselerek yeni rekor kırarken, Pravda Gazetesi, Rusya’daki bilim adamlarının, boğucu yazdan Amerika Birleşik
GAZETENİN içinde hâlâ Tokyo terliklerimle geziniyorum... Rengarenk giyiniyorum! Mayomu bilgisayarın üzerine astım, bilgisayarın fanıyla kurutuyorum. Güneş kremim masamın üzerinde; havlum, plaj çantam, deniz gözlüklerim, paletlerim.. Denizden topladığım kabuklar, taşlar da... Akşamüstü Ebru herkese kahve, çay servisi yaparken bana buzlu meyve kokteyli geliyor. Pipetimi löpürdete löpürdete buz gibi kokteylin tadını çıkarıyorum. Limana bakan toplantı odasından güneşin batışını seyre dalıyorum.
“Şaka mı?” diye soruyorsunuz değil mi? Evet, şaka.
Tatilden sonunda döndüm ben. Ama hâlâ gerçek hayata dönemedim, orada kaldım. Sanki tüm o az önce anlattıklarımı yaşıyorum. Zaten tam da iş kıyafetlerimi giyemiyorum. Arada kalmış türden şeyleri bulup buluşturuyorum.
Görenler, “Meraklanma, birkaç gün içinde yine siyahlarını giymeye başlarsın” diyor.
Sanki dünya umurumda değil. “Birkaç gün içinde umurunda olur” diyorlar.
Ancak benim bu halim, bu sefer biraz uzun sürecek gibi. Yıllık izinden sonra, herkes böyle benzer sendromlar yaşıyor. Bir haftaya kalmaz da eski haline dönüyor.
Eminim benim bu sefer öyle olmayacak. Sebebi de belli. Uzun zamandır bana nasip olmayan türden bir tatil yaptım.
BU aralar ya çok ilginç şeyler oluyor ya da ilginç şeyler hep beni buluyor. “Hayatımı yazsam roman olur” derler yaa... Benim de şu son birkaç haftadır yaşadıklarımı yazsam tefrika olur... Zaten bir kısmını yazıyorum da...
Önceki gece yine tam filmlik bir olay yaşadık! İzmir’in sıcağı başladı malum. O gece de camı pencereyi açtık, kızımla uykuya daldık. Birden kızımın sesiyle yataktan irkildim: “Anne kalk! Sesi duyuyor musun?” Büyük bir patlamaya benzer gürültü, ardından da takılı kalan bir klakson. Gecenin 3’ünde ortalık inim inim klakson sesiyle inliyor. Balkona koştuk. Gördüklerimize inanamadık. “Rüya olmasın bu?” diyerek kızımla birbirimizi dürttük.
Metalik renkte bir araba, belli ki takla atıp yan düşüp, sürüklenmiş. Karşımızdaki Turizm Meslek Lisesi’nin önünde durmuş. Üç-beş adam etrafında toplanmış. Araba yan yatınca üstte kalan sağ camdan çıkmaya çalışan bir kadını kurtarmaya çalışıyorlar. Kadın, “Beni çabuk çıkarın” diye yalvarır gibi bağırıyor. Ama takılı kalan klakson da gecenin sessizliğinde kâbus gibi ötmeye devam ediyor. Yaklaşık bir 10 dakika uğraştıktan sonra kadını çıkarttılar. Ancak klakson sesini durduramadılar. En sonunda biri ayağıyla bir yerlere basıp o
KOCA koca adamları ağlatır futbol... Takımı kaybettiğinde, gol yediğinde ağlayan bir erkek görsek yadırgamaz olduk artık.
Sevinince ise daha başka! En ciddi ve sert erkeğe; sokakta hatta evinde bile yapamayacağı hareketleri yaptırır milyonların önünde. Yerlerde emeklerler, hepsi bir olup birbirine sarılıp yerlere düşerler, garip dans ederler, dudak dudağa öpüşürler, birbirlerini kucaklayıp hoplatırlar, çim sahanın ortasında debelenirler...
Bugüne kadar dünyada görmediğim garip dans çeşitlerini hep futbol sahalarında gördüm ben.
Futbol en çok erkekleri üzer, en çok erkekleri sevindirir, en çok erkekleri deli eder, en çok erkekleri öfkelendirir, en çok erkekleri kavga ettirir, en çok erkekleri küfür ettirir...
Ooo, futbolun erkeklere ettikleri saymakla bitmez! Çünkü neredeyse hemen hemen hepsinin hayatı futbol (!)
Kadınları da ilgilendirir ama pek zevk verdiği söylenemez. Ya çoğumuz evdeki erkekler her şeyi maçlara göre ayarladığı için sinir oluruz ya da “Bari mutlu olsunlar” diye ekranıyla başbaşa bırakırız... Şu Dünya Kupası başladığından bu yana da varsa yoksa futbol. “Ne zaman bitecek bu vızıltı?” diye düşünürken, unutmuşum ki pazar günü “The End”miş.
Özdere’de bizim
Arabanın klimaları bile serinletmeye yetmiyor... Sıcaktan bunalmışız... “Bu klimada mı bozukluk var” diye iç geçirirken bir yandan da elimdeki not kağıtlarıyla kendimi serinletmeye çalışıyorum. Bodrum’dan, haberden dönüyoruz. Önümdeki haber notlarıyla haşır neşirim bir taraftan. Yola pek bakmıyorum. Arada bir başımı kaldırdığımda, sıcaktan eriyen asfaltı görüyorum. Hatta bu sıcakta yolun bir bölümüne yeni asfalt dökülmüş, ölümlü kaza olmuş az önce bir de....
“Bu nasıl zihniyet” diye içimden söyleniyorum.
Birden araba duruyor... Başımı kaldırdığımda ne göreyim? Kilometrelerce uzunlukta bir konvoy... “Kaza mı oldu acaba” diye düşünüyoruz. Yok. Kaza değil! Sonradan aklımıza geliyor. Bir önceki gece Aydın tarafından geldiğimiz için rastlamadığımız yol çalışması bu. Nasıl olur da unuturum? Daha birkaç gün önce haber fotoğraflarına bakıp, “Tam da yaz dönemi olacak iş mi?” diye kızdığım yol çalışmasına denk gelmişiz. “Ne? Olamaz!” diyorum. Hemen haber geliyor gözümün önüne. Ne diyordu haberde?
“Hem Yatağan hem de Ortaklar -Söke -Milas yolunda genişletme çalışmaları kapsamında dinamit patlatılıyor. Bundan habersiz sürücüler en az iki saat beklemek zorunda kalıyor, araç kuyrukları
CANIM bugün güzel şeylerden konuşmak istiyor. Yaz güneşini, turuncu günbatımını, eğlenmeyi, renkli insanları yazmak istiyor. Canım bugün Çeşme’yi yazmak istiyor!
Kim ne derse desin; bu yaza Çeşme damgasını vuracak! Ben bile daha sezon başlar başlamaz soluğu bu kadar çok Çeşme’de aldıysaaam... Bilin ki Çeşme’de kaçırılmaması gereken şeyler var.
Bir kere geçen hafta Milliyet’te hazırlarken bile keyif aldığımız Çeşme ilavesi sayesinde, sanki 15 gün Çeşme’de, Alaçatı’da yaşadım. Çeşme’yi, Alaçatı’yı anlatan haberler geldikçe hayallere daldım. Plajları, eğlencesi, yenilikleri...
Bu sene o tarafları çok da sevdim. Nereyi mi? Mesela Marina’yı çok sevdim. Geçen hafta keyifli vakit geçirdik. Manzara günbatımı vakti, unutulacak gibi değildi.
HİÇBİR hayvan, hiçbir hayvandan çekmedi şu insanlardan çektiğini!
En vahşisiyle bile doğal yetenekleri kadar dövüştü, güçsüzse yenildi.
Akıllıysa, kendinden güçlüyü bile aklıyla yendi.
Çevikse hantal ve dev olanın elinden doğanın ona armağan ettiği hızı sayesinde kurtuldu. Birinin avantajı diğerinin dezavantajı oldu, birinin dezavantajı diğerinin avantajı...
Mürekkep balığı peşindekinin elinden mürekkebini yayarak kurtuldu, örümcek salgısıyla kocaman böceği uyuşturdu, arı soktu, tavuk insanı bile öldüren keneyle baş etti, vatoz elektrik akımıyla çarptı, kedi azgın yılanı çarpa çarpa hakkından geldi. Saymakla bitmez...
Kısacası hayvanlar en vahşi ormanda da, en derin suda da, en uçsuz bucaksız gökyüzünde de kendi şartlarında mücadele etti. Taa ki insanoğlu ona fazladan verilen akıl sayesinde doğayla bir oyuncak gibi oynayana dek...
Önce barındığı alanlar talan edildi. Kendine yaşayacak bir yer bile bulamadı. Soyları tükenmeye başladı.