Banu Şen

Banu Şen

banu.sen@dogangazetecilik.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

ANMAYI çok seviyoruz... Milletçe anmayı çok seviyoruz... Çok sevdiğimiz için bazen artık laf olsun diye anıyoruz. Önümüze ne gelirse ama! Törenlerle, organizasyonlarla; günleri, kişileri, olayları hatırlıyoruz, “mış gibi” yapıyoruz. Özlemiş gibi, arıyormuş gibi yapıyoruz...
Bazıları biraz inandırıcı geliyor da bazıları hiiiç kandıramıyor. Duygulananlar, şiirler okuyanlar, dalıp gidenler... Sonra tören bitiyor “hop” unutuluveriyor. Hatırı kalmasın diye yapılıyor sanki tüm bunlar.
Hele bir de yeni moda anmalar var ki; bir haftaya yayılıyor.
Geçen hafta da Nâzım hikmet’in 47’nci ölüm yıldönümüydü. Herkes Nâzım’ı andı. Peki Nâzım’ın geride bıraktığı ışığı için bugüne kadar kim ne yaptı?
O ışık ki kalbi sıkıştırdığında yakmıştı Nâzım...
Ejder İbrahimov anlattı
Nâzım Hikmet’in öldüğü gün ile ilgili bu ayrıntıyı, en yakın dostlarından yönetmen Ejder İbrahimov anlatıyor:
“Nâzım Hikmet’in ölümüyle ilgili sahneler ise belleğime ölünceye kadar kazınmıştır.
Bir Yunan filmine bakıyorduk. Filmden sonra anlaşıldı ki, Nâzım da buradadır. Film hakkında görüşlerini belirtti. Fikir alışverişi bitti, kolumdan tutup; ‘Ejder, aklıma bir şey geldi, yarın görüşelim, ben söyleyeyim, sen de senaryoyu yaz ve filme çek’ Aşağıya inince, yine kolumdan tuttu; ‘Biliyor musun, yarın gelme, işim var. Öbür gün, saat onbirde görüşelim, iyi mi?’ Anlaştık. Nâzımgile gitmeye hazırlanıyordum. Telefon çaldı. Ahizeyi kaldırdım. Bir tanıdığımdı. Aniden; ‘Ejder, senin en yakın dostun ölmüş’ demez mi? Adam sanki beni de öldürmek amacıyla kötü haberi böyle aniden söylemişti. Başım dönmeye başladı. Bir süre sonra konuşabildim:
- ‘Kim ölmüş?’
-‘Nâzım ölmüş’
-‘Sen ne konuşuyorsun be adam, ben ki, şimdi onun yanına gidiyordum...’
-‘İnanmıyorsan radyoyu aç... Cenaze Yazarlar Birliği’nden kaldırılacak...’
Radyoyu açtım, baktım doğru söylüyor...
Yazarlar Birliği’nde tabutun başında sırayla saygı duruşu yapılıp, sıra bana geldiğinde kendi kendime fısıldıyordum: ‘Beni buraya mı çağırmıştın gardaş?...’
İki kadın da siyah elbiselerle kenarda oturmuştu. Biri Galya’ydı (önceki karısı), ötekiyse Vera (sonraki karısı). Birbirlerinden ayrı oturmuşlardı. Ben o kadınlara baktığımda Nazım’ın Moskova hayatı gözlerimin önünden geçiyordu.
Salon insanlarla doluydu. Az sonra kapıdan içeriye üç insan girdi: Münevver, Mehmet, bir de bir ak saçlı Türk. Ben Nâzım’ın karısı ve çocuğunu fotoğraflarından tanıyordum. Şairin şehirdeki ve Peredelkino’daki evlerinde duvarda her zaman üç insanın fotoğrafı asılıydı: Anasının, karısının ve oğlunun fotoğrafı... Münevver, Mehmet (küçücük bir çocuktu) ve ak saçlı Türk yaklaştılar ve cenazenin yanında durdular. Münevver oğluna bir demet karanfil verip tabutu gösterdi: ‘Bu senin babandır’ dedi, ‘Bu karanfilleri onun başucuna koy’
Münevver oğluna döndü: ‘Mehmet, ağlama, erkek ol. Sen bana ağlamayacağım diye söz vermiştin...” Çocuk ağlaya ağlaya anasının yanına döndü ve ona sokuldu. O zaman Resul Rıza, Münevver Hanım’a: “Oğluna babasının cenazesi üzerinde ağlamasına niye izin vermiyorsunuz?” dedi. Sonra Mehmet’e döndü: “Oğul; ağla, doyuncaya kadar ağla. Büyüyünce babanın dâhi bir insan, güzel bir insan, mert bir insan olduğunu anlarsın...’

Şiirleri ezbere okundu
Münevver hiçbir şey demedi. Resul’a bakıp sustu. Mehmet doyuncaya kadar ağladı...
Novodeviçye Mezarlığı’nda matem mitingi yapıldı. Çok insan konuştu. Nâzım’ın şiirlerinden ezbere okudular. Konuşanlardan biri de Resul Rıza’ydı. Nâzım Hikmet’in ölüm haberini aniden işittiğim için çok şeyden habersizdim, ayrıntıyı Resul’un konuşmasından öğrendim.
Nâzım sabah erkenden kalkıp gazeteleri alıyor, dönüp eve girdiğinde yüreğine sancı giriyor. Sabahın alacakaranlığında çabucak elini uzatıp lambayı yakıyor ve... ölüyor. Resul Rıza matem mitingindeki konuşmasını şu sözlerle bitirdi: ‘Nâzım Hikmet kendinden sonra ışık bırakıp gitti...’”
Nâzım’ı analım... Analım da kendinden sonra bıraktığı ışık söndü gitti, onun için ne düşünüyorsunuz?