Eşler, evlilik birliği içerisinde anlaşarak seçimlik mal rejimi olan mal ayrılığı rejimini kabul edebilirler. Ancak eşlerden biri, mal ayrılığı rejimine geçmek istemesine rağmen diğer eş tarafından bu talebin kabul edilmemesi de mümkündür. Bu tür durumlarda MK 206 gereğince haklı bir sebep varsa hâkim, eşlerden birinin istemi üzerine mevcut mal rejiminin mal ayrılığına dönüşmesine karar verebilir. MK 206/2 çerçevesinde özellikle aşağıdaki hâllerde haklı bir sebebin varlığı kabul edilir:
- Diğer eşe ait mal varlığının borca batık veya ortaklıktaki payının haczedilmiş olması,
- Diğer eşin, istemde bulunanın veya ortaklığın menfaatlerini tehlikeye düşürmüş olması,
- Diğer eşin, ortaklığın malları üzerinde bir tasarruf işleminin yapılması için gereken rızasını haklı bir sebep olmadan esirgemesi,
- Diğer eşin, istemde bulunan eşe mal varlığı, geliri, borçları veya ortaklık malları hakkında bilgi vermekten kaçınması,
- Diğer eşin sürekli olarak ayırt etme gücünden yoksun olması.
Kanunda sayılan haller, sınırlayıcı nitelikte değildir. Önemli olan
Boşanma davalarında velayetin kime verileceği konusunda hâkimin geniş bir takdir hakkı bulunmaktadır. Bu takdir hakkı çerçevesinde hâkim, velayetin kime verileceğini belirlerken özellikle çocuğun üstün menfaatini göz önüne alarak ihtiyaçlarına, yaşına ve tarafların ruhsal, fiziksel, sosyal, ahlaki ve kültürel yönden standartlarına bakarak değerlendirmede bulunur.
Boşanma davalarında velayetin kime verileceğinin tayini bakımından pedagog, psikolog ve sosyal hizmet uzmanları görevlendirilmektedir. Görevlendirilen uzmanlar, taraflar ve müşterek çocuk ile görüşerek bir sosyal inceleme raporu (SİR) hazırlamaktadır. Ancak hazırlanan bu rapor, hâkim bakımından bağlayıcı olmayıp; sadece yol gösterici niteliktedir.
Velayetin belirlenmesinde sosyal inceleme raporunun önemine dair değerlendirmede bulunan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, yakın tarihli bir kararında şu tespitlere yer vermiştir:
“Tarafların boşanmalarına ilişkin kararın 15.11.2011 tarihinde kesinleştiği, tarafların ortak çocuğu 05.10.2010 doğumlu Yağmur’un velayetinin davacı anneye,
Boşanma kararının kesinleşmesiyle birlikte evlilik birliği sona erer. Bu durumda taraflar, birbirlerine artık “eş” sıfatıyla yasal mirasçısı olamazlar. Ancak boşanan eşler arasında başkaca bir akrabalık ilişkisi varsa birbirlerinin yasal mirasçısı olmaya devam edebilirler.
Boşanma kararı kesinleşmesi halinde boşanmadan önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflar da, aksi yapılan tasarruftan anlaşılmadıkça, kendiliğinden hükümsüz hale gelir. Bu kapsamda söz gelimi eşlerden birinin boşanma kararı verilmesinden önce belirli bir malını eşine vasiyet etmişse yapılan bu vasiyetname kendiliğinden hükümsüz hale gelecektir.
Açıkladığımız nedenlerle vasiyetname veren eşin, vasiyetnameden dönmesi için hukuki bir işlem yapmasına gerek olmayacaktır. Ancak vasiyetname vermek suretiyle ölüme bağlı tasarrufta bulunan eş, "boşanma kararı verilmiş olsa da vasiyetnamenin geçerli olacağını" kabul etmiş ise vasiyetname geçerliliğini korur.
Sağlıklı Günler
Av. Yaşar ÖKSÜZ
Boşanma ve ayrılık davasında eşlerden birinin özellikle barınması, geçimi ve iaşesi ile müşterek çocukların bakım ve korunması için diğer eşin yapılacağı parasal katkıya “tedbir nafakası” denilmektedir.
Boşanma ve ayrılık davalarında hükmedilen tedbir nafakası, çoğunlukla dava tarihinden itibaren hükmedilir. Her ay irat biçiminde ve peşin olarak ödenmesi gereken tedbir nafakası, verilen kararın değiştirilmesi, taraflardan birinin ölmesi, davadan feragat edilmesi ya da davanın kesinleşmesine kadar devam eder.
Tedbir nafakası belirlenirken kusur dikkate alınmaz. Nitekim boşanma ve ayrılık davalarında tedbir nafakası, eşlerden birinin ve müşterek çocukların temel yaşamsal ihtiyaçları konusunda “geçici koruma” sağlamak amacıyla hükmedilmektedir. Bu davalarda hangi eşin kusurlu olduğu ise ortaya atılan iddiaların yapılan yargılama sırasında ispat edilmesi sonrasında tespit edilmektedir. Yargılamaların uzunluğu, eşlerin ve müşterek çocuğun yaşamsal ihtiyaçları göz önüne alındığında tedbir nafakasının yargılamadaki kusura göre
Eşlerin hukuki işlemlerinin genel kurallarını düzenleyen MK 193 gereğince, Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlemi yapabilir.
Ancak eşlerin, diğer eşin rızası olmadan kefil olması konusunda BK 584’de özel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Kanundaki bu düzenlemeye göre eşlerden biri, mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir. Bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır.
Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumlu olacağı miktarın artmasına veya adi kefaletin müteselsil kefalete dönüşmesine ya da kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azalmasına sebep olmayan değişiklikler için de eşin rızası gerekmez.
Ticaret siciline kayıtlı ticari işletmenin sahibi veya ticaret şirketinin ortak ya da yöneticisi tarafından işletme veya şirketle ilgili olarak verilecek kefaletler, mesleki
Anlaşmalı boşanma davalarında taraflar, kararının kesinleşmesinden önce anlaşmalı boşanmaktan vazgeçebilirler. Üstelik vazgeçerken herhangi bir gerekçe bildirmeleri de gerekmemektedir. Bu doğrultuda tarafların protokol imzalamış olmaları veya duruşmada beyanda bulunmuş olmaları durumlarında dahi anlaşmalı boşanmadan vazgeçmek mümkündür. Nitekim anlaşmalı boşanmanın, tarafların tümüyle serbest iradelerine dayanması zorunludur.
Taraflardan birinin anlaşmalı boşanmadan vazgeçmesi halinde dava, çekişmeli boşanma davasına dönüşür. Bu durumda mahkeme hâkimi, davacı eşe boşanmaya neden olan olayları açıklaması ve delillerini bildirmesi için süre verir. Bu süre içerisinde gerekli açıklamaların yapılması durumunda dava, iddia edilen boşanma nedenleri ve sunulan delillere göre ilerleyecektir.
Bu konuda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılan yakın tarihli bir değerlendirmelerde şu tespitlere yer verilmiştir:
“Tarafların 04.06.2004 tarihinde evlendiği, bu evlilikten 12.03.2007 doğumlu müşterek çocuklarının bulunduğu, davacı kadının
Islah, açılan bir davada taraflarından birinin yapmış olduğu bir usul işlemini karşı tarafın rızasına bağlı olmaksızın kısmen veya tamamen düzeltmesidir. Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir. Bu anlamda ıslah, iddianın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağının istisnalarından biridir.
Boşanma davalarında da taraflar, yapmış oldukları usul işlemlerini bir kez ıslah edebilirler. Söz gelimi sadece evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebiyle boşanma davası açan taraf, karşı tarafın rızasına ihtiyaç duymaksızın davasını zina sebebiyle boşanma ve olmadığı takdirde evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebiyle boşanma olarak düzeltebilir. Yine benzer şekilde boşanma sonunda 10.000-TL maddi tazminat talep eden taraf, tazminat talebini ıslah edip; tazminat miktarını 100.000-TL yapabilir. Bu tür durumlarda ıslah yapan tarafın yeniden harç yatırmasına da gerek bulunmamaktadır. Ancak ıslah, bir dava içerisinde sadece bir defa yapılabilir.
Boşanma davalarında ıslah yapılıp yapılamayacağı konusunda Yargıtayın yapmış olduğu güncel değerlendirme şu şekildedir:
“Taraflardan her biri dava/cevap
Boşanma davası açılması durumunda, eşler arasındaki mal rejimi sona erer. Bu kapsamda boşanma davasının açılmasından hemen sonra mal rejiminin tasfiyesi talep edilebilir. Ancak mal rejiminin tasfiye edilebilmesi için boşanma kararının kesinleşmesi şarttır.
Eşlerin paylaşacağı mallar arasında, menkul veya gayrimenkul mallar olabilir. Eşlerin sahip olabileceği menkul mallardan biri de şirket hissesidir. Yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminde, eşlerden birinin şirket hissesi olduğu durumlarda tasfiye, özel bir sıralama ile yapılır. Bu sıralama Yargıtay içtihatlarıyla zaman içerisinde oluşmuştur. Bu kapsamda şirket hissesinde tasfiye şu şekilde yapılır:
1. Şirket Hissesi Kişisel Mal Olduğu Durumda Tasfiye:
Tasfiyeye tabi tutulması talep edilen şirket hissesi, kişisel mal ise bu şirket hissesi kural olarak tasfiye hesabında dikkate alınmaz. Ancak Medeni Kanun'un 219. maddesinde kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mal olduğu kabul edilmiştir. Bu sebeple kişisel mal niteliğindeki şirket hissesinden elde edilen gelirler varsa, bu malvarlığı değerleri edinilmiş mal olarak değerlendirilir ve tasfiyeye tabi olur. Şirketin, evlilik