Evlilik birliğinin kurulmasından sonra bir yıl evli kalan eşler, boşanmanın hukuki ve mali sonuçlarında mutabakata vararak ve beyanlarını mahkeme huzurunda bizzat bildirerek anlaşmalı olarak boşanabilirler.
Anlaşmalı boşanmada, evliliğin devam edemeyeceği farazi olarak kabul edilir ve tarafların boşanmaya neden olan olayları ispatlaması gerekmez. Bu sebeple anlaşmalı boşanmada eşlerden hangisinin kusurlu olduğu konusunda, hiçbir araştırma ya da değerlendirme yapılmaz. Bu durumun doğal sonucu olarak anlaşmalı boşanmada eşlerin, aralarındaki ihtilafları nihai olarak çözdükleri kabul edilir. Bu sebeple anlaşmalı boşanmadan sonra eşlerin birbirlerinden tazminat talep edebilmeleri kural olarak mümkün değildir.
Ancak eşler, anlaşmalı boşanma yaparken tazminata dair haklarını saklı tuttuklarını açıkça beyan eder ve bu durum mahkeme tarafından da uygun bulunursa, boşanma sonrasında tazminat davası açılabilmesi mümkündür.
Anlaşmalı boşanmadan sonra tazminat davası açılıp açılmayacağına ilişkin değerlendirmede bulunan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılan yakın tarihli bir değerlendirmede şu
Evlilik birliğinin kuruluşunda, gelin ve damada yakın çevresi tarafından takılan ziynet eşyaları ile nakit paraların kime ait olacağı konusunda açık bir kanun maddesi bulunmamaktadır. Bu konu Yargıtay içtihatlarıyla şekillendirilmiş olup; mahkemeler de Yargıtay içtihatlarına göre kararlar vermektedir.
Yakın tarihe kadar Yargıtay içtihatlarında, düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından ve kime takılırsa takılsın KADINA BAĞIŞLANMIŞ sayılmakta idi. Bu kapsamda düğünde takılan ziynet eşyaları, hangi ailenin taktığına ya da geline mi damada mı takıldığına bakılmaksızın TMK 220 gereğince kadının kişisel malı olarak kabul edilmekteydi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 04.03.2020 tarihinde yapmış olduğu değerlendirmede ise bu konuda bir değişikliğe gidilmiş ve şu tespitlere yer verilmiştir:
“Ziynet; altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden yapılmış olup; insanlar tarafından takılan süs eşyası olarak tanımlanmaktadır. Ziynet eşyasını evlilik münasebetiyle gelin ve damada verilen hediyeler olarak tanımlamak mümkündür. Bu bağlamda, bilezik, altın kelepçe, kolye, gerdanlık,
Medeni Kanunda boşanma sebepleri, sınırlı sayı ilkesiyle belirlenmiştir. Eşlerin Medeni Kanunda belirlenen bu boşanma sebepleri dışında bir sebeple boşanmaları mümkün değildir. Bu kapsamda Medeni Kanunda düzenlenen boşanma sebepleri şunlardır:
- Zina (MK 161),
- Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış (MK 162)
- Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme (MK 163)
- Terk (MK 164)
- Akıl hastalığı (MK 165)
- Evlilik Birliğinin Sarsılması (MK 166)
* Evlilik Birliğinin Sarsılması Sebebiyle Boşanma (MK 166/1-2)
Nişanlanma, aralarında evlenme engeli bulunmayan farklı cinsten iki kişinin, karşılıklı evlenme vaadiyle yaptıkları aile hukukuna özgü bir sözleşmedir.
Nişanlıların öncelikli yükümlülükleri, evlilik birliğinin kurulmasını sağlamaktır. Nişanlılardan birinin bu yükümlülüklerine aykırı hareket etmesi durumunda, nişanın bozulması mümkündür.
Nişanın bozulması, nişanlılardan birinin diğerinin kişilik haklarına saldırıda bulunulması sonrasında gerçekleşmişse manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesi istenilebilir. Manevi tazminat istenebilmesi için talepte bulunan nişanlının, kişilik haklarına yönelik saldırıda bulunulması ve bu saldırı sonrasında bir zararın ortaya çıkması gerekir. Nişanın bozulmasından kaynaklanan doğal üzüntü, manevi tazminat bakımından belirleyici değildir.
Nişanlılardan birinin; düğüne saatler kala nişanı bozması, haber vermeden başka biriyle evlenmesi, nişanlısına veya ailesine karşı, küçük düşürücü sözler sarf etmesi, onur kırıcı isnatlarda bulunması veya hakaret etmesi gibi
Yoksulluk nafakası çoğunlukla, irat (belirli zamanlarda ödeme) şeklinde hükmedilmektedir. Ancak MK 176 gereğince yoksulluk nafakasının toplu olarak ödenmesine de karar verilebilir.
Yoksulluk nafakasının toplu olarak hükmedildiği hallerde, kaldırılması mümkün değildir.
Yoksulluk nafakasının irat şeklinde ödenmesine karar verilmesi durumunda ise nafaka alacaklısının yeniden evlenmesi veya taraflardan birinin ölümü halinde yoksulluk nafakası kendiliğinden kalkar. Bu tür durumlarda yoksulluk nafakasının kaldırılması için dava açılmasına ihtiyaç bulunmamaktadır.
Nafaka alacaklısının, evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi durumlarında da yoksulluk nafakasının kaldırılması mümkündür. Ancak bu tür durumlarda yoksulluk nafakasının kaldırılması davası açılması gerekir.
Çalışamayacak hale geldiği ve yoksulluk nafakası ödeme güçlüğü çektiği sabit olan nafaka borçlusunun, nafaka ödemesi yapması gerekip gerekmeyeceği konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılan güncel bir değerlendirmede şu tespitlere yer verilmiştir;
“Dava, yoksulluk nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir. Eldeki davada
Velayete ilişkin konular, sadece çocuğun geleceğini değil toplumu da ilgilendirmektedir. Bu sebeple velayete ilişkin dava ve talepler kamu düzenindendir. Bu durumun sonucu olarak velayetin belirlenmesinde anne-babanın istek ve beyanlarından ziyade çocuğun menfaatlerinin dikkate alınması zorunludur.
Çocuğun üstün yararı bakımından ise gelişimini engelleyen her olayda, tehlikenin büyüklüğü ve doğuracağı sonuçların ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Bu kapsamda annenin veya babanın uyuşturucu madde kullanması durumunda çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimine uygun hareket ettiğini ifade etmek mümkün değildir. Uyuşturucu madde kullanan ebeveynin, çocuk için yaratacağı tehlikenin büyüklüğü ve doğuracağı sonuçlar bakımından değerlendirme yapılarak velayetin değiştirilmesi mümkündür.
Uyuşturucu madde kullanımının velayete etkisi konusunda Yargıtay 2. Hukuk Dairesi tarafından yapılan güncel bir değerlendirmede şu tespitlere yer verilmiştir;
“Mahkemece yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; tarafların boşanmalarına ilişkin kararın 15.11.2011 tarihinde kesinleştiği, tarafların ortak çocuğu 05.10.2010 doğumlu Yağmur'un velayetinin davacı anneye, 03.08.2008 doğumlu Hüseyin
Zina, eşlerden birinin evlilik birliğinin devamı sırasında karşı cinsten biri ile bilerek ve isteyerek cinsel birliktelik yaşamasıdır. Bu yönüyle zina fiillerinin ispatı oldukça zordur. Bu ispat zorluğu karşısında Yargıtay, yaşam deneyimleri ve durumun gereklerine göre cinsel ilişkinin gerçekleştiğinin yaklaşık olarak ispat edilmiş olmasını yeterli kabul etmektedir. Bu hususta Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin, zinanın ispatı konusunda yapmış olduğu çok yakın tarihli bir değerlendirme şu şekildedir;
“Dava zina hukuksal sebebine dayalı boşanma davasıdır. Bölge adliye mahkemesince davacı kadının zina hukuksal sebebine dayalı boşanma talebinin reddine karar verilmiş ise de; toplanan delillerden, davacı kadının dayandığı ve davalı erkek tarafından inkar edilmeyen, erkeğin başka kadınla birlikte, banyoda yarı çıplak vaziyette çekildiği ve samimi durumda oldukları anlaşılan fotoğrafının bulunduğu ve tanık beyanından erkeğin başka kadının yanında yaklaşık 10 gün süreyle kaldığı anlaşılmaktadır.
Bölge adliye mahkemesince davalı erkeğin güven sarsıcı davranışlarda bulunduğunun sabit olduğu kabul edilmiş ise de; erkeğin başka kadınla uygunsuz fotoğrafının olması ve başka kadınla birlikte
Mal ayrılığı rejimi, eşlerden her birinin kendisine ait malın maliki olduğu ve kanunda belirli şartlara tabi olarak düzenlenen seçimlik bir mal rejimidir.
1. Mal Ayrılığı Rejimi Ne Zaman Uygulanır?
Medeni Kanunda 01.01.2002 tarihinde yapılan değişiklikle eşlerin aksine bir anlaşma yapmadıkları sürece edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olacakları hükmüne yer verilmiştir. Medeni Kanunda bu değişiklik yapılmadan önce eşlerin, aksine anlaşma yapmadıkları sürece tabi olacakları mal rejimiyse mal ayrılığı rejimi olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda eşler, sözleşmeyle başka mal rejimini seçmedikleri sürece evlilik tarihinden 4721 Sayılı Medeni Kanunun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olurlar.
Bununla birlikte mal ayrılığı rejimi, seçimlik bir mal rejimi olması sebebiyle eşler, kanunda yazılı sınırlar çerçevesinde mal ayrılığı rejimini de seçebilirler. Bu kapsamda eşlerin kanuni olarak mal ayrılığı rejimine tabi oldukları veya mal ayrılığı rejimini seçtikleri