Evlilik birliğinin devamı sırasında eşlerden birinin ölümü halinde, sağ kalan eşin hem miras hukukundan hem de aile hukukundan doğan hakları ortaya çıkar. Nitekim sağ kalan eş, ölen eşin terekesinde yasal mirasçısı olması yanında; mal rejiminin tasfiyesinden doğan haklara da sahiptir. Mirasın tasfiyesinden kaynaklanan haklar ile mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan haklar, nitelikleri itibariyle birbirinden farklıdır. Nitekim;
1. Mirasın Tasfiyesi Bakımından:
Miras bırakanın, ölümü sonrasında mirasçılarına bıraktığı aktif ve pasif mal varlığı değerlerine tereke denilmektedir. Sağ kalan eşin, terekedeki hakları, birlikte bulunduğu zümreye göre değişiklik gösterir. Nitekim Medeni Kanunun 499. maddesi gereğince sağ kalan eş, miras bırakan eşe şu oranlarda mirasçı olur:
- Miras bırakanın altsoyu ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte biri,
- Miras bırakanın ana ve baba zümresi ile birlikte mirasçı olursa, mirasın yarısı,
- Miras bırakanın büyük ana ve büyük babaları ve onların çocukları ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte
Velayet, reşit olmayan veya kısıtlanan ergin çocuğun, bakımı, eğitimi, korunması ve temsili gibi konularda anne-babaya tanınan hak ve sorumlulukların bütünüdür.
Velayet, niteliği itibari ile bir bütündür. Bu sebeple velayet hakkı sahibi olan taraf, çocuğun bakımı, eğitimi, korunması ve temsili gibi konularda tek başına karar alabilme hakkına sahiptir.
Velayeti ilişkin konular, sadece çocuğun geleceğini değil toplumu da ilgilendirmektedir. Bu sebeple velayete ilişkin dava ve talepler kamu düzenindendir. Bu durumun sonucu olarak hakim, velayet konusunda tarafların talepleriyle bağlı değildir.
Anne ve baba, evlilik birliği içerisinde dünyaya gelen çocuğun velayetini birlikte ve eşit olarak kullanılır. Evlilik birliği içerisinde eşlerden birinin vefat etmesi durumunda ise velayet, hayatta kalan eş tarafından kullanılır. Anne ve baba dışındaki kişilere velayet hakkının verilmesi kural olarak mümkün değildir. Bu sebeple çocuk üzerinde ne kadar emeği ya da yakınlığı olursa olsun teyze, dede, büyükanne, amca, hala gibi akrabalar velayet hakkı sahibi olamaz. Bu kişiler
Boşanma davaları yazılı yargılama usulüne tabidir. Bu kapsamda boşanma davalarında sunulan dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde cevap dilekçesi sunulması gerekir. Süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmamak, dava dilekçesinde belirtilen iddiaların inkar edilmesi anlamına gelmektedir. Ancak cevap dilekçesi sunmayan taraf, delil sunamaz ve tanık da dinletemez.
Yine benzer şekilde cevap dilekçesi sunulmuş olmasına rağmen cevap dilekçesinde bildirilmeyen bir delilin sonradan talep edilip toplanılmasını talep etmek de mümkün değildir. Bu durum teksif ilkesinin sonucu olan iddianın değiştirilip genişletilmesi yasağına da aykırıdır. Bu konuda Yargıtay yakın bir tarihte yapmış olduğu bir değerlendirmede şu tespitlere yer vermiştir:
“Dava, evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı boşanma istemine ilişkindir. Olayda; davacı ilgili tarihte boşanma davası açmış, vakıalarını ve bu vakıaları ispata yarar delillerini bildirmiştir. Davalı ise süresinde cevap dilekçesi ibraz etmiş ise de savunma vakıalarını ispata yarar herhangi bir delil
Yakın tarihe kadar düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından ve kime takılırsa takılsın KADINA BAĞIŞLANMIŞ sayılmakta idi. Bu kapsamda düğünde takılan ziynet eşyaları, hangi ailenin taktığına ya da geline mi damada mı takıldığına bakılmaksızın TMK 220 gereğince kadının kişisel malı olarak kabul ediliyordu. Ancak Yargıtay bu konuda köklü bir değişikliğe gitti. Bu değişiklik sonrasında ziynet eşyalarının kime ait olacağı da artık netlik kazandı. Bu kapsamda;
- Düğünde takılan ve kadına özgü ziynet eşyaları (bilezik, bileklik, kelepçe, kolye ve küpe setleri) kadına ait olmaya devam edecektir. Nitekim kadına özgü ziynet eşyaları, eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir adet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğindedir.
- Kadına özgü olmayan ziynet eşyaları ise (Cumhuriyet altını, yarım altın, çeyrek altın, gram altın) eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemiyorsa onların paylı mülkiyetinde sayılmaktadır. Nitekim MK 222/2’da ”Eşlerden
Boşanma ve ayrılık davalarında yetkili mahkeme Medeni Kanunun 168. Maddesinde düzenlenmiştir. Kanundaki bu özel düzenlemeye göre boşanma ve ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir. Bu kapsamda yetkili mahkemeyi belirleme hakkı davayı ilk açan tarafa bırakılmıştır.
Medeni kanunda özel olarak belirtilen bu yetki kuralı kesin nitelikte değildir. Bu sebeple boşanma veya ayrılık davasının yetkisiz mahkemede açıldığı durumlarda, cevap dilekçesi ile birlikte yetki itirazında bulunulması ve yetkili mahkemenin de gösterilmesi gerekir. Aksi durumda yetkisiz mahkeme, yetkili olacak ve davaya bakmaya devam edecektir.
Yetki itirazında bulunulması halinde mahkeme, ön inceleme duruşmasında yetki itirazını inceler ve karara bağlar. Yetkisizlik kararı verildiğinde yetkili mahkeme kararda belirtilir. Yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflar bu karara karşı itiraz etme hakkına sahiptir. Taraflardan biri itirazda bulunmaz ve yetkisizlik kararı kesinleşirse iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurulması gerekir.
İştirak nafakası, velayet hakkı kendisine verilmeyen ebeveynin, çocuğunun bakım ve eğitim giderlerine kendi gücü oranında yapacağı ekonomik katkıdır. İştirak nafakasının miktarı çocuğun ihtiyaçları, annenin sosyal-ekonomik durumu ve babanın sosyal-ekonomik durumuna göre belirlenir. İştirak nafakası, anne-babanın çocuğa bakım yükümlülüğünün bir sonucudur. Bu sebeplerle velayet kendisinde olmayan ebeveyn, çalışmadığı iddiasında bulunsa dahi iştirak nafakasına dair sorumluluktan kurtulamaz. Ancak velayet kendisine verilmeyen tarafın bedensel veya zihinsel bir sağlık probleminin olması ve hiçbir malvarlığının da olmaması durumunda iştirak nafakasına hükmedilmesi mümkün değildir.
Yoksulluk nafakası ise boşanma kararının kesinleşmesi sonrasında yoksulluğa düşecek olan taraf lehine, daha ağır kusurlu olmamak koşuluyla hükmedilen nafakadır. Yargıtay köklü içtihatlarına göre yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine MK166/4 çerçevesinde ortak hayatın kurulamaması sebebiyle boşanmaya karar verilir.
Medeni Kanunda özel olarak düzenlenen bu boşanma sebebi “ortak hayatın kurulamaması” veya “fiili ayrılık” sebebiyle boşanma olarak bilinmektedir. Fiili ayrılık sebebiyle boşanma davalarında hakim, boşanmaya neden olayların evliliğe olan etkisini araştırmaz. Sadece fiili ayrılık sebebiyle boşanmaya karar vermek için yeterli şartların olup olmadığını araştırır.
Medeni Kanun’da belirtilen üç yıllık sürede, ortak hayatın hiçbir şekilde kurulamaması ve bu sürenin kesintisiz devam etmesi gerekir. Bu süre hakim tarafından kendiliğinden dikkate alınır. Tarafların bu süreçte ortak hayatı zaman zaman devam ettirmiş olmaları durumunda, ortak hayat kurulamaması sebebiyle boşanma davası
Eşlerden birinin, diğerinin şerefine, toplumdaki saygınlığına, aile bütünlüğüne ve benzeri manevi varlığına saldırılarda bulunması durumunda MK 162’de özel olarak düzenlenen onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma davası açılması mümkündür.
Onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma kararı verilebilmesi için eşlerden birinin diğerine fiziksel bir müdahale içermeyen onur kırıcı kusurlu davranışının olması gerekir. Söz gelimi eşlerden birinin diğerinin hırsız olduğuna dair isnatlarda bulunması, başka biriyle ilişkisi olduğuna dair bir ithamı çevresine yayması, iş ve sosyal hayatının bulunduğu yerlerde ağır hakaretlerde bulunması şeklinde gerçekleşen ve fiziksel müdahaleye varmayan fiiller onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma davası açılabilir.
Onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma davasını ancak bu fiillere maruz kalan eş açabilir. Onur kırıcı davranışın, eşe karşı gerçekleştirilmiş olması zorunludur. Bu sebeple eşlerden birinin, diğerinin ailesine veya yakınlarına yönelik onur kırıcı davranışta bulunması halinde onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma kararı