Tam da derbiye yakışır sert rüzgarla başladı maç. Kadıköy’de kendi stadında, kendi taraftarı önünde esti esti, gürledi Fenerbahçe... Hakçası, Fenerbahçe resmen oyunun efendiliğini ele getirmiş, maça el koymuştu. Orta alanda pişiriyor, kotarıyor, ileri uçta tehdit ediyordu.
Ljajiç’i kulübede bekleten Beşiktaş, hücumda etkinlik gösteremeyen kimliksiz bir oyun sergiliyordu. Maça ortak olmak şöyle dursun, oyuna da giremiyordu. Pas iletişimi kopmuştu. İlk yarıda rakip ceza alanına inip çerçeveyi bulan bir şut atamadılar. Panik halinde topu dürterek, savurarak müdahale ediyorlar, ama topu bir türlü kullanamıyorlardı.
Ersun Yanal’ın takımı savunması, orta alanı, merkezi ve hücumcularıyla tam da hocanın istediği oyunu oynuyor, topun da maçın da efendisi oluyordu.
İki golcüyü, Muriç’le Burak’ı kıyasladığımızda ikisi de maça damga vuran adamlar değildi. Ancak Muriç, Ozan, Kruse, Deniz ve Tolga ile daha iyi paslaşıyor, ceza alanına giriyor, hiç değilse öteki arkadaşlarına boş
Cem Karaca’nın şarkısını hiç unutmam. Olur olmaz zamanlarda geliverir aklıma... İşte o şarkıdan en unutamadığım dizeler:
Ben feleğin şu çarkına çomak sokarım
Ben feleğin tekerine çomak sokarım
Yeter ki ıslak ıslak bakma öyle
Islak Islak’ta hayattan izler, esintiler, renkler ve sesler bulurum. Öyle ki şarkıyı söyleyen ölümsüz Cem Karaca artık geride bir fon oluşturur, o sözleri başkalarının ağzından dinler, öyle yakıştırırım.
Fatih Terim, onlardan biridir.
Türk futbol dünyasına “unutulmaz” tarih sayfaları yazmıştır. Milli Takım’la 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine ilk kez katılmamız... Galatasaray’la UEFA Kupası’nın kulpunu tutup müzeye getirmemiz gibi... Bu başarılardan bazısı, çok şükür, istatistiğe dönüşmüştür. Feleğin çemberine sokulan çomak işini görmüştür. Hangi yıl, hangi Avrupa Şampiyonası’na katıldığımızı şaşırmadan saymak kolay değildir, dedik ya istatistiktir.
Seyirci stadı doldurmuş… Puan cetveli de Beşiktaş’ın bir kısım (!) rakipleriyle arayı açma fırsatı sunmuş. Maçı kazanırlarsa Sivasspor’la peş peşe kovalayacaklar ligi. Şimdi böyle bir ortamın ev sahibi takıma ekstradan motivasyon sağlamasını bekleyebilirsiniz. Üstelik haftaya Fenerbahçe maçı da varsa Avcı’nın futbolcuları güç gösterisi yapmalı, değil mi?
Hayır, öyle değil. Hiç de beklendiği gibi değil. Öncelikle stada gelen konuk takım bazı ayrıcalıklara sahip. Sergen Yalçın gibi mesela… Beşiktaş’ın göz ağrısı, taraftardan büyük sevgi görüyor. Alkışlarla destekleniyor, selamlanıyor. Hocası böylesine kabul görürse, Malatyaspor da motive olur elbet. Hele Beşiktaş’ın top kayıplarıyla zaman kaybeden bir takım olduğunu herkes bildiğine göre Malatyaspor da kendi yarı alanında yığılarak futbolsuz bir mesaiyi deneyebilir.
Oyun Beşiktaş’ın ağır baskısı, Malatyaspor’un da inanılmaz savunma taktiğiyle oynanırken gollük bir şut izleyemedik. Gol vadeden bir duran top (korner, serbest vuruş vb) fırsatı da
Sportif rekabeti sürdürmek, hızlandırmak, popüler anlamda “kızıştırmak” için dürüst koşullarda ve kurallara uygun olarak kurnazlığa sapmadan, fırsat kovalamadan akılcı çalışmalar yapmak gerekir.
Akılla duygular birbirine karıştığında yanlışlar zincirleme reaksiyonla çoğalır, o zincirler birbirine dolanır ve çözmek zorlaşır.
Türk futbolunun en büyük sorunu, bu dolaşma, kördüğümleşme sürecidir. Bir türlü aşılamamaktadır. Zincirin baklaları (borçlar) çoğaldıkça oyunun tadı kaçmakta bir tür “obezite” gündeme gelmektedir.
Hatırlayalım…Türkiye Futbol Federasyonu, kulüplere uyguladığı harcama limitlerini kesin bir kararla ve duyarlılıkla izleyeceğini, bu limitlerin aşılması halinde puan silmeye kadar uzanan yaptırımların işleme konulacağını bildirdi.
27 Haziran’da yürürlüğe giren limit uygulaması, daha ligin ilk yarısı bitmeden bazı kulüplerde sınırı aştı, tehdit oluşturan yaptırımlar sıkıntıyla hatırlandı. İşte tam da bu noktada TFF, insani, vicdani ve duygusal (!) bir kararla
Beşiktaş’ın dünkü maçı, niyetiyle, öyküsüyle, sıkıntısı, skoru ve coşkusuyla bir kenara dürüstçe yazılıp, ders olarak kayıt altına alınmalıdır.
Kendi üzerime düşeni yazayım o halde.
Beşiktaş, Abdullah Hoca’nın kazanma niyetine ve düşüncesine uygun bir oyun oynamadı dün. Evet, yüzde 66 topa sahip olanlar onlardı. Kornerlerde, pas ve şut sayılarında da Beşiktaş öndeydi. Ama ilk elde istatistiklere yansımayan durum, maçı sıkıntıya sokan top kayıplarıydı. Maçın en çalışkan adamı görünen Atiba ve görev ortağı Elneny inanılmaz top kayıplarıyla oynadılar. Diaby ve Ljajic de öyle. Kasımpaşalı oyuncular kolayca kaptıkları toplarla çok kolay atağa kalkıp bekledikleri golleri rahatça attılar.
Skordaki gelişmeden önce Hafez’in Atiba’ya kararlı bir kasıtla öyle bir girişi var ki anlatılamaz. Gaddarlık mı desek, hoyratlık mı? Anlayan beri gelsin. Arda Kardeşler doğrudan çıkardı kırmızı kartını. Maçın en tartışmasız, en doğru kararı.
Kasımpaşa maçın 6’da 1’i biterken 10 kişi kalmıştı. Beşiktaş
Türk futbolunun gerçekleri, topun görünmeyen yüzünde yaşanıyor.
Türkiye’deki futbol, futbolseverleri tatmin ediyor mu? Milyonlar, milyarlar harcadığımız, inanılmaz ayrıcalıklarla hayatımızın öncelikleri arasına kattığımız futbolda teknik direktörler, antrenörler ne durumda? Dünya futbolu hızla değişirken bizimkiler o değişime ne kadar ayak uyduruyor?
Bu “gereksiz” (!) sorularla adeta topun görünmeyen yüzüne çekilmiş önemli bir futbol adamını aradım... İşte anlattıkları:
“- TFF her yıl düzenli olarak antrenör eğitimi veriyor. 2006’dan beri UEFA’ya akrediteyiz. Onların tanıdığı ve kabul ettiği eğitim etkinliklerini sürdürüyoruz. Ancak yılın 250 gününü kapsayan, şehirden şehire taşınan, otellerde yaşanan bu organizasyon istenen, beklenen kalitede mi? Hayır. Türk antrenörleri, öğrenmeye değil, diploma almaya geliyorlar. Yaşları 70’i aşmış İngiliz hocalar bu oyuna yeni bilgiler katacak durumda değil. “
“- UEFA’nın her yıl tekrarladığı, önemli teknik direktörlerin katıldığı
Maçın başlangıç kadroları ilgi çekici. Beşiktaş 27,2… Kayserispor 27,9 yaş ortalamasıyla buluşuyor santrada. Bir de şu var: Süper Lig’in en genç oyuncusu 15 yaşındaki Emre Demir Kayserispor’un kadrosunda. Kim bilir, Kayserispor belki de geleceğini arıyor… Sadece Emre’yi değil, 17 yaşındaki Nurettin’i de sürüyorlar sahaya. Beşiktaş’ta ise geleceğin umutları olarak alkışlanabilecek 20 yaş altı oyuncu yok. Aksine, ilk yarıda atılan üç golün sahipleri (Atiba 36, Gökhan 34, Burak 34) genç Emre’nin amcaları (!) yaşında. Futbolun güzel yanı da bu. Bazen babalarla evlatları, bazen de amcalarla yeğenleri (!) buluşturuyor. Her şey bir yana… Golcüler, Adebayor dahil, 30’un üzerinde olsalar da ben geleceği ve gençleri alkışlıyorum.
Maça dönersek… Abdullah Avcı ve futbolcuları, sezonun belki de en rahat, en verimli maçını dün oynadılar. Saha içindekilerle tribündeki taraftarlar coşkuyla kucaklaşıp birlikte üçlü çektiler. Kalbi kırık Oğuzhan’ın gönlü alındı.
Galatasaray’ın efsane başkanı Alp Yalman benim dostum. Bu dostluktan da keyif alıyor, gurur duyuyorum. Pazartesi günü Alp Bey’le bir kahve içimi beraber olduk. Keyifli sohbetinden kalan satır başlarını kayıt altına almak istedim.
Haydi o zaman, buyur ola!
“Bugün Şenol Güneş ve ekibinin, kadrodaki futbolcularımızın sergilediği Milli Takım başarısında en büyük enerji ve katkı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan gelmiştir. Buna samimiyetle inanıyorum. Sayın Cumhurbaşkanı yurt içindeki maçları stada gelerek sonuna kadar izledi. Takımın başarısında onları kutlayarak beraber olduğunu gösterdi. Destek verdi, Milli Takım’ın hep arkasında durdu. Bunu çok önemsiyorum.”
“Kimse merak etmesin, Galatasaray rayına oturacak. Bu başarı Fatih Terim’le gerçekleşecek. Terim, zaman zaman teknik direktörlükten fazlasını yapmaya mecbur bırakılıyor. Kulübün söylemesi gereken şeyleri ona söyletiyorlar.”
“Yerli, yabancı futbolcu sayısı... Yasaklar, sınırlamalar bence çok boşuna tartışmalar... Yabancı futbolcu konusunda yasaklar gereksiz.