İstanbul’da iki maç, 4 takım, 4 teknik adam … Süper Lig’in goller, maç skorları ve takım oyunlarının yanı sıra bize sunduğu başka şeyler de var. Onlardan biri de teknik adamların maç sonrası yaptığı yorumlar. Duruşları, açıklamaları, teknik ve taktik değerlendirmeleri, hakem kararları üzerine düşünceleri.
90 ve 90+’larıyla oynanan maçlar bitiyor. Maç sonrası röportaj ve haberler sıraya giriyor. O röportajlarda, o haberlerde öyle sözler ve düşünceler sergileniyor ki, tartışmalar maç sürelerini aşıyor. Geceyi doldurduklarını bir yana bırakın, bir sonraki maçlar gelene kadar hafta boyu tartışma ve polemikler uzayıp gidiyor. Ceviz kabuğundan gemiler yapıp okyanusları aşma iddialarıyla her yöne rota tutturuyoruz.
Bu tür “gündem oluşturan” tartışmalardan ve beyanlardan uzak dururum. Bu defa öyle değil. Çünkü 9. hafta sonunda oynanan maçlardan ikisi Beşiktaş-Galatasaray ile Başakşehir-Tabzonspor, sonrasında gerçekten dikkat çeken mesajlarla doluydu.
Derbiden başlayalım: Kadrosu güçlü ve zengin olan değil, sakatlıklarla adeta dağılmış, puana da rakibinden çok daha fazla ihtiyacı olan Beşiktaş kazandı.
İki teknik direktörün açıklamaları bu nedenle önemli.Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim, hayal kırıklığına uğradığı hemen her maçtan sonra yaptığı açıklamaların dozunu artırdı. Ocak ayına kadar sabredeceğini bildirip ara transferde bazı oyuncularla yollarının ayrılacağını söylemesi, alışılmışın dışındaydı. Hoca ilk kez futbolcularıyla ayrı düşüyor, kırık kolu yenin dışına çıkarıp göstermeye çalışıyordu. Yine de arada “Futbolcularımı hedef almayın, beni hedefe alabilirsiniz” demesi çelişkiliydi. Bu arada medyanın ille de birini hedefe koyma zorunluluğu mu var, anlayamadık. Terim’in bu tür açıklamaları doğru değil. Ligin ilk çeyreği henüz bitti. İlk yarı tamamlanıncaya kadar 8 maç oynanacak ve siz, yolları ayırmayı düşündüğünüz bazı oyuncularla ikinci çeyreği birlikte yaşayacaksınız. Kim kime güvenecek? Sorunlu bir durum. Öte yandan Terim’in yönetimle ilişkileri de “mesafeli” görünüyor.
Abdullah Avcı’ya bakarsak… Olağanüstü kongreyi toplayarak görevi bırakan Fikret Orman’dan ister istemez ummadığı bir darbe aldı. Yine de sesini çıkarmadı, tavır koymadı. (Tavır koyacak durumu da yoktu). Kazandığı derbi ile sezon başından beri ısrar ettiği yeni oyun anlayışından biraz uzaklaştı. Her rakibe farklı oyun anlayışı ile plan yapabileceğini açıkladı. Galibiyet sevincini oyuncularıyla paylaşırken büyük payı, yeni seçilen Başkan Ahmet Nur Çebi’ye ayırdı. Başkanın takımı ziyaretinde “Size yalan söylemeyeceğim” sözü verip ertesi gün de biriken alacakları dağıtması olumlu rüzgar estirdi. Avcı’nın ayrıca rakibinden 1 gün az dinlendiğini, o nedenle futbolcularıyla tek tek kısa konuşmalar yaparak istediklerini sıraladığını biliyoruz. En önemli isteği sıkı ve sert savunmaydı. Avcı, “Öne geçtiğimiz her maçı kazanırız” diyerek iddiasını da ortaya koydu.
Başakşehir-Trabzonspor maçından sonra Okan Buruk da Ünal Karaman da ortak bir dille rakiplerinin kıymetini anlattılar. Bu yaklaşım tarzı ile maçın adil bir skorla bittiğine inanıyorlardı. Futbolcularına teşekkür edip noktayı koydular. Hakem tartışmalarına hiç girmediler. Oysa ortada iki penaltı kararı vardı.
Dört teknik adam da farklı özelliklere sahip.O nedenle üslupları ve dilleri de farklı olabiliyor. Bakalım farklı üsluplar Süper Lig’de nasıl fark yaratacaklar? Bekleyelim.
‘Benim sınavım bu!’
Abdullah Avcı, sezon başından beri sakatlıkların takım kurgusunu olumsuz etkilediğini söylüyor: “Atiba, Elneny, Burak, Caner, Ruiz ve Roco ile birlikte bir maç oynayamadık” diyor. Yerli oyuncu grubundan Caner, Burak, Gökhan, Oğuzhan, Necip, Dorukhan, Umut ve Güven’in sahiplenmeyi artırdığını, bazı durumlarda ise duygusallıkla etkilendiklerini bildiriyor. Avcı’nın bir cümlesi de şöyle: “Benim sınavım bu. Büyük takım dinamiklerini değerlendiriyorum. Büyük takım ve büyük camiayı her geçen gün daha iyi tanıyorum.”
Cumhuriyet’in en yaramaz çocuğu
Kendimi bildim bileli Türk Sporu ile ilgili bakışım değişmedi. 96. yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin en yaramaz, en haylaz, en sevimli, en şımarık, en başarılı çocuğu Türk Sporu’dur.
Federasyonlarımız ve kulüplerimiz, bürokrasi karşısında ayrıcalıklıdır. En düşük vergiyi sporcularımız öder. Devlet Baba’dan bir olimpiyat madalyasına servet sayılacak ödüller alırlar. Gelir vergisinde, sigorta primlerinde, arazi tahsislerinde, özel aflar hep spor içindir. En kısıtlı zamanlarda devlet, tesisler için her türlü destek ve kolaylığı gösterir. Peki karşılığını alabilir miyiz bu ayrıcalıkların? Yüzde yüz evet, diyemem… Baksanıza cimnastik ve kadınlar boksta dünya şampiyonluklarını ancak bu yıl kazanabildik. 1948 Londra Olimpiyatları’nda kırdığımız madalya rekorunu (12) hala tekrarlayamadık. Olimpiyat madalya sayımız 94. Umalım ki önümüzdeki yıl 100 madalyayı yüzüncü yıldan önce kazanmış oluruz.
Takım sporlarında da parlak sonuçlar var… Yeter mi? Hayır. Cumhuriyetimizin sporcu evlatları çoğu zaman bizim gururumuz oldu. Bazen doping, şike gibi halleri de oldu. Dedik ya en yaramaz çocuğumuz spordu!
Cenk, Schalke’ye mi?
Kulağıma gelen haberlere göre Everton’da Marco Silva tarafından adeta dışlanan Cenk Tosun, önümüzdeki yıl önemli kararlar alacak. Teknik direktör Marco Silva sezon sonunda görevden ayrılırsa Tosun, Premiership kariyerine devam edecek. Hayır, Silva devam ederse Cenk’in Bundesliga yolcusu olacağı söyleniyor. Schalke 04’le anlaştığını söyleyenler de var.
Kimbilir, bakarsınız kiralık formülüyle Beşiktaş’a gelmiş. Olmayacak şey değil...
YASAK ŞEHİR (!)
Trabzonlu dostlardan şikayet aldım. Başakşehir Spor Kulübü, Fatih Terim Stadı’ndaki maç için kendi taraftarları dışında kalan tüm taraftarlara bilet tahsisini durdurmuş. Bunların arasında TFF’nin VIP bilet tahsis ettiği Passolig sahipleri de var. Uygulamaya aklım ermedi. Konuk takımlara hak ettiklerinin üzerinde yer ayıran Başakşehir’in son uygulaması “yasak bölge” anlamına mı geliyor acaba?
Öte yandan statta Başakşehirli’den daha fazla Trabzonsporlu vardı. Nasıl oldu anlamadım.