Beşiktaş çıkmaz sokaktan çıkmaya çalışıyor ama yol tıkalı.Ağır bir sorunlar trafiği var.Peş peşe dizilmişler caddede. Kimse ilerleyemiyor.Beşiktaş çıkmaz sokaktan çıkacak ama gücü yok. Herkesin yakınıp çözüm aradığı o yoğun trafikte Beşiktaş daha da yoğun dertleriyle uğraşıyor.Sezonun bitmesine 16 hafta var daha...
Yolun yarısını anca geçmişiz ama, Beşiktaş şimdiden 6 yenilgi yazmış tabelaya…Çok kötü bir tablo bu. Ligin bir devresinde 6 kez yenilmek, alışkanlık yapar. Eski galibiyet serilerini unutursunuz.Uzaktaki büyük hedefin ufuk çizgisinin ötesine geçtiğini görür, hiç değilse “önümüzdeki maça bakarak” yenilmemeye çalışırsınız. Takımın oyun kimliği, kişiliği kaybolmaya başlar. Hakça konuşalım: Abdullah Avcı böyle bir konsepte uygun hoca değildir. O, ligde kalma, küme düşmekten kurtulma gibi dertlerden uzak, futbolun iyisini oynatarak, tıpkı Alex Ferguson gibi sıradan oyuncularla bir araya gelip onlara kariyer zirveleri sunan bir hocadır. Böyle yenilgiyi alışkanlık haline
Gaziantep FK ile Fenerbahçe sanki sessiz bir anlaşma yapmış gibi hem kendilerini hem de seyirciyi oyaladılar. Ne oyun kurgusunda, ne de defansif-ofansif hareketlerinde parıldayan bir şey vardı. İlk yarıdaki sıkıntı ikinci yarıda açıkça meydan okumaya dönüştü ve Yanal’ın ekibi deplasmanda hak ederek nihayet bir maç kazandı. Gaziantep FK ile Fenerbahçe sanki sessiz bir anlaşma yapmış gibi hem kendilerini hem de seyirciyi oyaladılar. Ne oyun kurgusunda, ne de defansif-ofansif hareketlerinde parıldayan bir şey vardı. İlk yarıdaki sıkıntı ikinci yarıda açıkça meydan okumaya dönüştü ve Yanal’ın ekibi deplasmanda hak ederek nihayet bir maç kazandı. Temposuz, risksiz, verimsiz, bol faullü, az şutlu bir futbol tiyatrosu vardı ilk yarıda. Biliyorsunuz tiyatronun bir tanımı da “gibi yapmak sanatı”dır. İki takım da ilk yarıda oynar gibi yaptılar, oynamadılar. Hadi seyirciyi ve rakiplerini oyalıyorlar, diyelim… Oyalamak tribündekileri eğlendirmek, saha içinde de karşı takımı kendi yarı sahasına hapsedip çıkamaz hale
Ankara’daki Spor Çalıştayı’nın ikinci gününde federasyon ve kulüp başkanları, Gençlik ve Spor Bakanı Dr.Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nun öncülüğünde devletin en yüksek kapısına Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne gittiler dün. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret ettiler.
Beştepe’deki Külliye ziyareti hem spor kulüpleri hem de devlet açısından son derece önemli... Devlet, Cumhuriyet’in en yaramaz, en sevimli, en şımarık çocuğu olan spora kol kanat germiş. Onları kendi hallerine bırakmamış, hep desteklemiş. Hiçbir vatandaşa veya şirkete tanımadığı ayrıcalıkları sporculara, spor kulüplerine tanımış.
Hakça ve açıkça söyleyelim: Onlar da bu ayrıcalıklardan yararlanıp sürekli olarak hep daha fazlasını istemişler. Daha fazla para, daha fazla vergi iadesi, daha fazla borç affı, vergi affı, daha az vergi, daha çok tahsisat, daha çok arazi, daha çok tesis, daha çok teşvik...
Ver Baba ver!
Dünkü ziyarette de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halden anlar eski sporcu kimliğine
Başakşehir futbol takımı son iki yılda yaklaşık 90 maç oynadı. 2018 Ocak transferinde Barcelona’dan kiralanan Arda Turan doksan maçın 39’unda sahaya çıktı. Hepsini de 90’ar dakika oynadığı söylenemez. Çoğu maça 11’de başladı. Sonra oyundan çıktı. Kulübede bekleyip sonradan “hamle” adına oyuna girdiği de oldu. Skor tabelasındaki notu çok zayıf: 4 gol, 2 asist.
Burada durmak gerekiyor. Başakşehir Başkanı Göksel Gümüşdağ’ın sözü belki de her şeyin özeti:
“Biraz kendini toparlayıp Arda gibi oynasaydı, maçına göre 2 gol daha atsaydı bugün şampiyonduk!”
Oynanan maç sayısı doksan... Arda Turan noksan!
Ayrıntılara girmek istemiyorum... Yaşadığı ve yarattığı olayları biliyorsunuz. Her biri travma ile sonuçlanan akıl dışı davranışlar, kavgalar, davalar.
Başakşehir Spor Kulübü Başkanı Gümüşdağ, Arda’ya elini uzattı. Barcelona yöneticilerini ikna etti, “Ben bu Arda’yı yeniden kazanıp size teslim ederim. Dahası bir alıcı çıkarsa da transferinden pay isterim” dedi, aldı.
Geçen 2019 yılının spor dünyasına verdiği en önemli ders mutfaktan geldi: MasterChef Türkiye yarışması. Acun Medya’nın yurtdışından aldığı formatla disiplin içinde gerçekleştirdiği organizasyon, adeta olimpik madalya mücadelesiydi. Yarışma ilerledikçe, finale yaklaştıkça doğal olarak yarışmacı sayısı azalıyor, heyecan artıyordu. Hem biz izleyicilerin, hem de giderek yalnızlaşan yarışmacıların heyecanı... Türk ve dünya mutfağından en zor, en seçme yemeklerin, en önemli malzemelerle hazırlanıp, sınırlı sürelerde güzel bir tabakla sunumu, bize de yarışmacılara da önemli şeyler öğretti.
En başta spor dünyasının kaybettiği kültürü...
Jüri mesela... Dürüsttüler... Zordular... Kuralcıydılar. Hak edilen beceriyi takdir ettiler. Eleştirilerini sakınmadılar. Baskıdan yakınmadılar. Açık sözlü, anlaşılabilir, net tavırlar sergilediler. Kırmadan dökmeden. Korkutmadan, şımartmadan, adalet terazisinde şaşmadan karar ve not verdiler. Bizdeki VAR odasına benzettim onları. Şu farkla ki sporda arıza VAR’dı. Onlar arıza
Süper Lig’de “Yıl sonu partisi” devam ediyor. Bol balonlu (ara transfer haberleri) ile bol gollü maçlar izliyoruz. Kazananların keyfi yerinde… Kaybedenler de isyanlarda: “Batsın bu dünya!”
Partinin en şık, en şaşaalı ve de en hareketli bir gösterisi de Telekom Arena’da yaşanıyor. Az sayıda taraftar, bol sayıda gol var yine de.
En neşeli sürpriz de Fatih Hoca’dan geliyor: Belhanda kenarda, Babel kenarda…Taylan da sahada! Böylece oyun 12 Antalyalı (!) ile başlıyor. Ne yani, çocuk Galatasaray forması giyiyor diye soyadını silecek miyiz? Asla! Tam da aksine, bu Taylan Antalyalı’nın adını en koyu kalemlerle, en sivri çivilerle tahtaya, kağıda, taşa toprağa yazmak gerek… Unutmamak, ilk yarıda Fatih Hoca’nın yaptığı gibi ihmal etmemek için.
Maçı ve golleri izledikçe bir metafora kaptırıyoruz kendimizi. Zaman zaman “Hoca, Belhanda konusunda niye bu kadar ısrarlı?” diye sorardık. O her defasında sahip çıkardı. Kendisinden bekleneni yapardı. Taraftarların protestosuna rağmen bir duruş gösterip 10 numaranın yanında yer alırdı.
Beşiktaş-Gençlerbirliği maçları Süper Lig’in en kargaşalı kapışmalarından biri olarak biliniyor. Futbol seyircisinde tiryakilik ve alışkanlık yaratmış bir gelenek havası oluşturuyor. Futbol seyircisi kaldı mı, derseniz, ayrı bir tartışma konusu…
Her neyse… Dünkü maç da başlangıçtan itibaren kaotik görüntüler vermeye başladı. Beşiktaş rakip ceza alanına her girişinde adeta duvara çarpıyor ve topu kaybediyordu. Oradan uzun paslarla kontralara çıkan Gençlerbirliği, üst üste kornerler kazanmaya başladı mesela. Uzaktan yakından şutlar denedi. Tatsız ve sert yaklaşımlarla Beşiktaş’ı yıldırmayı amaçladı.
Hepsi olabilir. Şaşılacak bir şey yok. Ancak Nadir’in (Dk. 11) ve Yasin’in (Dk.36) kırmızı kartlarla oyun dışı kalmaları çok ayıp! Bu hareketlerin sporculukla, efendilikle, fair play’le ilgisi yok. İlkinde Vida ile sert mücadelesinde devam kararı... Nadir, ısrarla itiraz ediyor, faul istiyor. Sarı kart… Sonrasında Aydınus’un arkasında söylenmeye devam ediyor. (İçerik bilmiyoruz)… Bu defa kırmızı kart
2019’un şu son yazısında bitirmekte olduğumuz yılın hesabını çıkarıp geleceğe bakmak gerek.
Hemen söylemeliyim: Sporda 2019’u başarıyla, çiçek gibi sonuçlarla, madalya ile tamamlıyoruz.
Milliyet’in “Yılın Sporcusu” jürisinde de dile getirdim.
Cumhuriyet tarihimizin en iyi, en akıllı, en bilimsel, en umutlu olimpiyat hazırlık dönemini 2019’da yaşadık.
Hayır, tarihimizdeki başarıları, özverileri, kahramanlıkları unutmak, unutturmak durumunda değilim. Aksine yol parasından vazgeçip 1932 oyunlarına katılmadığımızı da söylemeliyim... 1948 (6A, 4G, 2B) Londra ve 1960 (7A, 2G, 0B) Roma madalyalarını da saygı ile anmalıyım.
Ama o günlerden bugünlere çok şey değişti. Türkiye gelişti, tüm ekonomik sorunlara rağmen spora ayrılan kaynak artırıldı. Uluslararası turnuvalar, şampiyonalar ve yarışmalar yoğunlaştı. Spor kültürümüz, bitmeyen olumsuzluklara rağmen gelişti.
Bugün, olimpiyat barajını aşan sporculara asgari ücret düzeyinde net destek aylığı veren bir devlet var. Uluslararası Olimpiyat Komitesi de baraj geçen bir başka grup