Özel hayat ve casus program

5 Mart 2018

Ara sıra posta kutuma reklamlar gelirdi de bunu neden, nasıl kullanacağız, şaka herhalde deyip silerdim. Efendim “casus kalem”, yok “mikro kamera”, tanıtım metinleri “Eşiniz sizi aldatıyor mu? Artık öğrenmek çok kolay” şeklinde başlayan bir takım takip mekanizmaları. Bütün olay hayatınızı paylaştığınız insanın aslında bir sahtekar olma ihtimali üzerine kurulu ve siz bu ‘güven ortamı’ içinde her an arkanızdan vurulacakmış gibi yaşıyorsunuz, buna da ‘aile yuvası’ diyorsunuz.

Ayrıca tutun ki yakaladınız, ne yapacaksınız? Bu kadar güvenmediğiniz biriyle beraberseniz zaten ayrılın. Yok, boşanma davası için kanıt peşindeyseniz, yasadışı yollarla elde edilen kayıtlar, belgeler mahkemede delil olarak kullanılamıyor. Yani en azından biz böyle biliyorduk.

Fakat Habertürk’ten Fevzi Çakır’ın haberine göre, Söke’de aldatıldığından şüphelenen öğretmen koca karısının cep telefonuna casus program yüklüyor ve şüphesini doğrulayacak ses kayıtlarına ulaşarak dava açıyor. Aynı anda kadın da kocasının kendisine şiddet uyguladığını, evden kovduğunu ve evlilik yükümlülüklerini yerine getirmediğini söyleyerek karşı dava açıyor. Ve Mahkeme ‘zina’ eyleminin kocanın kişilik haklarına saldırı niteliğinde

Yazının Devamı

‘KADIN’ DİZİSİNİN GÜÇLÜ KADINLARI

2 Mart 2018

İlk bakışta acılardan acılara sürüklenen bir kadının hikayesi, ‘Kadın’. Sırlar, entrika uzmanı yılan kız kardeş, vicdansız anne, her yanı tutmuş kötü kalpli insanlar ve bunların arasında iki çocuğuyla hayatta kalmaya çalışan Bahar. Neresi ilginç böyle bakınca? Hiç. Yeşilçam’ın mirasından devşirilmiş bir melodram gibi görünüyor.

Ama çok enteresan, içine ince ince yerleştirilmiş-yazar Hande Altaylı’nın başarısı-öyle detaylar var ki, onu farklı kılıyor. Bir kere Bahar ağlayıp sızlanan bir kadın değil, o klasik ‘kan içtim, kızılcık şerbeti içtim’ tarzı Hülya Koçyiğit karakterlerinden de değil, güçlü, hayata tutunan ve hatta komik de biri. Özge Özpirinççi de şahane oynuyor zaten. Ama bu dizide bir o kadar şahane yan karakterler var.

Yan dairedeki konsomatris Ceyda (Gökçe Eyüboğlu) mesela. İyilikle kötülüğü her insan gibi içinde barındıran, zamanla değişen bir karakter. O sessiz sedasız Bahar’ın Ceyda’yı belalısına karşı korumak için kaplan kesilmesi, konfeksiyon atölyesinde birbirine destek için mesaiye kalan kadınlar, Ceyda’nın kendi ayakları üzeerinde durma çabası, Ayça Erturan’ın oynadığı Yeliz’in Bahar’a arka çıkmaları, her bölümde hem çok ciddi kadın dayanışması mesajları hem

Yazının Devamı

Tek tek deniz yıldızları topluyorlar

1 Mart 2018

"Ben de ne yazık ki bu ülkenin kanayan yarası çocuk gelinlerden biriyim. 14 yaşında evlendim, beş tane kız çocuk annesiyim."

Perdede sadece yüzüyle değil, bütün kalbiyle gülen bir kadın yüzü var. Ses kısık olsa ya da bilmediğiniz bir dilde konuşuyor olsa kesin “Hayat bana hep çok iyi davrandı, o kadar şanslıyım ki bu kadar olur” dediğini düşünürsünüz. Işık çıkıyor gözlerinden.

O ışıkların sırrı son cümlede: “Çağdaş Yaşam’ı tanımadan önce kendimi çok değersiz hissediyordum.”

Memleketin şanslı doğmayan çocuklarının, özellikle de kadınlarının şansı olmak üzere yola çıkan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği 29. yaşını kutluyor. Bu süreçte ne zorluklarla, ne kösteklerle karşılaştıklarını, hâlâ da ne olmadık işlerle uğraşmak zorunda kaldıklarını bir kenara bırakıp sadece aldıkları yollardan söz edelim istiyorum. “Ben kanayan bir yarayım” diyen o kadının yaptığı gibi.

Evet, ÇYDD öncelikle eğitim amaçlı kurulmuş bir dernek. Ama “Şu kadar çocuğa burs veriyoruz” gibi basit bir şeyden söz etmiyoruz. Gönüllülerin o çocukların ailelerini ikna etmesiyle başlayan ve üniversite hayatlarının sonuna kadar da ellerini bırakmayan bir mekanizma, karşımızdaki.

Çocuk Kulübü projesiyle ilköğretim çağındaki

Yazının Devamı

Korkular yüzleşme dertleşme

28 Şubat 2018

Annem nefes alıyor. Öyleyse her şey yolunda.” Ölümü beklemek, sevdiğin birinin ölümünü beklemek, belki onun ölümününn kendisinden bile daha zor, daha acılı bir şey. Eğer doktorlar hiçbir umut vermemişse, “İki üç gün, en fazla bir hafta” gibi bir cümle etmişlerse, o dünyanın en zor, en geçmesini istemediğin ve hem de bir an önce geçsin istediğin iki üç günüdür.
Bekleyenleri kendileriyle, birlikte bekledikleriyle, o gün yanında olan - olmayanlarla ve tabii ki içeride yatan insanla - hele bu anne ya da babaysa mutlaka yüzleştiren bir süreç. Dolayısıyla aile içi hesaplaşma yüzleşme oyunlarının, filmlerinin de çok tercih ettiği bir alan. Ezop Sahne’de iki kız kardeşi ölüm döşeğindeki annelerinin baş ucunda buluşturan ‘Beyaz’ gibi.

Korkuların kaynağı baba

Genç yaşta hayata veda eden Fransız yazar Emmanuelle Marie’nin ölümünden üç yıl önce; 2004’te yazdığı oyun, ‘giden’ kardeşle ‘kalan’ kardeşi yıllar sonra bir araya getiriyor. İkisinin de gözü birbirlerinin sahip olduğuna inandıklarında.
Kız kardeş renkli, eğlenceli, gönlünün istediği gibi bir yaşam süren ablasına özeniyor, abla ise kardeşi bir kocaya ve çocuğa sahipken kendisinin hiçbir şeyi olmadığını düşünüyor. Halbuki

Yazının Devamı

Bu ne ciddiyet?

26 Şubat 2018

Spielberg’in “The Post”u basın özgürlüğü, gerçek gazetecilik, baskılara karşı haber verme cesareti üzerine bol bol düşündürdü - konuşturdu hepimizi. 1971’de Washington Post’un Pentagon belgelerini yayımlamaya karar verişini anlatıyordu film. Yayın yönetmeninin de gazete sahibinin de gözüpeklikleri etkileyiciydi tabii. Ama !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde bir belgesel izledim, cesaret denen şey yeniden tanımlandı kafamda.

Dünyaya gerçeği duyurmak uğruna canlarını ortaya koyan insanların hikayesiydi anlatılan. Öyle mecazi anlamda falan değil, gerçekten canlarını. Ve 40 yıl önce de değil şimdi, bugün, şu anda.

‘Raqqa is Being Slaughtered Silently’ (Rakka Sessizce Katlediliyor), 2014 yılında IŞİD tarafından ele geçirilip dünyayla ilişiği kesilen Rakka’da olup bitenleri duyurmak için kendiliğinden kurulmuş bir aktivist grup. Biri lise öğretmeni, öteki hukukçu, diğeri kameraman, sıradan genç insanlar hepsi. İşlerini yapmak, evlenip yuva kurmak, ‘normal’ bir hayat sürmek, bütün istedikleri bu. Ama ülkelerindeki hayat ‘normal’ olmaktan çıktığında kendilerini bunu insanlığa bildirmek zorunda hissediyorlar. Fotoğraflarla, videolarla, internet kesildiğinden uydu antenleri

Yazının Devamı

YOL UZATMADA ÇIĞIR AÇAN TAKSİCİ

23 Şubat 2018

Taksiciler kan ağlıyor. Taksiciler Uber’e kızgın. Onun yüzünden eve ekmek götüremez hale geldiler. Ama hâlâ şapkalarını önlerine koyup, düşünmüyorlar. “Biz acaba bir yerde hata yapmış olabilir miyiz ki, insanlar buldukları ilk alternatif çözüme dört elle sarılıyor?” diye sormuyorlar örneğin. “Ne yaptık da bu kadar güvenilmez bir meslek grubu haline geldik?” demiyorlar.

Gidilecek yeri beğenmemek onlarda, şehir içini geçtim, havaalanından taksiye binmeyi denediniz mi hiç? Neredeyse Taksim’i bile yeterince uzak bulmuyorlar. Müşteriye kaba davranmak, diğer araçlarla kapışmak ve para verip yaptığın yolculuğu gerilim filmine çevirmek onlarda.

Mümkün olduğunca dolaştırıp, olabilecek en uzak yoldan hedefe varmak onlarda. Sürekli bir ‘orası tıkalı’ iddiası. Eğer buna rağmen en kısa yolda ısrar edersen, şoför de hışımla seni indirmezse-ki bu da sıkça başımıza geliyor-orası dediği gibi tıkalı çıksa bir dert, çıkmasa bir dert.

Yalanları ortaya çıktığında da gene sana sinirleniyor arkadaşlar çünkü. Yani hikmetinden sual olmayan, var olabilmek için ihtiyaç duyduğu en önemli unsur olan müşteriyi mutsuz etmek adına elinden geleni ardına koymayan, bindiği dalı kesen ve sonunda düşünce ağlayan bir

Yazının Devamı

‘Ah bir zengin olsam’dan çok daha fazlası

22 Şubat 2018

Yılların inanışıdır, “Bizde müzikal yapılamıyor”. Neden, belli değil. Tamam korkunç denemeler de gördük ama neden yapılamasın? Oyuncumuz mu yok, müzisyenimiz mi yok, pahalı bir iş, para yatıran mı yok? Hepsi mevcut. “Seyirci yok” desen beşinci kast Broadway müzikallerine koşa koşa gidenler kim?

Neyse, son yıllarda bu inanışı kıran örneklerle karşılaşmaya başladık. Şu anda da dekorundan kostümüne, müziğinden danslarına ve de tabii şahane oyunculuklarına kadar dört başı mamur bir müzikalimiz var: Zorlu PSM’nin ilk Türkçe müzikal yapımı olarak Talimhane Tiyatrosu iş birliğiyle hayata geçirdiği “Damdaki Kemancı”.

Büyüsü hikâyesinde

“Damdaki Kemancı” Broadway’in en uzun soluklu eserlerinden biri, 1964’te ilk kez sahnelenmiş, 1971’de meşhur sinema filmi çekilmiş, bizde de 1969’dan itibaren Devlet Tiyatrosu yapımı olarak Cüneyt Gökçer ismiyle özdeşleşmiş.
Büyüsünü öncelikle insanın kalbine dokunan, sıcacık hikâyesinden alıyor. 1905 Çarlık Rusya’sı döneminde devrimin ayak seslerine kulak tıkamış, hayatı “gelenek”ler tarafından kuşatılmış bir Yahudi köyü olan Anatevka’da geçiyor olaylar. Ailedeki iş bölümü belli, o ailelerin nasıl kurulacağı belli. Öyle âşık olmak, bir ömür geçireceğin

Yazının Devamı

İdam ya da hadım çözüm mü?

22 Şubat 2018

Çocuk istismarını engellemek için altı bakandan oluşan bir komisyon kurulması, bu suçlara ceza indirimi uygulanmayacağının, gereken bütün tedbirlerin alınacağının duyurulması, meselenin hak ettiği önem ve aciliyetle ele alınacağının göstergesi olarak sevindirici. Ama gündeme ilk gelenin gene ‘kimyasal hadım’ olması düşündürücü.

İnsanın içinden geliyor tabii, çocuğa dokunanın elleri kırılsın, başka organları da zarar görsün, soyu sopu kurusun, aklından geçiyor bunlar.

Ama aynı zamanda da biliyorsun, bu kalıcı bir çözüm değil. Bir toplumda adım başı çocuk istismarı, taciz, tecavüz vakaları yaşanıyorsa bunu çözecek olan şey “Birkaç sapığı hadım etmek” olmuyor, olamıyor maalesef. Keşke o kadar kolay olsa.

Çok rica ediyorum, konuyla ilgili açıklanan rakamlara bir daha bakın. Hiçbir zaman açıklanamamış olanları da hesaba katın. Belli ki konu öyle birkaç kendini bilmezin sorunu değil. Ve intikam hiçbir zaman çare değil.

Konunun insan hakları boyutunu geçiyorum bir kalem, tamam, bu suçları işleyenlerin insanlık onurundan söz etmeyelim, konu bu olmasın.

Ama cinsel suçların, kadına, çocuğa şiddet, istismar davalarının en yılmaz takipçisi olan kadın dernekleri her gündeme geldiğinde

Yazının Devamı