Annem nefes alıyor. Öyleyse her şey yolunda.” Ölümü beklemek, sevdiğin birinin ölümünü beklemek, belki onun ölümününn kendisinden bile daha zor, daha acılı bir şey. Eğer doktorlar hiçbir umut vermemişse, “İki üç gün, en fazla bir hafta” gibi bir cümle etmişlerse, o dünyanın en zor, en geçmesini istemediğin ve hem de bir an önce geçsin istediğin iki üç günüdür.
Bekleyenleri kendileriyle, birlikte bekledikleriyle, o gün yanında olan - olmayanlarla ve tabii ki içeride yatan insanla - hele bu anne ya da babaysa mutlaka yüzleştiren bir süreç. Dolayısıyla aile içi hesaplaşma yüzleşme oyunlarının, filmlerinin de çok tercih ettiği bir alan. Ezop Sahne’de iki kız kardeşi ölüm döşeğindeki annelerinin baş ucunda buluşturan ‘Beyaz’ gibi.
Korkuların kaynağı baba
Genç yaşta hayata veda eden Fransız yazar Emmanuelle Marie’nin ölümünden üç yıl önce; 2004’te yazdığı oyun, ‘giden’ kardeşle ‘kalan’ kardeşi yıllar sonra bir araya getiriyor. İkisinin de gözü birbirlerinin sahip olduğuna inandıklarında.
Kız kardeş renkli, eğlenceli, gönlünün istediği gibi bir yaşam süren ablasına özeniyor, abla ise kardeşi bir kocaya ve çocuğa sahipken kendisinin hiçbir şeyi olmadığını düşünüyor. Halbuki baktığınız zaman, abla gitmiş ve belli ki orta karar bir oyuncu olmuş, annesinin başında beklemek için iptal etmek zorunda olduğu reklam filmi olmadan kirasını nasıl ödeyeceğini bilemiyor. Kız kardeş ise böyle zor bir zamanında bile yanında olmasını istemediği bir kocayla hiç de mutlu sayılmayacak bir evliliği ittirmekte. Abla kaybetme korkusu nedeniyle kimseyle kalıcı bir bağ kuramazken, kız kardeş zincire benzettiği evlilik bağını sadece oğlu birbirlerini sonsuza kadar seven bir anne babası olduğunu zannetsin diye kesemiyor. Ve tahmin edileceği gibi bütün korkuların kaynağında da zamanında çekip gitmiş bir baba mevcut.
İki parlak oyuncu
Ezop Sahne’de usta yazar Özen Yula’nın rejisiyle izlediğimiz ‘Beyaz’, son derece insani ve dünyanın neresinde olursa olsun herkesin aşina olduğu korkularımıza, hayatı askıda yaşamalarımıza, aile bağlarına dair, yüzleşen - yüzleştiren bir oyun. İki parlak oyuncuyu; Derya Alabora ile Deniz Çakır’ı bir araya getiriyor. Suna Selen’in oynadığı hasta yatağındaki anneyi ise zaman zaman perdeden izliyoruz.
Derya Alabora duygudan duyguya, halden hale jet hızıyla geçen, telaşlı, delifişek bir abla, Deniz Çakır ise sürekli ayağı kapı eşiğinde olup o adımı bir türlü atamayan, kendi zincirinin ucundaki ağırlığı da kendisi yüklenen bir kız kardeş olmuş. Kimin giden kimin kalan olduğunu bilmeseniz de anlamanız çok kolay. Biri içi daralınca kalkıp çikolatalı tart yapmaya girişiyor, öteki annesinin ölümünden sonra evde yapacağı değişikliklerden, atacağı mendillerden, leğenlerden medet umuyor nefes almak için.
Kızlar benzer anneye
Artık her şeyin yolunda olması annelerinin nefes almasına bağlı değilken, aralarında konuşulmamış pek az şey kalmış ve “Şu ölümlü dünyada hiçbir şeyin önemi yok” cümlesinde uzlaşmışlarken, iki kızkardeş mutfak tezgahında oturup dertleşiyorlar. Artık ‘hesaplaşmıyor’, dertleşiyorlar. Ve biz sözlerini Özen Yula’nın yazdığı, Çiğdem Erken’in bestelediği nefis bir şarkı dinliyoruz ikisinden: “Ev değişir, insan da / Acı döner sızıya (…) Beyaz, bomboş aynada / Hüzün yanar ocakta / O mermerin tozunda / Kızlar benzer anneye”.
‘BEYAZ’ / EZOP SAHNE
Yazan: Emmanuelle Marie / Çeviren: Zeynep Utku / Yöneten: Özen Yula / Sahne tasarımı: Tomris Kuzu / Işık tasarımı: Yakup Çartık / Müzik: Çiğdem Erken / Oynayanlar: Derya Alabora, Deniz Çakır