Edith Piaf’ın hayatını anlatan “Kaldırım Serçesi”, yaklaşık 40 yıl sonra yeniden sahnede. Altıdan Sonra Tiyatro yapımı oyun, Başar Sabuncu ve Gülriz Sururi’ye saygı duruşu niteliği de taşıyorDiyebilirim ki ben Edith Piaf’ı Gülriz Sururi’yle tanıdım. Tamam, eşi benzeri görülmemiş bir sesi olduğunu ve birkaç şarkısını biliyordum ama o ciğerden sökülüp gelen sesin arkasında nasıl trajedilerle dolu bir ömür olduğunu “Kaldırım Serçesi”nden öğrendim. Başar Sabuncu’nun yazıp yönettiği oyunun TRT’de yayınlanan dizi versiyonundan. “Hiç, hiç mi hiç, ben pişman olmadım hiç” diye haykıran Gülriz Sururi’nin sesinden.
Ondan sonra bu bülbül sesli küçük kadını kim oynasa izlemek isterdin dense herhalde aklıma ilk gelecek isim Tülay Günal olurdu. Yiğit Sertdemir’in rejisiyle karşımıza çıkarsa da bu Gülriz Sururi ve Başar Sabuncu için hakkı verilmiş bir saygı duruşu olurdu, derdim. Nitekim oldu.
Önce oyunun yazım sürecinden söz etmek
Buna kimsenin itirazı olur mu bilmiyorum, bu dünyada kadına karşı şiddeti protesto etmeye birilerinin hakkı varsa, onların başlarında bizim ülkenin kadınları gelir diye düşünüyorum. Bu herhalde herkesin kabul ettiği bir gerçek olsa gerek ki bu ülkede kadınlar öldürülüyor. Üstelik yıldan yıla artan şekilde. Rakamlar ürkütücü. Ben demiyorum, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu söylüyor; 2017’de 409, 2018’de 440, 2019’un ilk 11 ayında en az 430 kadın cinayete kurban gitmiş durumda.
Taciz, tecavüz, şiddet, hele hele aile içi şiddet vakaları almış yürümüş durumda.
Son dönemlerde kadın örgütlerinin çabaları ve sosyal medyanın etkisiyle konu daha çok gündeme gelir oldu. Artık hepimiz isim isim biliyoruz; hangi şehirde hangi kadın şiddet gördüğü kocası, ayrılmak istediği sevgilisi ya da tanıdığı tanımadığı hangi erkek tarafından katledildi. Yüzlerini, gözlerini, gülümsemelerini biliyoruz. Davalarının bekçisi olan hemcinslerinin ellerindeki pankartlardan, yakalarındaki
Bazı eserler vardır; kitap olur, albüm olur, film ya da dizi olur, size çok heyecan verir ve tam da bu yüzden bir türlü başlayamazsınız. Hakkını verebileceğiniz anı beklersiniz, çabuk tükenmesin, biraz daha sizinle kalsın istersiniz.
Memleketin en eğlenceli müzik yazılarını ve kitaplarını yazan Murat Meriç’in “Hayat Dudaklarda Mey” kitabı öyle oldu benim için. Yirmi yıla yakın ahbaplığımız var, her zaman dinlediği, çaldığı şarkıların hikâyelerini araştıran, anlatan, paylaşan biriydi, şimdi bu yılların birikiminden bir kitap daha çıkmış. Hem de iki ciltlik.
Bu kitapta “İnce sazdan fasıla nasıl geldik?” sorusunun peşine düşmüş, gide gide olayı “muhabbet sırasında dinlenecek şarkılar” listesine dönüştürmüş ve her birinin hikâyelerini anlattığı bu şarkıları beş ana türe ayırarak önümüze koymuş: Alaturka, pop, arabesk, halk müziği ve rock. Toplam 213 şarkılık bir Murat Meriç seçkisi. Herkese genelde bir şarkılık hak tanınırken Müzeyyen Senar, Sezen Aksu, Müslüm
Fadik Sevin Atasoy kendi yazdığı “Muse - Bir Esin Perisi Davası” adlı müzikli oyunu hem ABD’de hem Türkiye’de Tatbikat Sahnesi’nde oynamaya devam ediyorMUSE - BİR ESİN PERİSİ DAVASI / TATBİKAT SAHNESİYazan: Fadik Sevin Atasoy / Yöneten: Erdal Beşikçioğlu / Müzik: Emir Işılay / Piyano: Murat Köselioğlu / Dans - koreografi: Bahar Keleş / Video Mapping: Can Akyürek
Hani hep şikâyet ediyoruz ya, erkek yazarların yarattığı kadın karakterlerden. Yeterince güçlü bulmuyoruz, hayattaki kadar çok boyutlu bulmuyoruz, kendi kaderlerini tayin etmekte zayıf buluyoruz. Özetle, bol keseden sarf edilen “Kadın güçlüdür” iddiasının karşılığını romanlardaki, filmlerdeki, oyunlardaki kadılarda bulamıyoruz çoğu zaman.
Bunun çözümü nedir? Bir, bence altı çizildikçe erkek yazarlar da dönüp bakmaya başladılar oraya ve bu bir değişimin başlangıcı olabilir. İki, tabii ki kadınların kalemi daha fazla eline alması.
Bu kadınlardan biri, aslen oyuncu olarak tanıdığımız ama kalemi de gayet kuvvetli olan Fadik Sevin Atasoy, oturup
Önce şunu söylemek isterim; Cengiz Semercioğlu’nun Can Yaman röportajı son zamanlarda beni en çok eğlendiren metinlerden biri olmuştu. Sadece “Oyuncular ikiye ayrılır; libidosu olanlar ve olmayanlar” özlü sözü değil, bir dizi altın değerinde cümle vardı içinde.
“Erkenci Kuş”taki karakterinin nasıl görünmesi gerektiğini senariste tarif ederken kullandığı “Adam yürüyen cinsellik, görsel şölen olmalı” tanımı olsun, Javier Bardem’in derneğinin gecesinin reklamı için kendisine ihtiyaç duyduğuna olan inancı olsun, gerçekten insanın önce gülüp sonra da “Yok mu bu çocuğun onu seven bir arkadaşı, otursun beraber bir çay içsin, derdini dinlesin, belli ki bir sıkıntısı var” diyesi geliyor.
Öte yandan, dizideki rol arkadaşlarından Ceren Taşçı’nın da sosyal medya hesabından isyan ederek yazdığı gibi kadını konumlandırdığı yerle ilgili öyle fena ipuçları veriyor ki tam gülecekken tadınız kaçıyor. “Takıcı sevgilim vardı o zaman, onu
Bu sorunun ne kadar sık karşımıza çıktığının farkındayız, değil mi? Umudun son kırıntısına gelindiğini gösteren, iç parçalayan bir soru. “Ben ölünce mi şikâyetimi ciddiye alacaksınız?” “Ben ölünce mi adalet yerini bulacak?” “Ölmem mi lazım beni korumanız için?”
İstismara uğradığını itiraf etme cesareti bulan 12 yaşındaki çocuktan da duyduk, kendini tehdit eden kocasından korunmak için yardım isteyen kadından da, bir değil iki değil, defalarca. Hani inanmıyorsanız var çünkü bir tacizi, tecavüzü, erkek şiddetini abartıyorsunuz efendim, münferit olaylar bunlar, toplumumuza kara çalmayın diye kızan bir ‘iyimser’ kitle - haberler arasında minik bir araştırma yapın, karşınıza kaç kez aynı isyan cümlesi çıkıyor, kendiniz görün.
En son 11 Ekim’de Eskişehir’de sokak ortasında boşandığı kocasının satırlı saldırısına uğrayan iki çocuk annesi Ayşe Tuğba Arslan 44 gün hastanede yattıktan sonra öldü ve o ana kadar kaç kez korunmayı talep ettiğini o acı
Dot’un yeni oyunu “Sesin Resmi”, yazma motivasyonunu kaybetmiş bir yazarla içindeki buhranı resimlere döken bir delikanlının hikâyesini anlatıyorBu aslında ezeli-ebedi bir tartışmadır; bir hikâye onu yaşayana mı aittir yoksa anlatana mı? Birisinin hayatından yola çıkarak yazdığınız roman, oyun, senaryo sizi o hayatın sahibi yapar mı? Canınızın istediği gibi bir son yazabilir misiniz mesela o kişiye? Onun eylemlerine istediğiniz ‘motivasyonu’ uydurabilir misiniz?
DOT’un yeni oyunu “Sesin Resmi”, parlak bir başlangıç yaptığı yazarlık kariyerinde tıkanmış, artık yazamamanın bünyesinde yarattığı bunalımla şehrin tenha bir tepesine çıkıp kendisini atmaya niyetlenmiş bir kadınla onu atlamaktan alıkoyan bir delikanlının hikâyesini anlatıyor. Bambaşka hayatlardan, başka kültürlerden, sınıflardan gelmiş, aralarında epeyce yaş farkı bulunan bu iki insan o tepede önce birbirlerine sinir olup sonra bir şekilde anlaşıyorlar. Kadın bu hırçın, kaba saba, öfkesi içinden taşan oğlanın çizdiği resimlere hayran oluyor, istiyor ki bu yetenek kenar mahallede
Çoğumuz için çocukken anlatılan bir mutluluk masalı vardır. Doğduk, büyüyoruz, bir hedefe doğru gitmekteyiz. Nedir o, bir meslek sahibi olacağız, ‘ruh eşimizi’ bulacağız, yuva kuracağız. Güzel bir ev, araba, krediler, sağlıklı çocuklar, okul taksitleri, borçlar, gene krediler ve emeklilik düşleri. Pardon, mutluluk nerede diye sorarsanız, sanırım “gelecekte”.
Bahar ile Onur da devasa bloklardan oluşan bir sitede, bir kredi sarmalı içerisinde yaşayan genç bir karı koca. Adam ilaç sektöründe çalışıyor, kadın anaokulu öğretmeni. Legodan evlerinin içinde oynadıkları evcilik oyununu taçlandıracak bir bebek sahibi olmak için uğraşmaktalar. Derken Onur işten çıkarılıyor. Ve biz tam rayına oturmuşken kayaya toslayan mutluluk oyununun geçirdiği aşamaları izlemeye başlıyoruz.
Kıvanç Sezer’in ikinci filmi “Küçük Şeyler”, ilk filmi “Babamın Kanatları” ile başlayan üçlemenin ikinci filmi. “Babamın Kanatları”nda o blokların inşaatında çalışan işçilere