Zamanında kadınlı erkekli görenin ellerinin titrediğini anlatıyor, inanmak hiç zor değil çünkü ben de aynı duyguyla giriyorum kapıdan içeri. Artık yıllarca hep “esas kız”ları hüngür hüngür ağlattığından mı, kötülüklerini o melek yüzünün ve gamzeli gülüşünün altına saklamaktaki maharetinden mi, insanda bir kendine çeki düzen verme ihtiyacı oluyor karşısında.
Uzun sürmüyor ama. Suzan Avcı ufacık tefecik, gözlerinde genç kız ışıltısı taşıyan, dünya tatlısı bir kadın. Bir de anlatmaya başladı mı, Türk filmlerine taş çıkartan hikayeler dökülüyor ağzından. Çocuk yaşta babasız kalan, tekstil fabrikasında çalışıp aileyi geçindiren, oyuncu olmak isterken annesinden hayatının dayağını yiyince 15 yaşında evlenen, Yeşilçam’da arkasında bir erkek olmadan tek başına var olma mücadelesi veren dirayetli bir kadın Suzan Avcı. Yıllarca beyazperdede o korkunç kadınları oynarken, kendi hayatının “esas kızı” olarak az ağlamamış.
- Festivalin size verdiği onur ödülünü nasıl karşıladınız?
Memnuniyetle tabii, kabul buyurdum. Buluştuk, stüdyoya girdik, bazı kayıtlar yaptık. Onları herhalde törende gösterecekler. Kendileri nasıl düşündülerse beni, çok güzel bir şey tabii.
- Neredeyse 15 senedir yoksunuz ortalarda, neden?
Aramıyorlar ki... Bizi istemiyorlar kızım. Vallahi istemiyorlar, hiç teklif gelmedi. Gelse, yakışacak bir rolse tabii ki kabul ederim.
- Siz kötü karakterler konusunda bilirkişisiniz.
Ben hep ev yıkan olduğum için... Mesela sonradan tanıyanlar diyorlar ki “Sen o kadar başka bir insansın ki, nasıl oynadın o rolleri?” Hayatımda demek yapamadığım şeyleri öyle yapmışım. Hiç öyle bir tavrım yoktur, kötü söz söylemem, kötü düşünmem, hoşgörüm çok büyüktür fakat sinemada öyle oldu.
“Evliliği hiç anlamadan hamile kaldım, çocuğu düşürdüm”
- Siz aslında bir Metin Erksan filmiyle başlayacakmışsınız sinemaya da annenizden izin çıkmamış...
Ablamla eniştem nişanlıydı, beni onların yanına veriyorlardı sinemaya giderken. Tayyar Sineması var Bursa’da. Öyle başladı bende sinema sevgisi. Babamı kaybettik, dayım geldi bizi İstanbul’a getirdi, çalışıyorum tekstilde. Fabrikadan arkadaşlarım Bedia var, Ayten var, pazarları sinemaya gidiyoruz. Annem de pazardan geliyormuş, bir kartal heykeli görmüş, taşıyorlar. Beşiktaş o sene şampiyon olmuş herhalde. “Bunun resmini nerede bulurum?” demiş, “Yarın gazete al bir tane” demişler. O gazetede bir ilan gördüm “Esmer, 13-14 yaşlarında bir kız aranıyor” diye. Duru Film’in ilanı. Bakkalın telefonundan aradım, “Gelin görüşelim” dediler. Biz Aksaray’da oturuyoruz, Mecidiyeköy’e gidilecek. Taksim’den Mecidiyeköy’e yürüdüm, stüdyoyu buldum. “Ankara Ekspresi” çekiliyor, ağzım açık onları seyrediyorum. Metin Erksan da orada, baktı, “Tamam” dedi. Fakat çekim günü evden çıkmam lazım, annem işe gitmiyor bir türlü. Mümkün olsa pencereden atlayabilirim. O sırada kapı çaldı, annem açtı, film için beni almaya gelmişler. Annem “Benim o.pu yapacak kızım yok” dedi, dan diye kapadı kapıyı. Yer yarılsa girsem içeri. Aldı oklavayı, yer misin yemez misin! Konu kapandı.
- Siz de oyuncu olmak yerine evlenmeye karar verdiniz. Nasıl tanıştınız kocanızla?
Cumartesi günleri denize giriyoruz Etyemez’de. Bir gün bir delikanlı, yakışıklı bir şey, “Çok güzel bacakların var” dedi, geçti. Eve geldim, aynayı indirdim, bacaklarıma bakıyorum, çocukluğa bak. Sonra bir bayram günü, misafirliğe gelmek istemediğim için annem üstümden kapıyı kitleyip gitmişti. Ben de oturdum camdan dışarı bakıyorum. Bu sefer “Çok güzelsin” diye bir ses, baktım o çocuk. Valla bir sene içinde biz evlendik.
- Anneniz yaşı küçük dememiş, ona izin vermiş.
Annemin canına minnet, o.pu olmayacağım ya. Varlıklı bir aile, ben ne gördüysem orada gördüm, İzmir’de. Evliliği hiç anlamadan hamile kaldım. Çeşme’de denizde birbirimizle güreşirken eve geldim, çocuğu düşürdüm. O kadar bir şey bilmiyorum ki, yaşım 16. Bir daha hamile kaldım, evimin kadını oldum, yemeğimi yapıyorum, çamaşırımı yıkıyorum. Bayılırım öyle şeylere. İlk yemeğim yalancı dolmaydı, tuz koymayı unutmuşum. Bir büyük yok ki danışayım, aileyle konuşmuyoruz. Çocuk olduktan sonra konuştu kayınvalidem benimle. Aklım hâlâ sinemada. Sonunda Vecdi Benderli’ye mektup yazdım, Yıldız mecmuasına, bir de fotoğraf yolladım oğlan elimde, İzmir’de saatin önünde. “Ben artist olacağım” dedim. Açık mektup yazmış bana “S.A’ya” diye, “Sakın gelme, zor bir iştir bu, yuvana sahip çık” diyor.
- Anlaşılan dinlemediniz...
Yok altı ay geçti, biz kocamla koptuk, ben İstanbul’a geldim. Bir gün “Nuruosmaniye’de bulurum Yıldız mecmuasının yerini” dedim, gittim. Bir baktım karşımda bir masada gençten bir oğlan, “Geldin mi?” dedi. Meğer Vecdi Benderli’ymiş. O önayak oldu, müsabaka açtılar, Leyla Sayar birinci, Pervin Par ikinci, ben üçüncü.
“Bir maske içinde değilim”
- Fettan kadın kariyeriniz tiyatroda başlamış, değil mi?
O önü açtı evet. Tiyatroya Muammer Karaca’da başladım. Ama turneye gitmedim diye almadı bir daha. Ben de gittim Toto Karaca’ya girdim. Çünkü yazın film çekiliyordu o zaman ancak. 50 lira yevmiye alıyorum sinemadan, tiyatrodan 300 lira aylık alıyorum. Yetiştiremiyorum, bir çocuğum var, annem var. “Çılgın Yenge”yi oynayacaklar, Alev Sururi dedi ki “Suzan’ı sarışın yapalım”. Metres oynayacağım. O zaman kuaför Vecihi vardı Beyoğlu’nda, tekti o. Gittik, bir şeyler sürdüler kafama, bekliyoruz. Bir yıkandı, bütün saçlarım kopmuş. O zaman Kim Novak modası var, kısacık saçlarla oynadım oyunu. Bir çıktım sahneye, flaşlar patlıyor. “Ne oluyor?” diyorum, lafımı falan unuttum. Ertesi gün bir dalgalanma olmuş piyasada. Teklif geldi sinemadan, gittim konuşmaya. Kadın ağa oynatacaklar bana. Çok güzel bir roldü. Banyoda yandı film, büyük şanssızlık oldu.
- Ardından da “kötü kadın”lar birbirini izlemiş...
Hep kötü kadın oynadım, neden bilmiyorum, herhalde çok iyi oynuyordum. Çünkü şimdi seyrediyorum eski filmlerimi, dikkat et, bir filmdeki Suzan başka, öbür filmdeki Suzan başkadır. Bunu ben bilinçli yapmadım, içimden gelen aşkla çalışmışım. Bir maske içinde değilim, onu seviyorum. Onun için de yerim dolmuyor. 367 filmin hiçbirinde mi benzer rol oynamamışım? Hepsinde ayrı oyunlar var.
“Yeni filmlerden sıkılıyorum”
- Türk sinemasını takip ediyor musunuz, beğendikleriniz var mı?
Yok, ben sıkılıyorum. O “Kelebeğin Rüyası”na ne reklam yaptılar mesela, yok Oscar’a gidecekmiş, ben çok sıkıldım. Hareket yok. Filmden çıktık, yemin ediyorum bir hanımefendi, “Afedersiniz Suzan hanım, siz bir şey anladınız mı?” dedi. “Sizlere saygım dolayısıyla kalkmadım, yoksa ilk yarıda kalkacaktım” dedim. Çağan’ı (Irmak) çok beğeniyorum bak, Ferzan Özpetek’i de. Güzel filmler yapıyor, bir şey veriyor filmle. Gay’i oynatıyor ya, var mı ötesi berisi? Sen de onların içine giriyorsun seyrederken, işte sinema bu.
- Sizin zamanınızın farkı neydi sizce?
Bir kere halk vardı, mahalle vardı, zengin kız, fakir oğlan vardı, kötü adam, kötü kadın vardı. Ev birliği, sıcaklığı vardı. Zengin evi başka oluyordu, fakir evde de zeytin ekmek yenirdi. Herhalde bunlar diyorum ben.
“Makyöz falan yok, kendimiz boyanıyorduk”
- Birkaç film iç içe çekilirmiş Yeşilçam’da. Hiç haberiniz olmadan çekildiği oldu mu?
Yalnız bir kere, Ermeni bir rejisörümüz vardı, adını hatırlamıyorum, Selma Güneri var, İzzet Günay var, film bitmiyor bir türlü. Biri söylemiş birine, yayıldı sette, iki film iç içe çekiyormuş. Para istedik, “Hayır, öyle bir şey yok” dedi. Ne yapacaksın, kanun mu var, nizam mı var, ses çıkaramadık. Neler oluyordu, bonolar karşılıksız, çekler karşılıksız. Hatta ben mayo yapmıştım ödenmeyen bonolardan. Türkan’ın (Şoray) arkasında Rüçhan abi (Adlı), Filiz’in (Akın) arkasında Türker (İnanoğlu) olmasaydı, Hülya’nın (Koçyiğit) arkasında da topçu kocası (Selim Soydan) olmasaydı, hiçbir şey olamazlardı.
- Siz peki?
Ben kendi çabamla, tırmaklarımla. Adam mı dövmedim, kafa mı yarmadım, neler yapmadım.
- Yönetmen “İki-üç valizle gel” dediğine göre kostümlerinizi kendiniz mi götürüyordunuz?
Tabii. Ne diyorum, birbirimizden alıyorduk. Ben Türkan’dan tuvalet almışımdır, o da benim imitasyon kürkümü giymiştir. Makyöz falan yok, kendimiz boyanıyorduk.
- Para da kazanmıyorsunuz... Nedir bunun cazip yanı?
Cazip yanı yok, aşk var. -