Önceleri sevimli ve komikti. Hafif tombul, epey sarsak, yaşı 30 kritik sınırına dayanmış ama ‘hâlâ’ yalnız kadın! Hayatının tek amacı ne? İşinde yükselmek? Daha çok seveceği yeni bir kariyere yelken açmak? Dünyayı gezmek? Yeni bir dil öğrenmek?
Saçmalamayın, ‘kadın’ diyorum, niye kendisi için bir şey yapacak olsun? Onun için hayatın amacı artık yaşı 30’dan 31’e dönmeden, aman ha treni tamamen kaçırmadan son kalan bekar ‘prensi’ kafeslemek. Prens demişken lütfen, güzel çirkin aramak yok, kendisine uygun mu, onunla mutlu olur mu, bunlar hep teferruat, nasıl olsa kadın dediğin bulunduğu kabın şeklini alır.
Bu aşkta yüzü gülmemiş, habire terk edilmiş, yalnızlıktan bezmiş kadın Bridget Jones iken şirindi, tamam. Bir dolu da taklidi yapıldı. Ama bitti, geçti. Bizde neden geçmiyor? ‘Kocan Kadar Konuş’la adını da koyduk olayın, türlü taktikle Efsun’u da baş göz ettik şükür. Pucca bile evlendi. Bu romantik komediler koca arayan kız konusuna doymayacak mı?
Pazar günü Kanal D’nin yeni dizisi ‘Hayatımın Aşkı’nın kameraları arkadaşının düğününde boynu bükük oturan Gökçe’ye (Hande Doğandemir) döndüğü anda anladık ki, hayır.
‘Yalnız, mutsuz, kadersiz’ bir kadın, Gökçe. Gelin mikrofondan “Darısı
Ne kadar tehlikeli bir yere gittiğimizin farkındasınız, değil mi? Kadına şiddet arttıkça, tecavüzcüleri, katilleri cezalarını bulmadıkça, faturalar kadınlara kesildikçe toplumdaki öfke bileniyor. Sağduyu da giderek mumla aranır hale geldi. Bulunduğumuz noktada, bir kadın bir erkeği öldürdüğünde alkışlamaya başladık. O kadar ürkütücü ki.
Geçtiğimiz hafta, Altınordu’da 60 yaşında bir kadın, 75 yaşındaki kocasını öldürdü. Polisler tarafından götürülürken de kelepçeli ellerini kaldırarak gazetecilere “Çekin gardaşım çekin”, dedi; “Hep erkekler mi öldürecek? Bir de karı öldürsün.”
Baktığın zaman çok anlamlı görünen bir cümle, bir isyan. Aralarında şiddetli geçimsizlik olduğunu söylüyor, o gün de kavga ediyorlarmış, Semra Ö. önce elindeki cam sürahiyi kocası Recep Ö.’nün kafasında parçalamış, sonra da adamı
15 yerinden bıçaklamış. Yetmemiş, cam parçalarıyla ellerini ve kulaklarını kesmiş. Diyor ki, “Ben onu öldürmesem o beni öldürecekti.”
Tabii, bu da mümkün. Ama henüz bir iddiadan ibaret ve ortada kayıtsız şartsız ‘öz savunma’ diyebilmek için fazla şiddetli bir tablo var. Belki kendisi de şiddet görüyordu, günü geldi, canına tak etti, gözü karardı artık, olabilir. Ama şu an bu
Sanıyorum hayat içimizi yeterince daralttığından,bari televizyon karşısına geçince iki satır nefes alalım diye romantik komediler sardı dört yanı.
Bir de yaz geliyor ya, herhalde aşık olmanın vaktidir mesajı veriliyor. Ya da daha iyisi, “Olmayın, bizi izleyin”. Tabii birbirinin aynı hikayeler arasında hangisini takip ettiğinizi ayırt edebilirseniz.
“Hal böyleyken ‘İlişki Durumu Karışık’ niye okka altına gitti, onu anlamak mümkün değil. İyi oyuncuları, diğerlerinden kötü olmayan bir hikayesi vardı.
Yeni gözdemiz ‘Tatlı İntikam’, yemek ile aşk arasındaki organik bağı çözdüğü için başarılı. Olay yeri restoran, esas çocuk şef, duygularını pasta yaparak dile getiriyor, daha havalı ne olabilir? Leyla Lydia Tuğutlu ile Furkan Andıç da tatlı bir ikili olmuşlar.
Yan kadro güçlü, sonra. Ayşenil Şamlıoğlu müthiş bir oğlan annesi olmuş, ne oynasa olduğu gibi. Zeyno Gönenç, Kerem Atabeyoğlu, Bülent Seyran ve gayet parlak genç oyuncular var.
Aşıklar neden kavuşamasın?
Sivilceli tombul bir oğlanken kalbi kırılan, sonradan paylaşılamayan bir yakışıklıya dönüşen jön, düğünde terk edilen gelin, her krizde toplanan üçlü kız arkadaş ittifakı, bütün romantik komedi klişeleri mevcut.
Ülke gündeminin alacakaranlığında gözünüzden kaçmıştır belki, Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) Kepler teleskobu 1284 yeni gezegen keşfetmiş, 100’den fazlası dünya boyutlarında. Ayrıca uzayın yaşama elverişli bölgeleri olarak bilinen alanda da dokuz küçük gezegen tespit etmiş Kepler, “Gidelim buralardan”cılara müjde. Oralarda bir yerlerde insan ayak basmadığı için hâlâ yaşanabilir koşullara sahip topraklar var, ne duruyorsunuz?
TÜBİTAK’ın beğenmediği fizik projesiyle dünya birincisi olan İlayda Şamilgil’i Mars projesi ekibine seçen NASA’nın gözü hep böyle uzayda, başka gezegenlerde. Halbuki bilim dendi mi biz başka şeyler arıyoruz. Misal, 350 bin liralık bütçe ayırarak et helal mi değil mi, onu beş dakikada anlamak gibi daha öncelikli konuları var TÜBİTAK’ın.
Gölcük’teki Mecit Kavan İmam Hatip Ortaokulu’nda geliştirilip TÜBİTAK 4006 Bilim Fuarı’nda sergilenen ‘sadaka taşı’ projesi de dünün haberleri arasındaydı. Nedir mahiyeti? Öğrenciler okulda bir erzak köşesi hazırlıyorlar, yardım etmek isteyen buradan aldığı erzakı hayır dolabına koyuyor. Toplanan yardımlar sonunda okuldaki Suriyeli ve muhtaç durumdaki öğrencilere veriliyor.
Gayet insani, düşünceli bir dayanışma
Tiyatro çağın geri-sinde kalmış bir sanat mı, artık insanları iki saat bir koltuğa bağlamak için onlara nefes kesici aksiyon sahneleri, sürükleyici maceralar, akrobasiler, ışık ve ses oyunları mı izletmek gerek illa? Yoksa insanın kendisinin bizatihi bir macera olduğuna inanan, hikayesini en yalın ve süssüz püssüz şekilde anlatarak baş döndürücü hızlara, patlamalara ve çatlamalara alışmış bir seyirciyi bile avucunun içine almayı başaran oyunlar var mı hâlâ?
Bu elli bin kere sorulmuş evladiyelik soruyu, cevabını Oyun Atölyesi’nin yeni oyunu ‘Pencere’de bulmuş biri olarak tekrarlıyorum. David Hare’in yazdığı oyunun tamamı bir gecede, orta halli bir evde, iki karakter arasında geçiyor.
30’larının başında, zengin bir avukatın kızıyken ailesine sırt çevirip kendi yolunu seçmiş, yoksul ailelerin çocuklarına öğretmenlik yaparak kendini faydalı hisseden Kyra ile 50’lerinde bir restoranlar zinciri sahibi olmayı ve aşçı, uşak, hizmetçiler, tropik adalarda yazlıklar eşliğinde yalnız ve mutsuz bir hayat kurmayı başarmış Tom.
İki dedim ama bir de tetikleyicisi var oyunun; bir akşam vakti Kyra’nın kapısını çalıp annesinin öldüğünü bildirerek yıllar öncesinin hayaletlerini hortlatan
Nasıl bıktırıcı ve modası geçmeyen bir söylemdir şu “Kadından şair olmaz, ressam olmaz, yazar olmaz, komedyen olmaz”, olmaz da olmaz. Bir anne olur, en kutsalından, başka da bir şey olmaz.
Sokaktaki adama iyi kötü anlatıyorsun, kadına çağlar boyunca tanınan yaşam alanlarıyla doğru orantılı olarak ve de örnekleriyle de, Tıp Fakültesi’nde bir profesör çıkıp “Bunlar bilimsel gerçekler” diye kadının tek var oluş sebebinin erkeği doğurup yetiştirmek olduğunu öğrencilerine öğretmeye kalkınca orada çareler tükeniyor sahiden. Artık ‘doktor ne yersen ye dedi’ aşamasına gelmiş oluyoruz.
Olay, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Kastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı’nda cereyan ediyor. Prof. Dr. Fahri Ölçer, “Kadınlar kusura bakmasın” diyor: “Moliere’in, Mozart’ın, Da Vinci’nin, Rembrandt’ın, Itri’nin, İbni Sina’nın, Rafaelo’nun kadın versiyonu var mı? Yok. Olamaz! Kadının görevi erkekleri doğurup yetiştirmektir.”
Bu kadar net, açık, basit. Bunu söyleyen bir bilim adamı. Zaten hepsi de bilimsel gerçeklermiş, Birgün gazetesine açıkladığına göre. Kadınlar her ay regl oluyorlar ya, ondan olmazmış. “Allah, kadınlar bizim görevimizi üstlenemesin diye onları böyle yaratmış” diye de taçlandırıyor
Hıdrellezmiş bugün. Yıllardır bilirdim önceden, çünkü Ahırkapı Şenlikleri’nde dostlarla buluşma günüydü. Dilekler oradaki dev ağaca asılınca anlamlı, Hıdrellez hep beraber sokaklarda yiyip içip Ahırkapı Roman Orkestrası eşliğinde dans edince eğlenceliydi. Bu sene yokmuş Ahırkapı Şenlikleri. Ülkede yaşanan çatışmalar ve olası terör saldırıları gösteriliyor gerekçe olarak. Bana kalırsa hepberaber eğlenmeye falan gönlümüz yok. Ağaca asacak barış ve huzurdan başka dileğimiz de.
Haller böyleyken bir mail hatırlattı, Hıdrellez’i. Zumbara yollamış. Dileklerimiz için ilham olsun diye. İhtiyaç duyduğumuz şeylere kavuşmak için tek değer ölçütünün para olmasına karşı asıl değerli olan şeyi; ‘zamanı’ koyan ‘zaman kumbarası’, www.zumbara.com.
Herkesin başkalarıyla paylaşabileceği bir şeyler olduğu inancından yola çıkıyor. Giriyorsun, vermek istediklerini yazıyorsun. Ve almayı hayal ettiklerini. Maçka Parkı’nda birlikte yürüyecek arkadaş da olabilir aradığın, bahçeni düzenlerken sana fikir verecek bir göz de. Karşılığında saat veriyorsun.
Sanal değil; gerçek
Senin de paylaşacakların vardır muhakkak. Ayrıca ‘her şey karşılıklı’ iddiası hüküm sürmüyor Zumbara’da. Sadece vermenin ve sende
Sanıyorum Türk Dil Kurumu’nda şakacı bir ekip var, arada durup durup, “Biz ne yapsak bu kadınları çileden çıkarırız?” diye düşünerek yeni yeni tanımlar ekliyorlar dağarcıklarına. Hadi “müsait”in karşısına kolayca flört edebilen (kadın) diyelim, laf atma literatürüne de bilimsel katkımız olsun diyorlar, misal. Böylece sokakta gördüğü kadını “Müsait misin anam?” şeklinde taciz edenin arkasında kapı gibi TDK olabilecek. Müsait bir yerde inmek isteyen zaten başına gelecek her şeyi hak etmiş olacak. Peki, erkekler? Erkeğin müsaiti olmuyor mu TDK? Hayır, çünkü erkeğin flört etmeyeni tuhaf zaten, o türün doğal özelliği, niteleyici bir sıfat değil.
Sonra “serbest” de bir garip, nereye koysan olan, tabiri caizse “her yola gelen” bir sözcük, e neden onu da tam bu anlamda kullanıp ucunu kadınlara bağlamıyoruz? Oldu mu sana “ağırbaşlı olmayan, hoppa (kadın)” anlamında “serbest”? Aynısı erkekler için niye mi geçerli değil? Erkek yaradılışı gereği serbesttir zaten, ayrıca belirtmeye gerek var mı?
Sırada ne var? Bulduk, “kirli”. Yok artık, onun kadınlarla nasıl bir bağlantısını kuracaksınız? Kolay, bu kadınlar her ay kanamıyor mu? Hayır, tecavüz ya da cinayet yüzünden dökülen kandan söz