HEP ÖYLE KALAN ŞARKILAR...

31 Mayıs 2016

Yıl 1980’miş, ben ülkedeki karanlığın farkında olacak yaşta değilim pek, koşa koşa sinemaya gitmenin derdindeyim. Çünkü Erol Evgin’in ‘Renkli Dünya’sı var! Gülşen Bubikoğlu’yla birlikte oynadıkları müzikal film.

Levent’teki Melodi sinemasında gördüğümü hatırlıyorum filmi. Nasıl bir rüya kadro... Ve nasıl güzel şarkılar!

Ben zaten o dönemin her küçük kız çocuğu gibi ‘Sevdan Olmasa’ları, ‘İşte Öyle Bir Şey’leri, ‘Bir de Bana Sor’ları söyleyen, gözlerinin içi gülen adamı ekrana yapışarak izlemişim doğduğumdan beri. Şimdi bir de duvardan duvara uçuyor, bir tekmede adamları deviriyor, süper kahraman değilse ne?

Sonra biz her bayramda televizyonda ‘Hisseli Harikalar Kumpanyası’nı izledik birkaç güne bölünmüş olarak. Erol Evgin, Nevra Serezli’nin gözlerine bakarak “Hep Böyle Kal” diyordu, nasıl olur da insan hep ‘öyle’ kalır, düşünüyorduk.

Yıllar geçti, ben Erol Evgin şarkılarını hep sevdim ve eğer bu şarkılar bacak kadar çocuktan yaşını başını almış teyzelere herkese hep bir şey diyorsa, bunun bir nedeni olduğunu anladım: Çiğdem Talu - Melih Kibar farkı o. Tabii ki Evgin’le tamamlanan bir fark.

Yıl 2016 olmuş. O şarkılar 40 yaşını geçmiş, biz Polonezköy’deki evinde Evgin’le karşılıklı

Yazının Devamı

Şeytandan akıl alan toplum

30 Mayıs 2016

Olmuyor değil mi demek ki, kadın yolcuya ‘bayan yanı’ koltuk açmakla olmuyor. Yanına erkek yolcu oturtmamakla olmuyor.

Neredeyse “Pembe otobüs istiyoruz, insanlık onuruna aykırı muamele görüyoruz” diyenlere hak verecek insan.

Ama Metro Turizm’de yaşanan artık akıl - hayal sınırlarını, rahatlık - pişkinlik sınırlarını kat kat aşan aleni taciz olayı, kadınları korumak için erkeklerle aynı toplu taşıma aracına bindirmemenin bile bir işe yaramayacağını gösterdi.

Personelden biri de pekala kendi deyişiyle ‘şeytana uyabiliyor’.

Şoföründen muavinine
otobüs nüfusunun tamamı kadın olursa, belki bir parça güvenlik tesis edilebilir.

Bu sefer de, gece yolculuğu söz konusu olduğunda “O saatte bir kadının sokakta ne işi var?” parametresi devreye girecek. Sonra bunun molası var, benzini var, bir ihtiyaç olsa marketi

Yazının Devamı

NEJAT İŞLER’İN ‘GERÇEK HESABI’

27 Mayıs 2016

Bir kitap kapağını kapattığınızda; sizde geride yeni bir başlangıç yapmak, başka bir hayat kurmak, hiç değilse acilinden yola çıkmak isteği bırakmışsa, onun kıymetini bilmek gerek bence.

Yok, o çok satan yaşam koçluğu, kendine yardım, kişisel gelişim kitaplarını falan yavaşça yere bırakın. Tabii ki birtakım hap taktiklerle hayatınıza ‘pozitif’ enerji katmaya çalışan eserlerden söz etmiyorum.

Hiç o niyetle yazılmamış, hatta hiçbir özel ‘niyetle’ yazılmamış - olsa olsa telif ücretinin Gümüşlükspor’a gidecek olması etkili olmuştur; bir kitap bu. Nejat İşler’in, çoğu dergiler için yazılmış, ama bir araya gelince de bir hayat hikayesinin köşe taşlarını oluşturan yazılarının toplandığı kitap. Can Yayınları’ndan çıktı. ‘Gerçek Hesap Bu!’ gibi bir adı var ki, o da pek uygun olmuş. ‘Hayatı da mesleği de sallanmadan yaşayamayan’ bir adamın hikayeleri.

Anne - babası Samanyolu’ndan esinlenip Nejat koymak isterken, dedesinin önce davranıp nüfusa kandillerde okunan mevlidin adı olan Necat şeklinde kaydettirdiği adından başlayarak, ilk hastalığı olan kuşpalazını, çocukluğunun sahurlarını, kendisini reddeden ilk aşkına yazdığı şiirleri, evde kesekağıdı üretiminden ofisboyluğa uzanan iş

Yazının Devamı

Gelin başı, damat tıraşı

26 Mayıs 2016

Bazı küçücük hareketler, edilen tonlarca sözden daha etkili olabiliyor. Mesela biz her gün “Çocuktan gelin olmaz” diye feryat ediyoruz hep bir ağızdan, ama ısrarla küçücük kızlar telli duvaklı gelin edilip duruyor. Aileler onay veriyor, mahkemeler yaş büyütüyor, bir punduna getiriliyor, illa evcilik çağında evlilik yapmaya zorlanıyor çocuklar. Bizim köşelerimizden ortaya attığımız sözler ulaşmıyor yani doğru yere.

Ama mesela Van Yaşam Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi (YAKA-KOOP) gibi bir oluşum çıkıp da kuaförleri ve berber salonlarını dolaştığında, 18 yaşından küçük çocuklara gelin başı ve damat tıraşı yapmama sözü aldıklarında, dükkânlarına da bunu belirten kâğıtlar astırdıklarında bu somut bir adım oluyor. Birileri, hem de bu ‘düğün’ adı altındaki maskaralığın temel parçalarından olan birileri, “Bir dakika, burada bir yanlış var. Ben buna alet olmayacağım artık” demiş oluyor.

Mesele birtakım oturduğu yerden ahkâm kesen ‘tuzu kuru’ insanların değil, bizzat o yörenin, o kentin, o kasabanın meselesi haline geliyor.

Şimdi sırada gelinlikçiler ve düğün salonları var. Küçücük kızların süslenip püslenip hediye paketi gibi sunulduğu ayinin diğer ayakları. Sabancı Vakfı hibe

Yazının Devamı

BIRAKIP ÇIKAMADIĞINIZ OYUN

24 Mayıs 2016

Hayatın bir halinin kapıda, o önlükleri üzerinize giydiğiniz yerde bırakıldığı yerdir, yoğun bakım. Patronunuzla sürtüşmeniz, beklediğiniz telefon, ödenmemiş faturalar ve sevgilinizle kavganız ancak o girenin bileceği koku burnunuza çarptığı anda dışarıda kalır. Kolonyanı alıp hasta ziyaretine gitmeye benzemez, gerçek hayatın tokadına hazır olmanız gerekir. Zaman durur aslında bir anlamda ve o ‘an’a hapsolursunuz.

Özen Yula’nın yazıp sahneye koyduğu, İstanbul Tiyatro Festivali ile orta yapım olarak hayata geçirdiği ‘An’ı izlemeye Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’ne giderken, bir tiyatro oyunu insanı ne kadar koparabilir hayattan da kendi zamanına bağlayabilir, tahmin etmiyordum.

Kadıköy Şifa Hastanesi bir yoğun bakım ünitesi kurmuştu bunu biliyordum, seyirci de içeride 60 - 70 dakikalık bir zaman kesitine tanık olacaktı, bir de bunu. Eninde sonunda bir ‘oyun’du.

Başka bir dünya

Ama kapının önünde duran ambulanstan basamaklarda sigara içerek içerideki annesinden haber bekleyen ‘oyuncu’ya kadar her şey daha adımımızı atarken başka bir dünyaya geçmemizi sağlıyordu. Nasıl oldu anlamadan önlüğümü giymiş, diğer ‘seyircilerle’ birlikte yataklardaki hastaların kaderlerine tanıklık ederken buldum

Yazının Devamı

Büyümez ölü çocuklar

23 Mayıs 2016

Takvimler 2 Eylül 2015’i gösteriyordu, bu dünya görüp görebileceği en büyük utanç tablolarından biriyle yüz yüze geldi: Ege sahilinde kumlara yüzükoyun uzanmış kırmızı tişörtlü küçücük bir çocuk. Suriye’den kaçmaya çalışan Kurdi ailesinin oğlu Aylan. 3 yaşındaydı. Hep öyle kalacak.

Aynı günlerde Cizre’de bir kız çocuğu oyun oynarken vuruldu. Büyüklerin savaşının ‘hedef gözetmeyen’ kurşunları geldi onu evinin önünde buldu. Sokağa çıkma yasağı vardı, ölen kızının bedenini üç gün buzlukta bekletti annesi. Cemile Çağırga 10 yaşındaydı. Hep öyle kalacak.

2014 yılının temmuz ayıydı, Gazze’deki El Şati mülteci kampında da çocuklar oynuyordu. Evinden yurdundan edilmiş çocuklar da oynar çünkü. Ve büyüklerin savaşında bombalar da ‘hedef gözetmez’. Sekiz çocuk öldü o gün Gazze’de. Parkta oynayan sekiz çocuk. Cemal Salih I’lyan’dı biri. 8 yaşındaydı. Hep öyle kalacak.

2015’in 10 Ekim’iydi, bombaların ‘hedefi’ barışın ta kendisiydi bu kez. Ankara’da barış yürüyüşü başlayamadan paramparça olup dağılırken, babasının elinden tutup getirdiği Veysel Atılgan’ın fotoğraflarda gülerek bakan kocaman yeşil gözleri de belleğimize kazınıyordu. 9 yaşındaydı Veysel. Hep öyle kalacak.

Bir hayat vardı Aylan’ın,

Yazının Devamı

GÖBEK BAĞINI KESMEK YA DA KESMEMEK

20 Mayıs 2016

Hani şu ‘kadının gücü’ meselesi var ya; “Kadının gücünü hafife alıyorlar”, “Kadının gücünden korkuyorlar” gibi klişelerle tamamlanan. “Ortada kadınların kıstırıldığı, bastırıldığı bir düzen varken kadının hangi gücünden söz edebiliriz ki?” diye sormak mümkün. Ama ne yazık ki cevabı, kadının nasıl o kendisine karşı olan düzenin bekçiliğine, hemcinslerinin gardiyanlığına soyunduğunda gizli. Hani o “Ne derler?” korkusu var ya, bir taraftan biz de ‘dediğimiz’ için beslenip büyüyor böyle. Ve kendisini en ‘yırtmış’ zannedeni bile yakalayacak bir yer buluyor. ‘Ana Yurdu’nun Nesrin’ini yakaladığı gibi.
Senem Tüzen’in ilk filmi ‘Ana Yurdu’, işinden ve kocasından ayrılıp romanını bitirmek için anneannesinin köy evine, ‘ana yurduna’ dönen Nesrin ile
ona göz kulak olmak kisvesi altında nefes aldırmamak üzere bavulunu alıp başına dikilen annesi Halise’nin hikayesini anlatıyor. Tabii ki Halise çok seviyor kızını bütün anneler gibi, hep onun ‘iyiliğini’ istiyor, ‘hakkında hayırlısı’ ne ise o olsun, bütün derdi bu.

Sonra ne derler?
Ama işte o ‘hayırlı’nın da kendi bildiği - öğrendiği - gibi olanını istiyor gene. Ölmüş olsa da hâlâ tepelerinde olanca heybetiyle oturan kendi annesinin

Yazının Devamı

Güçlü aile nedir, ne değildir?

19 Mayıs 2016

Birçok kimsenin ilk anda itiraz etmeyeceği, iddialı cümle söyleyebilirim bu konuda: “Güçlü bireyler güçlü ailelerde yetişir” diyebilirim mesela. “Aile, dünyanın en güçlü ve en sıcak birlikteliğidir” diyebilirim sonra, upuzun adıyla “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi İçin Meclis Araştırması Komisyonu” demiş. “Aile yapısı ve değerleri güçlü olmayan hiçbir toplumun gerçekten güçlü olduğu ileri sürülemez” diye de devam etmiş.
Dedim ya, bunlar hep böyle söylenip unutulacak cümleler. Kim “Hayır” diyecek? Ama belki bir “Güçlü aile nedir?” diye soran olur.
Mesela, taraflardan birinin sürekli eziyet gördüğü, şiddete maruz kaldığı, ama “Yuvam dağılmasın, çoluğum çocuğum perişan olmasın” gibi endişelerle kan kusup sesini keserek sürdürdüğü yapıya “güçlü aile” denebilir mi?
Ya da bir kadının ‘başında’ kocası olmazsa kendisini geçindirememe, sokakta kalma gibi korkularla katlandığı kurum mudur “güçlü aile”?
Bu dış kabuğu sağlam, içi temelden çürük ‘çekirdek’ten sağlıklı bireyler yetişeceğinden emin misiniz?
Hayır çünkü değilseniz, komisyonun önceki gün TBMM

Yazının Devamı