Önceleri sevimli ve komikti. Hafif tombul, epey sarsak, yaşı 30 kritik sınırına dayanmış ama ‘hâlâ’ yalnız kadın! Hayatının tek amacı ne? İşinde yükselmek? Daha çok seveceği yeni bir kariyere yelken açmak? Dünyayı gezmek? Yeni bir dil öğrenmek?
Saçmalamayın, ‘kadın’ diyorum, niye kendisi için bir şey yapacak olsun? Onun için hayatın amacı artık yaşı 30’dan 31’e dönmeden, aman ha treni tamamen kaçırmadan son kalan bekar ‘prensi’ kafeslemek. Prens demişken lütfen, güzel çirkin aramak yok, kendisine uygun mu, onunla mutlu olur mu, bunlar hep teferruat, nasıl olsa kadın dediğin bulunduğu kabın şeklini alır.
Bu aşkta yüzü gülmemiş, habire terk edilmiş, yalnızlıktan bezmiş kadın Bridget Jones iken şirindi, tamam. Bir dolu da taklidi yapıldı. Ama bitti, geçti. Bizde neden geçmiyor? ‘Kocan Kadar Konuş’la adını da koyduk olayın, türlü taktikle Efsun’u da baş göz ettik şükür. Pucca bile evlendi. Bu romantik komediler koca arayan kız konusuna doymayacak mı?
Pazar günü Kanal D’nin yeni dizisi ‘Hayatımın Aşkı’nın kameraları arkadaşının düğününde boynu bükük oturan Gökçe’ye (Hande Doğandemir) döndüğü anda anladık ki, hayır.
‘Yalnız, mutsuz, kadersiz’ bir kadın, Gökçe. Gelin mikrofondan “Darısı başına” diye nispet yapıyor, düşünün. Bir kız arkadaş grubu var, evlerden ırak. Biri nikah masasına oturtmayı başarmış adamı, ötekinin eli kulağında. Başka bir meseleleri de yok zaten. Öyle sıkıcılar ki, yalnız kalmamaları mucize. Karl Marx’la Karl Lagerfeld’i karıştıran alıntı meraklısı yakın arkadaştan söz etmiyorum bile. Kadının cahili makbul ne de olsa.
Erkekler kendi hayatlarını yaşar
Gökçe’nin terk edildiği üç sahne izliyoruz, adamlar Ahmet Kural, Murat Cemcir ve Ayhan Taş üçlüsü tarafından canlandırılmaktalar ve dizinin en eğlenceli anları olduğu kesin, insan toptan kadın cinsinden soğur. Adam at yarışı seviyor diye konuyu bir jokey kadar hatmeden, iş için Sibirya’ya gidiyor diye karlar kraliçesi kesilen bir kadın. Yeter ki adam lütfedip onu da yanında götürsün.
Başarısız denemelerden sonra yüksek bir hedef belirliyor ve çalıştığı reklam
ajansının sahibi Demir’i (Serkan Çayoğlu) elde etmeye karar veriyor. Karşısındaki, bütün romantik komedilerimizdeki gibi ‘cool’, kendinden emin, gören kadının ‘eridiği’ bir erkek. Bundan sonra Gökçe şekilden şekile girecek kendini ona beğendirmek için ve biz de eğleneceğiz. Bu sırada yine aynı cool’lukta, Gökçe’nin görür görmez “Maaşallah” çektiği ve fazladan da karizma sahibi Kaan’dan (Berk Hakman) da akıl alacak üstelik.
Hikayedeki erkekler kendi hayatlarını yaşar, gezer eğlenir, işlerine güçlerine, keyiflerine bakarken, bütün kadınlar, evlenmemeyi seçmiş çılgın teyze Yonca (Evcimik) dışında, tamamen nikah odaklı. Hepsinin de kendilerince Gökçe’ye verecek akılları, dahiyane taktikleri var ama tamamı söze “Kadınlığını kullan” diye giriyor. Kimine göre bu ‘dişiliğini’ demek, kimine göre ‘aklını’, kimine göre ‘bilgini’. Hayatta bir kadın neye sahipse, onu bir adamı tavlamakta kullanmalı ve bunun adı ‘kadınlık’.
Bir tarafından dalga geçer gibi görünürken habire aynı şeyi dayatıp duran filmlere, dizilere, kitaplara boğulduk. Kadının akıla, bilgiye, işe güce, hayatını anlamlı kılacak kendisine ait meraklara ihtiyacı yok. Tek ihtiyacı bir erkek. Üstelik de ‘yaşı geçmeden’. Romantik değil, komik değil, düpedüz sıkıcı artık bu.