Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Tiyatro çağın geri-sinde kalmış bir sanat mı, artık insanları iki saat bir koltuğa bağlamak için onlara nefes kesici aksiyon sahneleri, sürükleyici maceralar, akrobasiler, ışık ve ses oyunları mı izletmek gerek illa? Yoksa insanın kendisinin bizatihi bir macera olduğuna inanan, hikayesini en yalın ve süssüz püssüz şekilde anlatarak baş döndürücü hızlara, patlamalara ve çatlamalara alışmış bir seyirciyi bile avucunun içine almayı başaran oyunlar var mı hâlâ?
Bu elli bin kere sorulmuş evladiyelik soruyu, cevabını Oyun Atölyesi’nin yeni oyunu ‘Pencere’de bulmuş biri olarak tekrarlıyorum. David Hare’in yazdığı oyunun tamamı bir gecede, orta halli bir evde, iki karakter arasında geçiyor.
30’larının başında, zengin bir avukatın kızıyken ailesine sırt çevirip kendi yolunu seçmiş, yoksul ailelerin çocuklarına öğretmenlik yaparak kendini faydalı hisseden Kyra ile 50’lerinde bir restoranlar zinciri sahibi olmayı ve aşçı, uşak, hizmetçiler, tropik adalarda yazlıklar eşliğinde yalnız ve mutsuz bir hayat kurmayı başarmış Tom.
İki dedim ama bir de tetikleyicisi var oyunun; bir akşam vakti Kyra’nın kapısını çalıp annesinin öldüğünü bildirerek yıllar öncesinin hayaletlerini hortlatan ‘haberci’ Edward. Tom’un bir türlü sıcak bir ilişki kuramadığı 18 yaşındaki oğlu.

Haberin Devamı

Kapılıp gidiyorsunuz

TİYATRONUN MODASI BUNDAN GEÇMEZ

O bütün detayları ince ince düşünülmüş, içeride banyo yapılırken salonda şofbenin yandığı, suyun gerçekten kaynayıp makarnanın piştiği, çayın sütünün İngiltere’den gelmiş süt şişesinden konduğu evde, bir zamanlar birbirine aşık olan bu iki insanın bir gecelik buluşmasını izliyoruz.
Yüzleşme deyin, hesaplaşma deyin, hasret giderme belki, yeniden deneme, hepsi var içinde.
Önce o bencil, kibirli, aymaz Tom’a bir gıcık olacak oluyorsunuz, fakat Haluk Bilginer’in artık en olgun haline ulaşmış, tadına doyulmayan oyunculuğunun da etkisiyle öyle eğlenceli, renkli, zengin bir karakter ki, sevmeye başlıyorsunuz adamı giderek. Sonra o ders veren, bilmiş, mağdur halleriyle Kyra bozacak oluyor sinirinizi, ama yine çok yetenekli bir oyuncu olan Esra Bezen Bilgin’in sayesinde o da çok insani, çok anlaşılır ve sevilir birine dönüşüyor zamanla.
Siz de kapılıp gidiyorsunuz, bu aslında hiçbir özel sürprizi, entrikası, gizemi olmayan, sıradan olduğu için güzel hikayeye.
Gamze Kuş’un sahne tasarımı sahiden çok detaylı ve sahici. Işık tasarımıyla Kemal Yiğitcan ve müziğiyle Çağrı Beklen de atmosferi tamamlıyorlar. Edward’ı oynayan Kürşat Demir, sahnedeki kısa süreli varlığıyla bile deneyimli oyuncuların karşısında gayet başarılı bir sınav veriyor.
Böyle böyle, Birkan Uz’un oyuncularına alan açan, komedinin ritmini yakalayan rejisi de hepsini toparlayıp bir potada eritince, ortaya insanda saatlerce izleme isteği uyandıran, üstelik de bunu hiçbir ilave ‘görsel - işitsel’ efekt ya da illüzyona başvurmadan, sadece insanlık hallerine yaslanarak yapan bir oyun çıkıyor. Neden “Tiyatronun modası geçmez” dendiğinin canlı bir örneği, kaçırmamalı.