Haydi arkadaşlar Rize’ye

20 Kasım 2017

Hava kirliliği, tıpkı iklim değişimleri ya da küresel ısınma gibi, elle tutulur, gözle görülür hale gelene kadar bizi gerçekten ilgilendirmiyor, biliyorum. Türk’ün öyle bir kendine güveni var. Çernobil’de radyasyona boyun eğmemişiz, hava kirliliği kim oluyor?

Habire birtakım raporlar yayınlanıyor, uzmanlar bas bas bağırıyor, uyarıları gazetelerde rutin olarak yer buluyor, biz de ürkütücü başlıklara bakıp sayfayı çeviriyoruz, sanki görmezsek yok olacak tehlike.

İnsan merak ediyor, o sırada kafamızdan ne geçiyor olabilir ki biz bu hayatımızı bire bir ilgilendiren konuya duyarsız kalabiliyoruz?

Misal: “Hava kirliliği sekiz ölümden birinin nedeni” diye okuduğumuzda “Aman canım, o sekizde bir de beni mi bulacak?” mı diyoruz, piyangoyla geliyormuş gibi?

Ya da “Türkiye’de yedi il kırmızı alarm veriyor”u görünce “Henüz kırmızı alarm, sonrasına o zaman bakarız, kim öle kim kala?” diye mi rahatlatıyoruz içimizi, ne yapıyoruz?

Bir iç rahatlatma yolumuz olmalı; ya o ‘en kirli’ il bizimki değil, ya o zaman daha bu zaman değil, bir şekilde zannediyoruz ki bu hava kirliliği denilen tek dişi kalmış canavar bize dokunmadan teğet geçecek.

Gelgelelim, “Buna değdi, buna değmedi” diye biz havadan sudan

Yazının Devamı

Birtakım toplumsal duyarlılıklar

17 Kasım 2017

Duyarlılık gibi, hassasiyet gibi aslında içinde incelik, duygusallık, algılama becerisi gibi anlamlar barındıran sözcükler nasıl oluyor da dönüp dolaşıp birilerinin özgürlüklerinin yasaklanma vesilesi oluyor, anlamak mümkün değil. Duyarlı bir insansan, normalde dili, dini, ırkı, cinsiyeti ya da cinsel yönelimi senden farklı olan diğer insanları da anlayabilmen, onların yaşam haklarına saygı gösterebilmen gerekir. “Ben çok duyarlıyım, kimsenin sinemaya gidip eşcinsel filmi izlemesini istemiyorum, yasaklansın” cümlesinde ‘duyarlılık’ sözcüğünün yeri var mı yani?

Görüldüğü üzere bizde var; 16-17 Kasım’da Almanya Büyükelçiliği Pembe Hayat KuirFest ve Büyülü Fener Sinemaları iş birliğiyle düzenlenecek olan Alman LGBTİ Film Günleri, önce bir yayın organı tarafından hedef gösterildi, ertesi gün de Ankara Valiliği tarafından yasaklandı.

Sebep? Açıklama uzun ve karmaşık ifadeler içeriyor, “Birtakım toplumsal hassasiyet ve duyarlılıkları içeren film gösterimi organizasyonu” diye söz ediliyor etkinlikten ve “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ve bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimin aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edeceği, bu nedenle kamu

Yazının Devamı

Fay hattından fışkıran ırkçılık

16 Kasım 2017

Bu deprem nasıl bir doğa olayıdır ki şehirleri yıkmakla kalmıyor, insanların içindeki kötülükleri de çıkarıyor. Irkçılık, ayrımcılık, faşizm, her türlü musibet adeta o yıkıntıların arasından fışkırıp ortalığa saçılıyor. Ve biz normalde en insani duyguların devreye girmesi, küslüklerin unutulması gereken yerde, insan olanın diğerinin yardımına koştuğu felaket anında, bir de oturup nefret söylemlerini konuşuyoruz.

Her deprem sonrası Türkiye’nin böyle bir gündemi oluyor. Herkes bir şekilde kendisinden olmayanın başına gelmiş ilahi bir ceza kabul ediyor yerkürenin sallanmasını, inanılır gibi değil. Marmara ve Bodrum depremlerinde de gördük bunu, Van’da da gördük en fenasından.

Şimdi de hepimiz Halepçe yakınlarında meydana gelen depremin ardından Twitter hesabından “Hazır deprem olmuş bırakalım gebersinler” yazan Öznur Ilgar’ı hayret, öfke, tiksinti ve bilumum şiddetli duyguyla izliyoruz. “Üstelik Acıbadem Sağlık Grubu’nda çalışıyormuş, bu nasıl insan, bu nasıl sağlık çalışanı?” diye diye. Acıbadem grubunun din, dil, ırk gibi her türlü ayrımcılığın karşısında olduklarını belirterek Ilgar’la ilişiklerini kestiklerine dair açıklaması bir nebze soğutuyor içimizi. Kötülerin cezasını bulduğu

Yazının Devamı

Ya başkasının çocuğu olsaydı?

15 Kasım 2017

Berkun Oya’nın ‘Bayrak’ oyunu, esin kaynağı olduğu ‘Masum’ dizisinin rüzgarı hâlâ sürerken, İstanbul Devlet Tiyatrosu sahnelerinde...

İstanbul Devlet Tiyatroları, heyecan verici bir repertuvar açıklayarak başladı sezona. Yeni başlayacaklar arasında, maalesef sonradan iptal edilen İhsan Oktay Anar’ın ‘Puslu Kıtalar Atlası’ kadar dikkat çeken bir diğer yerli oyun da, Berkun Oya’nın ‘Bayrak’ıydı.

Berkun Oya’nın bu oyundan esinlenerek yazdığı ‘Masum’ dizisinin rüzgarı henüz devam ederken, ‘Bayrak’ı sahnelemek iyi bir fikirdi bir kere. İkincisi, Berkun Oya çağdaş Türk tiyatrosunun yüzakı yazarlarındandı ve yeni oyunları heyecanla beklenirken daha öncekilerin yeniden sahnelenmesi de her zaman müjdeli bir haberdi. Belki oyunu Berkun Oya’nın rejisiyle izleyememiş olanlar için biraz daha büyük bir müjde, çünkü kıyaslama imkanı yok.

İki perde ve altı tablodan oluşan ‘Bayrak’, içlerinden birinin işlediği bir en az bir - cinayetle altüst olan bir aileyi alıp zamanı tersine işleterek o alt üst oluş sürecinin başına götürüyor.

Karanlık bir atmosfer

60-65 yaşlarında bir karı koca ve ikisi birbirinden sorunlu evlilikler yaşayan oğullarını arasındaki iletişimsiz, saygısız ve aslında sevgiden yana da

Yazının Devamı

Herkesin içinde olacaklar ve olmayacaklar

13 Kasım 2017

Düşünün ki uçaktasınız. Gideceğiniz yerde işiniz gücünüz, belki toplantınız, ya da bekleyeniniz var. Uçak kalkmak üzere, anonslar yapılmış, kemerler bağlanmış, teker dönmüş.

Birden içeride arbede çıkıyor ve vazgeçiyor pilot uçuştan. Gidemiyorsunuz gideceğiniz yere. İşiniz gücünüz kalıyor, uçak kalkmıyor.

Sebep? Bir yolcu yanında oturan kadını öpmüş.

Hani bu bir filmin ilk sahnesi olsa “Senarist amma zorlamış şartları” denebilecek bir durum. Çünkü neden böyle bir şeyden olay çıksın da uçak kalkamayacak duruma gelinsin, değil mi? Bir öpen adamı bir de öpülen kadını ilgilendiren tatlı, insani bir hareket.

Fakat gerçek hayatta, 2017 senesinin İstanbul’unda öyle değil işler. Balayından dönen Mehmet ve Merve Tulunay çifti, İstanbul’dan aktarma yaparak sabah saatlerinde Bodrum uçağına biniyor. Adamcağız demek mutlu hissediyor ki kendini, karısının yanağına bir öpücük konduruyor. Bu her haberde vurgulanan ‘yanak’ detayı önemli, Allah korusun dudak falan olsaydı fuhuşa girecekti çünkü ve bütün uçağın müdahale etmeye hakkı olacaktı.

Gelgelelim yanağa öpücük de yan tarafta ‘ailesiyle’ oturmakta olan - ki bu da önemli ‘aile var’ - Hamit C.’nin sinirine dokunuyor ve dönüp “Kadını nasıl öpersin?”

Yazının Devamı

“Bir şey de gelsin, beni zorlasın istiyorum”

12 Kasım 2017

Televizyon izleyicisi “Nerelerdesiniz?” diye sorabilir ama Nihal Yalçın iki sezondur “Antabus” adlı tek kişilik oyunuyla her yerde. Şimdi de Yavuz Turgul’un yedi yıl aradan sonra çektiği, bu hafta gösterime giren yeni filmi “Yol Ayrımı” ile beyazperdede. Televizyonda şu an onun oynayabileceği iş olduğuna inanmıyor. Nihal Yalçın’la Kuzguncuk’ta, “Yol Ayrımı”nın çekildiği Botanik Bahçe’de buluştuk.

Çok sert olduğu anlatılır Yavuz Turgul’un hep. Sizin için nasıl bir deneyimdi?

Herkes dedi ki kan kusturuyor, zor bir yönetmen. Ben âşık oldum Yavuz Hoca’ya. Ona da dedim, “Biz aşk yaşıyoruz, farkında değil misiniz?” Şöyle aşk; iki meslektaşın, hocanın ve öğrencisinin hayranlık durumu. 2012’de “Yeraltı”lar, “Araf”lar çekilirken, hiç bilmediğim bir dünyaydı set. Bir yönetmenle nasıl çalışılır, bir sette nasıl durulur bilmeden, yönetmenin her eleştirisini üzerime alınıp çok kırıldım. O kadar kırılınca da agresifleştim, istediğim gibi olmadı. Çok kötü şeyler çıkmadı ama ben hâlâ kendimi tam anlamıyla ifade edecek hiçbir iş yapmadım.

Sinemada mı?

Sinemada da televizyonda da. Daha nasıl bir oyuncu olduğumu kimseye gösteremedim bence. “Yeraltı”ndan sonra hep o kadınlar geldi bana. Kadın hep

Yazının Devamı

III. RIchard ve korkular

10 Kasım 2017

İstanbul Tiyatro Festivali’nin iki yılda birden her seneye dönmesine ne kadar sevindiysem, bağımlılık yapan tiyatro topluluğu Schaubühne’nin ‘III. Richard’ ile bir kez daha festivale gelecek olmasına da bir o kadar mutlu olmuştum. ‘Hamlet’i ile büyülendiğim, ‘Bir Halk Düşmanı’ ile takibi sürdürdüğüm, arada Berlin’e gidip ‘Venedik’te Ölüm’ü tek kelime anlamadan, altyazısız ve nefesimi tutarak izlediğim yönetmen Thomas Ostermeier’den bir ‘III. Richard’ ikramiye gibi bir şeydi.

Gelgelelim Schaubühne, festivalin başlamasına bir hafta kala gelmeyeceğini bildirdi. İKSV’nin açıklamasında başka detay yoktu. Aslında gerek de yoktu. Ama AFP’ye yaptıkları açıklamada özetle, “Türkiye’deki politik ortamdan duydukları endişeden ve ekibe güvenlik garantisi veremediklerinden ötürü bu kararı aldıklarından” söz ediyorlar. Türkiye’deki ‘fan’larını hayal kırıklığına uğrattıları için üzgün olduklarını da ekliyorlar.

Ne diyeyim, sağ olsunlar. Biz de üzgünüz sahiden. Bu son dakika iptalinde insana sahiden hiç adil gelmeyen bir taraf var. Bütün biletler satılıp, insanlar programlarını ona göre yapıp, kimi seyahatini değiştirene kadar ne beklediklerini merak ediyorum. Ne umuyorlardı o son ana kadar?

Komplo

Yazının Devamı

Darp yok, bıçak var

9 Kasım 2017

İnsanın aklı hayali almıyor gerçekten. Bir adam; hasbelkader ‘baba’ sıfatına sahip olmuş hasta ruhlu biri, sırf o ‘babalık’ müessesesi nedeniyle birtakım haklara sahip kabul ediliyor. Mesela, çocuğunu öldürme hakkına.

O güne kadar ne kadar tehlikeli olduğunu defalarca gösterdiği halde, boşanma sürecinde olduğu karısının bütün ailesine ölüm tehditleri savurduğu halde, lafta kalmayıp bir kere de denediği halde, elini kolunu sallayarak ortalıkta dolaşıyor.

Ve biz şimdi dokuz yaşındaki öz oğlu Yiğitcan’ı bıçaklayarak katleden ‘canavar baba’yı şaşkınlık ve dehşetle izliyoruz. Nasıl yapabildi, anlamıyoruz.

İyi de, şaşılacak ne var, adam söylemiş, haber vermiş, yetmemiş, denemiş. Daha bir buçuk ay önce, Yiğitcan’ı eve kapatıp doğal gazı açarak bir de çocuğun ağlayan görüntülerini çekip ailesine göndermiş.

Oğlanın dayısı nasıl polisle birlikte gelip kapıyı kırdıklarını anlatıyor. Adamın ertesi gün serbest bırakıldığını. İki hafta sonra da savcılıktan çocuğu görmek için izin kâğıdı aldığını. Çünkü ‘babalık hakkı’ yaşam hakkından kutsal.

Anneyle dayı çocuk polisine gitmişler, aldıkları cevap “Darp yoksa bir şey yapamayız” olmuş.

Şaka mı bu? Bir adam çocuğunu doğal gazla boğmaya çalışırken

Yazının Devamı