Bu deprem nasıl bir doğa olayıdır ki şehirleri yıkmakla kalmıyor, insanların içindeki kötülükleri de çıkarıyor. Irkçılık, ayrımcılık, faşizm, her türlü musibet adeta o yıkıntıların arasından fışkırıp ortalığa saçılıyor. Ve biz normalde en insani duyguların devreye girmesi, küslüklerin unutulması gereken yerde, insan olanın diğerinin yardımına koştuğu felaket anında, bir de oturup nefret söylemlerini konuşuyoruz.
Her deprem sonrası Türkiye’nin böyle bir gündemi oluyor. Herkes bir şekilde kendisinden olmayanın başına gelmiş ilahi bir ceza kabul ediyor yerkürenin sallanmasını, inanılır gibi değil. Marmara ve Bodrum depremlerinde de gördük bunu, Van’da da gördük en fenasından.
Şimdi de hepimiz Halepçe yakınlarında meydana gelen depremin ardından Twitter hesabından “Hazır deprem olmuş bırakalım gebersinler” yazan Öznur Ilgar’ı hayret, öfke, tiksinti ve bilumum şiddetli duyguyla izliyoruz. “Üstelik Acıbadem Sağlık Grubu’nda çalışıyormuş, bu nasıl insan, bu nasıl sağlık çalışanı?” diye diye. Acıbadem grubunun din, dil, ırk gibi her türlü ayrımcılığın karşısında olduklarını belirterek Ilgar’la ilişiklerini kestiklerine dair açıklaması bir nebze soğutuyor içimizi. Kötülerin cezasını bulduğu bir dünyada yaşıyormuşuz gibi geliyor. İyiler kazanıyormuş meğer, gibi.
Halbuki ne şaşıracak bir şey var, ne de sonunda sevinecek. Biz, bu tip cümlelerin rahatça, korkusuzca, pervasızca söylenebildiği bir hayatı taş üstüne taş koyarak inşa ettik.
Çocuklar öldüğünde Kürt mü Türk mü diye sorarak yaptık bunu. 2011’de Van depreminde taş üstünde taş kalmazken depremzedelere giden yardım paketlerinin içine bayrağa sarılı taşlar, sopalar, küfür notları koyarak yaptık. Televizyon ekranlarından “Çocuğa taş verip attırıyorlar, dağda kuş gibi askerimizi vurduruyorlar. Sonra bir şey olduğunda gel Mehmetçik, gel polis diye yardım istiyorlar. Herkes haddini bilecek”
diyerek yaptık.
Hadi o kadar uzağa gitmeyelim de, dönelim kendi küçük çevrelerimize bakalım; her gün duyduğumuzdan hiç şüphem olmayan ırkçı söylemlere gereken tepkiyi vermeyerek, arkadaşlarının bile kökenini merak
ederek yaptık.
Ben eminim, Öznur Ilgar o kan dondurucu cümleyi yazarken bir an bile başına bir şey geleceğini düşünmemişti. Zaten Twitter’da küçük bir gezintiyle görüleceği gibi, azımsanmayacak kadar çok da şakşakçısı var. Kendisine neden kızıldığını bile anladığından emin değilim. İçinden “Ne var yani, hani en iyi Kürt ölü Kürt’tü, öyle öğrenmemiş miydik?” diye geçirdiğine kalıbımı basarım.
Bu ifadenin kullanılabildiği bir yerde yaşıyoruz çünkü, hatırlatmak isterim unutmayı başardıysanız. Ve kullananlar da uzaydan gelmediler, aramızdalar. Bir tanesini hastaneden attık diye sonu gelmedi ırkçılığın. Bu söylemleri el birliğiyle ürettik, kullanıma soktuk, yaydık, şimdi de acısını çekiyoruz.
“Hani bizim insanlığımıza ne oldu?” diye ağlaşacaksak önce adını koymamız lazım. Kimse masum değil. Bu gelinen noktada medyanın da suçu var, komşu teyzenin de.