- "Küçücüktüm büyüdüm. Büyüdüm büyüdüm, kocaman insan oldum. Oldum da ne oldu? Yaşasın, bir sürü maskem oldu. Korkularımı saklamak için kalkan maskelerim oldu. Sonra ne oldu? Maskeli balolara ve maskeli savaşlara katıldım... Şimdi ne durumdayım? Maskeler canımı yakıyor, balolar sahte geliyor, savaşlar canımı yakıyor."
- Hadi çıkar maskelerini güzel insan, maskelerin arkasındaki kalbinle konuş, kalbini kulan diyorum...
- Olmaz, kendimi çıplak hissederim o zaman...
- Herkes çıplak olsaydı, herkes sade olsaydı çıplak hisseder miydin kendini?
- Hayır, o zaman bu çok normal olurdu.
- Karşındakine bak, iyi bak... Onun da maskesi var senin gibi. Dikkatli bak, o maskenin arkasındaki kalbi gör. Görebiliyor musun?
- Hayır, o kötü, o yanlış.
- O kalbi görebilmen için kendi maskenin arkasındaki kalbinin gözüyle bakmalısın. Gönül gözüyle. O zaman önce kendi kalbine ulaşmaya ne dersin?
Bazı insanların zihin programları genelleme yapmaya, genelin belli bir standartın içinde olmaya yatkındır. Kolay kolay farklı düşünemezler, zihin bildiği çemberin içinde dönmek için ısrar eder. Diğer bir zihin programı da farklılıklara odaklıdır. Sürekli farkı görmeye, farklı düşünmeye doğru yönelir. Fark yaratmak güzeldir, hem çeşitlilik hem de iyileşme, gelişme yönünde yardımcı olur. Ancak farklılığın peşine takılmak abartıya girerse kişiye zaman kaybettirebilir. Fark yaratmak için önce standartı, geneli de bilmek gerekir. Yoksa nasıl fark yaratacağınızı da bilemezsiniz.
Her zihin programının faydası vardır. Ancak farkında olmayıp tek bir programa takılmak gelişimi, öğrenmeyi yavaşlatır. Örneğin tenis oynamayı genel olarak öğrenmeden teniste fark yaratmanın peşinden gitmek çok zorlayıcı olabilir. Farklı olarak bulduğunuzu, yaptığınızı sandığınız şey aslında pek çok kişi tarafından zaten yapılıyor, biliniyor olabilir. Ayrıca standartı bilmeden üretmek de zorlanıp zaman kaybetmenize sebep olabilir. Sürekli standartların içinde kalan zihin de yeni bir şey üretmeye karşı dirençli olur. Gelişme ve öğrenme kapıları zamanla kapanabilir.
Siz hangi zihin programını daha sık
Bazı insanlar hayatından ya da kendisinden memnun olmadığı zaman acı çeker, söylenir, şikâyet eder... Bir zaman gelir ki artık her şey değişsin ister. Önce bekler, sonra bakar kimsenin bir şeye el attığı, yardım ettiği yok; kolları sıvayıp harekete geçer. Bu çok önemlidir, çünkü hayatının sorumluluğunu eline almıştır. Ancak birkaç hafta hatta bazen birkaç gün çaba harcayıp "bak işte olmuyor'' , "hiçbir şey değişmiyor '' der. Ya da kendine olumlamalar yapıp, "pozitif olacağım, kendimi iyi hissedeceğim" diye söz verir. Başta işe de yarar ama bir zaman gelir ki yine aklında, gözünde olumsuzluklar uçuşur, kendini kötü hisseder. "Olmuyor, eski halime dönüyorum galiba, ben değişemiyorum...'' diye vazgeçer. Aynı diyet programları gibi :) Diyete- spora başlanır, 3 hafta sonra bir kurabiye yenilir ve her şey başa döner. Aslında bir şeyin başa döndüğü ya da olmadığı falan yoktur. Eski alışkanlıkların, eski duyguların geri gelip yoklaması çok normaldir. Yılların alışkanlığı, yılların egosu bir anda terk edilmek istemez :) Terk etmek hiç istemez :) Aranızda güçlü bir bağ vardır, beyin bağı :) O bağ zayıflayana kadar ara ara sizi ziyaret etmeye devam edeceklerdir. Ama istenmeyen misafir
İçten içe bir savaş yaşar herkes ama dışarıya ateş açar. Aslında içinin karmaşasıyla baş edemediği için ya da içindeki savaşı göremediği için dışarıda sanır problemi. İçe dönüp bakmak için uyanmak gerek, cesaretli olmak gerek. Uyanmak, tek başına yetmez; korkarsın içini görünce, yüzleşmek istemeyip kaçar, uykuya dalarsın tekrar ve aynı rüyaları görmeye devam edersin. Sana haksızlık ettiğini düşündüğünü “affetmiyorum” der kızmaya devam edersin aslında kızdığın kendindir, affedemediğin de. Sürekli o aklındadır ve kendinle kavga eder durursun. Mevlana bir soruyla çok güzel cevabını buldurur sana eğer hazırsan tabii ki: “Sen uzattığın eli tutmayana mı kırgınsın yoksa elini tutamayacak birine uzattığın için kendine mi kırgınsın?”
Her dakika başkalarını yargılarsın yanlış yapıyorlar diye, aslında yargılarken kendini dışlarsın, ötekileştirirsin. Sen başka, onlar başka, belki de içinde sen kendinle bambaşka. Konuşursun kafanın içinde saatlerce öyle, böyle, şöyle, kendinle kavga eder durursun da farkında değilsin. Bir içine girsen, bir kendine duru gözle baksan kim bilir ne çözümler bulacaksın. Beklentisiz, çıkarsız bir işbirliği yapsan kendinle, kim bilir neler neler değişecek,
Kişilerin kendi bilinçaltı olduğu gibi toplumların da ortak bilinçaltı vardır. Bunlar, miras gibi zihinden zihine aktarılır. Bir çocuk doğar ve kendi ailesi, çevresi dolayısıyla toplumun değerlerini, inançlarını sorgusuz sualsiz almaya başlar. Bu kabuller %100 olmasa da Türkiye gibi ezberci bir eğitim sisteminin olduğu ülkelerde oran çok yüksektir. Hayatı olumsuz etkileyen, hem kişinin kendisini hem de başka canlıların canını yakan bu bilinçaltı kayıtlarına bilinçaltı kirliliği diyoruz. Maalesef kanayan yara olarak adlandırdığımız bilinçaltı kirliliklerinin başında kadına şiddet geliyor. Fiziksel, psikolojik şiddet ve taciz... Çok acıdır ki kolayca kadın cinayetlerine kadar uzanabiliyor bu şiddet. Toplumumuzun pek çok yerinde, daha çok küçük yaşlarda erkek çocuklarının kadına karşı bakış açısı çok dar ve aşağılayıcı bir pencereden veriliyor. Sonuçlar ortada; her gün binlerce kadın tacize uğruyor, her gün bir kadın cinayeti işleniyor. Medyada kınamalar ''insan değil hayvan'' ya da ''hayvanca yapılan katliam'' denildiğinde hayvana da hakaret edildiğini düşünüyorum. Bir hayvanın yapmayacağı şeyler bunar. Dünyada insanların kaçı hayvanlar tarafından öldürülmüş ya da tecavüze
“Aşırı hız insanı yoldan, aşırı kontrol de insanı kontrolden çıkartır.” Bazı insanların kendilerini, başkalarını ve hatta olayları sürekli kontrol etme otomatiği vardır. Her şeye müdahale edip, neyin nasıl yapılacağını, nasıl olması gerektiğini dikte edip dururlar. Kişileri, olayları kontrol etmeye çalışmaları aslında ne kadar dirençli olduklarını gösterir. Direnç sertliktir, sertlik de zora geldiğinde ani kırılmalar, büyük acılar getirir. Zihninizde kontrolcülük programı varsa kontrol edebileceğiniz şeylerle, edemeyeceklerinizin arasındaki farkı çok iyi bilmeniz size yardımcı olur. Mesela başkalarının düşüncelerini kontrol edemezsiniz ama kendinizinkileri edebilirsiniz. Doğa olaylarını kontrol edemezsiniz ama tedbir alabilirsiniz...
Bir insan neden herşeyi kontrol etmek ister?
- Kendini güvende hissetmek için.
- Korkusunu yönetebilmek için.
- Mükemmeliyetçi olduğu için.
- Doğru bildiği tek yol olduğu için.
Kişinin bunlara benzer sebepleri vardır. Sizin sebebiniz nedir?
Bir gün mutlaka başkalarını ve pek çok olayı kontrol edemediğinizi görmeye başlarsınız ama bu aşamada daha fazla kontrol etmeye yönelirseniz her şey daha da kötüye gider. En sonunda tamamen kontrolü
Detaylarda boğulup, hâlâ neyin eksik olduğunu düşünmek ya da daha neyi ekleyebilirim, daha neyi öğrenebilirim diye bitmez tükenmez bir arayışın peşinde koşmak... Sonu olmayan bir iyileştirme süreci. Ne zaman biter? Asla bitmez sonu yoktur mükemmel olmanın. Hep daha iyi, daha farklısı vardır, olmaya devam edecektir.
Mükemmel olan eklenecek bir şey kalmadığında değil, artık çıkaracak bir şey kalmadığında olmuştur. :)
Başlamak için mükemmel olmana gerek yok ama mükemmel olmak istiyorsan başlaman gerekiyor. :)
Mükemmelliğin peşinden koşup bir türlü harekete geçemiyorsanız mükemmellik illüzyonunun içindesinizdir. Kendi içinde dönüp duran, kendini tekrar eden bir film gibi. Sürekli zihniniz neyin eksik olduğuyla meşgul olur. Bir türlü tatmin olmazsınız. Her şey o kadar tam olsun ki kimse size bir şey söyleyemesin istersiniz. Ama bu maalesef mümkün değil. Beğenenlerin yanında beğenmeyenler, sevenlerin yanında sevmeyenler, övenlerin yanında eleştirenler hep olacak. İnsanın kendisi de dahil buna. Bugün yaptığınız ve beğendiğiniz bir şeyi bir yıl sonra beğenmeyebilirsiniz. Mükemmel olmaya çalışmaktan deneyimlemeyi kaçırabilirsiniz, hata yaptığınızda çok uzun zaman hatanın analizini
Hayatta her şeyin dengede olduğu bir çizgi vardır. Zıtlıkların ortasında yer alan bir çizgi. Ölçülülük de diyebiliriz buna. Ölçüyü kaçırdınız mı ya da ölçüyü tutturamadığınızda kıvam bozulur. İşte bu iki uç arasındaki çizgiyi fark edemezseniz bir ucu diğer uca tercih etmek zorundaymışız gibi hissedebilirsiniz kendinizi. Bu da zihnin ya öyle ya böyle diye sadece iki seçenek görme sınırlılığından gelir. Örneğin alçakgönüllülük çizgisinin altında kendi kıymetini, değerini bilmemek, çekingen olmak, edilgen olmak gibi uç noktalar vardır. Üstünde ise kendini beğenmişlik, ukalalık, egosantrik davranışlar vardır. İkisi de dikenli uçtur, kişiyi yanılsamalarla doldurur. Kişi kendini beğenmiş ve ukala olmamak adına diğer uca yakın davranış şekillerini benimseyebilir. Ancak çizgi altı durum da zamanla kişiyi yorar, kendini kötü hisseder ve dış dünyadan aldığı geri bildirimlerden mutsuz olur.
Pek çok kişi öfkesini göstermekten, bağırıp kavga etmekten kaçtığı için, içine ata ata, susa susa pasif bir davranış içine sokar kendini. Bu da öfke tepkisi gibi dikenli bir uçtur, çünkü bastırılmış öfke de oldukça zarar vericidir. Oysa arada daha normal, kendini ifade eden, hoşgörülü ve özgüvenli