Sağlık dediğimizde ilk akla gelen genelde bedensel sağlık oluyor. Ancak sağlık, sadece bedenin sağlıklı olması anlamına gelmez. Zaten bedenin tek başına sağlıklı olması da mümkün değildir. Zihin ve beden bir bütündür. Zihnimizde olup biten her şey, bedenlerimizde duygu olarak hissedilir. Bu da düşüncelerin yarattığı frekansın bedende hissedilmesidir. Olumsuz duygu yaratan düşünceler bedenimizde acı, ağırlık olarak hissedilir. Her biri bedeni yaralayan küçük-büyük dokunuşlardır. Uzun süren bu acı dokunuşlar, hem bedeni hasta eder, hem de zihni. Huzursuzluk, mutsuzluk, depresif haller, öfkelenmeler, içe dönük sessiz şiddetler olarak kendini belli ettiği gibi fiziksel hastalıklar olarak da gözle görülür duruma gelir.
Bedenimizi sağlıklı gıdalarla yeteri kadar beslemek, egzersiz yapmak ne kadar önemliyse zihnimizi olumlu düşüncelerle beslemek, bedenimize güzel, yüksek frekanslı pozitif duygular yüklemek de çok çok önemlidir. Hasta olduklarında ilaç kullanıp ya da tıbbi tedavi görüp iyileşen insanların aynı veya benzer hastalıkları tekrar yaşamalarının sebebi düşüncelerini dolayısıyla duygu ve davranışlarını değiştirmemelerinden kaynaklanır.
Bu konuyla ilgili yıllardır yazıyorum
Sağlık dediğimizde ilk akla gelen genelde bedensel sağlık oluyor. Ancak sağlık, sadece bedenin sağlıklı olması anlamına gelmez. Zaten bedenin tek başına sağlıklı olması da mümkün değildir. Zihin ve beden bir bütündür. Zihnimizde olup biten her şey, bedenlerimizde duygu olarak hissedilir. Bu da düşüncelerin yarattığı frekansın bedende hissedilmesidir. Olumsuz duygu yaratan düşünceler bedenimizde acı, ağırlık olarak hissedilir. Her biri bedeni yaralayan küçük-büyük dokunuşlardır. Uzun süren bu acı dokunuşlar, hem bedeni hasta eder, hem de zihni. Huzursuzluk, mutsuzluk, depresif haller, öfkelenmeler, içe dönük sessiz şiddetler olarak kendini belli ettiği gibi fiziksel hastalıklar olarak da gözle görülür duruma gelir.
Bedenimizi sağlıklı gıdalarla yeteri kadar beslemek, egzersiz yapmak ne kadar önemliyse zihnimizi olumlu düşüncelerle beslemek, bedenimize güzel, yüksek frekanslı pozitif duygular yüklemek de çok çok önemlidir. Hasta olduklarında ilaç kullanıp ya da tıbbi tedavi görüp iyileşen insanların aynı veya benzer hastalıkları tekrar yaşamalarının sebebi düşüncelerini dolayısıyla duygu ve davranışlarını değiştirmemelerinden kaynaklanır.
Bu konuyla ilgili yıllardır yazıyorum
Özgüven, özden, içeriden gelen güven. Kendine güvenmek... İnce bir çizgidir özgüven ve kendini beğenmişlik, ukalalık ve ego arasındaki çizgi. Bazı kişiler ukala olmamak, kendini beğenmiş olmamak adına bu ince çizginin altına geçerek özgüvenlerini kaybedebiliyor. O zaman da mütevazı, alçak gönüllü olacağım derken kendilerini ezik, güçsüz hissedebiliyorlar.
Tabii ki özgüven sorunu sadece bu yolla oluşmuyor. Kişi, başına gelen bir olaydan dolayı yoğun bir duygusallık içinde giriyor ve kendini korumak adına kendini çok geri plana çekebiliyor. Yine başka bir oluşumda çocukluk, ergenlik zamanlarında ailenin veya çevrenin etiketlemeleriyle, yaşanan olumsuz olayların çocuk tarafından farklı yorumlanmasından kaynaklanabiliyor. Sebep her ne olursa olsun sonuçta özgüven eksikliği bir çeşit zihnin öğrenmesiyle oluşuyor. Ve bu öğrenmişlik, otomatik olarak kendini tekrar ediyor. Dışarıdan gelen bir etkiyle, onaylama, takdir, motivasyon gibi durumlarla anlık olarak kişi kendini iyi veya güvende hissedebiliyor. Ama bu çok kısa süreli bir durum.
Özgüven eksikliği kişinin öğrenmişlikleriyle kendine ve hayata baktığı dar ve korku dolu bir penceredir. Kişi nasıl bu durumu öğrendiyse aynı
Her gün aklımızdan farkında olmadığımız en az 60.000 düşünce geçer. Bilinç seviyesinde bu düşüncelerin çok azını hatırlarız. Acaba arka planda kalan, hatırlamadığımız, vızır vızır geçen ve İstanbul trafiği gibi yoğun akışı olan düşüncelerimizin nasıl farkında olabiliriz? Tabii ki duygu durumumuzun , enerji seviyemizin farkındalığıyla... Her bir düşünce kendi içinde bir enerjidir. Düşüncelerin yarattığı beyinsel elektrik sinir sistemiz aracılığıyla vücudumuzda dolaşır ve kendine uygun enerjiler üretir. Bu enerjiyi de duygu olarak hissederiz. Olumlu duyguların frekansı yüksektir ve kendimizi enerjik, aktif, keyifli hissetmemizi sağlar. Gözümüzden, auramızdan parlayan bir ışık çıkar. Zaman zaman size de mutlaka birileri "bugün harika görünüyorsun, ne oldu sana" diye sormuştur. Belki de sebepsiz yere kendinizi o gün iyi hissettiğinizi sanmışsınızdır. Oysa hiçbir şey sebepsiz ya da tesadüf değildir. Tam tersi ''sebebini bilmiyorum ama kendimi bugün çok yorgun, keyifsiz hissediyorum'' dediğiniz günler olmuştur. Ya da birileri size bunu söylemiştir ve cevabınız "gerçekten yok bir şeyim" olmuştur. İşte sebebini bilin ya da bilmeyin bu anlar hep düşünce ve duyguların yarattığı enerjinin
Canı sıkılmıştı yine, aklı karışmıştı ve içindeki o mutsuz ses konuşuyordu. Sürekli neyin sorun olduğunu, neyin düzelmeyeceğini ve neyin değişmeyeceğini anlatıp duruyordu. Kendini daha da bitkin hissediyordu. İyi gelir diye kendini sokağa atmıştı, hızlı hızlı yürüyordu. Tek yapabildiği buydu. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı o da can sıkıcıydı, bulutlar kaplamıştı gökyüzünü "ne iç karatıcı bir hava" diye iç geçirdi. Oysa güneş tam da başının üstündeydi; sadece o an önünde bulutlar vardı. "Hey ben buradayım'' diye bağırıyordu umut ama duyan, gören yoktu.
Kadın, iyi gelir diye kuaföre gitti. Beklerken yan koltukta oturan şen şakrak kadın dikkatini çekti. Cıvıl cıvıldı, gözlerinin içi gülüyordu. Yine içinden konuştu "keşke ben de öyle mutlu, enerjik olabilseydim" dedi. O bitmez tükenmez keşke'lerinden birini sıralamıştı yine. Sonra saçlarını yaptırdı ama pek bir şey değişmedi; çünkü aynada kendine acıyan gözlerle bakıyordu. O sırada yanındaki masada duran lüks bir arabanın anahtarını gördü ve içinden "bir arabam bile yok" dedi. Kendini giderek daha da kötü hissediyordu. Tekrar yol çıktı, eve doğru giderken mutlu bir ilişkisi olan komşusunu gördü "hıh bu da nasıl hava atıyor
2015 yılına dair, hem kendim, hem de tanıdığım tanımadığım tüm insanlar için, dünyamız için güzel dileklerim var. Ama öncelikle bir önceki yeni yıl yazımda yayınladığım gibi bu sene yeni yıla dileklerimle değil şükranlarımla girmek istiyorum...
- Sağlıklı olduğum için şükrediyorum.
- Sağlıklı ve mutlu bir kızım olduğu için şükrediyorum.
- Arkamda duran, bana destek olan, bana inanan bir ailem olduğu için şükrediyorum.
- ''İyi ki vasın''diyen samimi dostlarım olduğu için şükrediyorum.
- Yazabilme yeteneğim olduğu için şükrediyorum.
- Sevdiğim işi yapabildiğim için şükrediyorum.
- Güzellikleri görebildiğim, koklayabildiğim, tadabildiğim, hissedebildiğim için şükrediyorum.
Bir yılı daha el sallayarak uğurlayacağız ve yeni yılı umutlarla, dileklerle karşılayıp hoş geldin diyeceğiz. Kimileri kapıda nar kıracak, kimi kırmızı giyecek, kimi piyango çekilişini bekleyecek... Herkesin yılbaşına giriş şekli var. Hatta yılbaşını hiç önemsemeyenler, kutlamayanlar da var. Tek ortak yan, dile getirilmese de herkesin içten içe yeni yıldan bir dileği, bir isteği vardır. Peki, bu sene bir değişiklik yapmaya ne dersiniz? Yeni yıla tam bir şükranla, minnetle girmeye ne dersiniz? :)
Şöyle ki; güzel bir kâğıt alın ve 2014 yılında neleri fark ettiniz, neleri başardınız, neleri öğrendiniz yazın. Kimler size yardım etti, siz kimlere yardım edebildiniz, maddi manevi hayatınıza neler girdi; hepsini hatırlayın ve tek tek yazın. Her bir cümlenin sonunu şükür, teşekkür ya da minnet kelimesiyle tamamlayın. Hiçbir şeyi küçümsemeden, en ufak bir olumlu gelişmeyi bile adeta kutsayarak yazın ve teşekkür edin. Bedeninize, ailenize, arkadaşlarınıza, işinize, zihninize, kalbinize, evinize, yediğiniz yemeklere hatta aldığınız nefese minnet duyun ve bunu yazılı olarak dile getirin. Çok sevdiğim bir söz vardır, eski bir öğreti de diyebiliriz: "Bir insan sahip olduğu hava için
Senin de sık sık ne yapman ya da ne yapmaman gerekeni kulağına fısıldayan bir sesin var mı? Belki de seninki omzunda değildir, kafanın içindedir, oradan konuşuyordur fısır fısır. Bazılarını bu ses aşağılar, yargılar, sert bir tonda konuşur. Felaket tellalı gibi yorumlar yapar. Bazılarının sesi depresif bir ses tonuyla fısır fısır konuşur, her şey için çok geç olduğunu, hiçbir şeyin değişmeyeceğini söyler. Hep "ama, ama..." diye başlayan cümleleri seçer. Ya da emirler yağdırır ''şunu yapmalısın, mecbursun...'' gibi. Hep bir eğer'i, bir keşke'si vardır. "Eğer beni sevseydi...", "keşke böyle olsaydı...'' diye seni olduğun yere çakacak sızlanmaları vardır. Hatta çoğu zaman tüm dünyanın sana karşı olduğunu, hiç kimseye, hiçbir şeye güvenmemen gerektiğini tekrar edip durur. Bazen seni şaşırtıp anlık yüksek motivasyonla hayaller kurdurup, sonra da duvara toslatır; neye uğradığını şaşırırsın. İşin ilginç yanı, çoğu zaman da bütün bu konuşmaları yapanın kendin olduğunu sanır; çaresizliğine, yakınmalarına, suçlamalarına inanırsın, her şeyin, kendinin bu kadarcık olduğuna inanırsın. Ama o ses sen değilsin. O ses, senin çocukluğundan beri gelen tüm öğrenmişliğini genelleyen, seni