Her insan hayatında bir mucize olsun ister. Ama mucizeyi isterken "keşke" modunda mı yoksa "evet biliyorum, hissediyorum" modunda mı ister? İşte mucizeyi de yaratan budur...
Evrende her daim, her an mucizeler oluyor da biz onları göremiyoruz. Bir bebeğin anne karnında büyümesi, bir tırtılın kozadan kelebek olarak çıkması, her gün güneşin doğması, arıların polen dağıtması... her an mucizeler içindeyiz. İnsanların hayatlarında da mucizeler oluyor, inanmak, fark etmek gerek...
Keşke modunda beklemek, mucize olmayacağına inanmaktır, mucizenin önünü kendi kendine kesmektir. Korku dolu düşünceler, korku senaryosunun yaratmak, hayata çekmektir. Aslında bu da bir mucizedir ama işimize yaramaz. Oysa umut dolu düşler, hayaller ve onların gerçekleşeceğine dair olan inançlar istediğimiz mucizeleri hayatımıza davet etmektir. Bir mucize isteyip bakalım olacak mı, olmayacak mı diye bir kenara çekilip beklemek inançsızlıktır. Olursa inanırım ama şimdi inanmıyorum demektir. Gönülden inanan da sabreder, bekler ama mucizesine uygun duygularla ve ona uygun eylemler içinde bekler.
Herkesin hayatına davet etmek istediği bir mucizesi vardır. Richard Wilkins'in dediği gibi "Mucize; enerjinizi
İnsanın diliyle kalbinin arası bir karış, kısacık bir yol. Ama çoğu zaman dil ve kalbin arasında kilometrelerce fark olabiliyor. Nasıl mı? Buna cevabı şu soru verecektir: Diline vuran ne? Kalbin mi, egon mu? Ya da kim konuşuyor? Kalbin mi egon mu? İşte, insan bunu kendinde fark edebildiği an kendini de arındırmaya başlıyor.
Çoğu zaman verdiğimiz tepkiler, yorumlar, yargılar hep egonun dile gelmesidir. Kendimiz sandığımız egoların yükselen sesleri konuşur her daim. Hemen aklıma Shakespeare'in bir sözü geldi: "Sesini değil sözünü yükseltmeli insan. Çünkü gök gürültüleri değil, yağmurlardır yaprakları yaşatan."
Herkesin zihninde konuşan bir egosu vardır. Hem yargıç, hem avukat, hem zanlı, hem sanık; her rolü yazar çizer ve oynar. Her daim haklı ve haksızı, doğru ve yanlışı dillendirir. Hatta gök gürültüleri patlatır, şimşekler çaktırır. Ve seller toprakları, çiçekleri söküp atar...
Ramazan orucu, sadece bedensel arınma değil aynı zamanda zihinsel bir arınma da içerir. Egoların devreden kaldırılıp, gönül gözüyle görebilmek, gönül diliyle konuşabilmek için toplu bir fırsat yaratır. Toplu yapılan ritüeller, ibadetler birlik enerjisinden yararlanarak daha fazla etkileşim ve
Pek çok kadın güzel olmadığınıya da güzelliğinin yetersiz olduğunu düşünüp kendini mutsuz ediyor. Kadınlar, belki de erkeklerin önemsediğinden çok daha fazla güzellik peşinde koşuyor. Manken gibi incecik vücutlar, bebek gibi cilt, hokka gibi burun, sırma saçlar, badem gözler...
En ince ayrıntısına kadar kendisinin veya başkalarının fiziksel özelliklerini inceleyen birisi güzelliği bir değer haline getirmişolabilir. Onun için hayatının merkezinde onu yöneten bir değer. Güzellik, estetik anlayışının derin kriterleri vardır. Peki kim koydu bu kriterleri? Neye göre güzel? Sürekli güzel olma derdindeyseniz kendinize bu sorularısormanızda fayda var. Ayrıca güzel olmak size ne sağlıyor? Ya da güzel olmadığınızıdüşünüyorsanız ne kaybediyorsunuz? Bütün cevaplar sizde, bu güzellik değeri sizi nereye götürecek acaba?
Sağlıklı olmak için ideal bir kiloda olma çabasıbaşka bir şeydir; 36 beden olabilmek için uğraşmak ve acı çekmek bambaşka bir şeydir. Kendine yakışanı giymek, kendi tarzında giyinmek başka bir şeydir; moda diye tüy takmak bambaşka bir şeydir :)
Dünyada giderek artan bir güzellik krizi var. Özellikle de kadınlar arasında. Tabii bu çok normal çünkü güzel, mükemmel kadın
Düzenli yapılan her türlü spor ve egzersiz kesinlikle kişilerin özgüvenlerini artırıyor. İster çocuk olsun, ister yetişkin. Çünkü zihin ve beden birbirinin aynasıdır. Birbirlerini kopyalayan uyumlu bir bağ vardır aralarında. Zihinden geçen her türlü düşüncenin yarattığı duygusal duruma uygun bedensel bir şekil vardır. Zihinden geçen güzel, olumlu düşünceler bedenin yukarıya doğru güzel bir şekil almasını sağlar. Aynı şekilde zihinden geçen olumsuz, kötü düşüncelerde bedeni aşağıya doğru çeken bir şekil almasını sağlar. Üzüntü içindeyken dimdik duramadığınız gibi mutluluk içindeyken de omuzlarınız aşağıya çökmüş olamaz. Aynı durum bedenin hareketlerinin zihnindeki durumu etkilemesiyle devam eder. Eğer bedeninize dimdik bir duruş sağlarsanız, bedeninizi aktif hareket ettirirseniz zihniniz de aktif olur ve olumlu düşüncelere yönelir. Çocuklarımızın düzenli sporla dikleşen vücutları, zihin tarafından özgüven kodlarını hatırlar. Ya da bedenin spor esnasında esneklik kazanması, ani refleksler geliştirmesi, değişen koşullara ayak uydurabilmesi zihnin de esnek olmasını, şartlara göre hızlı alternatifler üretebilmesini sağlar. Ayrıca spor yaparken beden tarafından aktive olan mutluluk
Huzur sizin için ne anlam ifade ediyor? Huzur kelimesini en çok neleri ifade ederken kullanırsınız? Benden birkaç örnek:
Bir huzur ver!
İlişkimde huzur olsun istiyorum..
Evde huzur yok...
İşyerinde huzur yok...
O çok huzursuz...
İçimde bir huzursuzluk var...
Huzur istiyorum...
Mutlu olmanın ahlaklı ve erdemli olmaktan geçtiğini savunan ünlü filozof Aristoteles'e sormuşlar "yalan söylemekle ne kaybederiz?" diye. Aristoteles cevaplamış: "Doğru söylediğiniz zaman bile karşınızdakini inandırmayı."
Hiçbir yalan sonsuza dek gizli kalmıyor, hele bu zamanda enerjilerin çok hızlı geri dönüşümüyle yalanlar dönüp dolaşıp insana geri geliyor. Birkaç kez yalan söylediğiniz fark edilince artık kuşku duyulan bir insan oluyorsunuz. Çocukluğumuzdan da bildiğimiz yalancı çoban hikâyesinde olduğu gibi doğru söylediğinizde bile karşınızdakini inandıramıyorsunuz.
İnsan neden yalan söyler:
- Kendi çıkarlarını korumak için.
- Kandırmak için.
- Korktuğu için.
- Kaybetmemek için.
- Yanlış anlaşılacağını düşündüğü için.
Şikâyetler:
- Ortada hiç sevgi dolu insan kalmadı.
- Kimse beni sevmiyor.
- Kimse benimle ilgilenmiyor.
- Yok ki şöyle gelip de beni gerçekten sevecek bir adam/kadın.
- Herkesin aklı fikri maddiyatta, kimse sevgiyi düşünmüyor... diye uzayıp giden şikâyetler. :) Tanıdık geldi mi size de?
Evet, her insan sevilmek, ilgi görmek istiyor çünkü sevgi hamurumuzda var. :) Sevgiyi yaşamak, hissetmek hepimizin hakkı ve çok da güzel bir duygu. Ama odağımız yanlış yerde. :) Sevmek isteyip, sevmeyi seçebiliriz. İnsan kendisine gelince "ben seviyorum zaten" deyip geçiveriyor. Nasıl seviyor, nasıl sevgi veriyor, nasıl ilgi veriyor pek de incelemiyor kendini. Karşısındaki insanlar bu sevgiyi, ilgiyi anlıyor mu, yeterli buluyor mu? İşte oralarını pek kurcalamıyor. :) Çünkü kendi sevgi ihtiyacıyla meşgul.
Her insanın sevgi dili, sevgi anlayışı kendine göre değişir. Zihninde bir sevgi dili kurmuştur, onun için sevginin, sevilmenin ona özel bir anlamı vardır. Ve sevgiyi öyle almak ister. Nasıl sevgi verdiğimiz ise ayrı bir konu, çoğu zaman sevilmek, ilgi görmek için yapılan sevgi gösterileri ya da kendi kafamızdaki anlamlara göre sevgi göstermeye çalışmalar ve tatmin olunmayan sonuçlar
"Ebeveynlerin çocukları için en çok yaptıkları şey nedir" diye sorduğumda genelde en sık gelen cevaplar;
- Çocuklarını korumak.
- Çocuklarının bakımına yardımcı olmak.
- Çocuklarının geleceği için çalışmak.
Ama bunların da başında gelen başka bir şey var :) o da nasihat etmek, akıl vermek ve eleştirmek... Bunlar da çocuklarımızın hiç duymak istemedikleri şeyler. Oscar Wilde'nin çok güzel bir sözü var: "İnsanlar daha çok kendilerinin ihtiyacı olan şeyleri başkalarına vermeye bayılırlar, mesela öğüt."
Çocuklar taklit ederek, modelleme yaparak farkında olmadan kolayca öğrenme yeteneğine sahiptir. Özellikle ebeveynlerinin en çok yaptıkları davranışlar, alışkanlıklar zamanla bilinçaltlarına yerleşir ve vakti zamanı geldiğinde çocuk da aynı şekilde davranmaya başlar. Bazen bu durum tam tersi yönde de olur. Mesela çok kitap okuyan bir anne, çocuğunun ihtiyacı olduğu anda da kitap okumaya vakit ayırıyorsa, çocuğuyla kaliteli zaman geçirmek yerine kitaplara boğuluyorsa çocuk kitap okumaya tepki gösterebilir. Çünkü kitaplar ondan annesini almaktadır ya da benden çok kitapları seviyor, kitapları bana tercih ediyor diye düşünebilir. Haklıdır da. :) Ölçülü olmak her zaman iyidir.