‘Leyla ile Mecnun’, ‘Ben De Özledim’ derken, gündelik gerçekleri mizah iğnelemeleriyle senaryolaştırmayı seven Onur Ünlü şimdi de ‘İtirazım Var’ çılgınlığıyla çıkıyor karşımıza. ‘Çılgınlık’ dedim çünkü gönlünce üretkenlik sergileyip ‘Şubat’, ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’ gibi alışılmışın dışında işlere imza atmayı seven Onur Ünlü, söylemleri ve eylemleriyle taşları gediklerine oturtan İmam karakterinde öyle sıra dışı bir tablo çiziyor ki, ‘İtirazım Var’ gerçekten de cesaret isteyen bir çılgınlığa dönüşüyor.
Ayrıca absürt işleri popülerleştirmeyi seven ve sinemamızın polisiye türüne kendi tadında katkıda bulunmayı kafasına koyan Onur Ünlü’nün İmam’ı, ‘Leyla ile Mecnun’un fenomeni haline gelip ‘Ben var ya ben ne anasının gözüyüm biliyon mu?’ diyen İsmail Abi olunca bu keyifli çılgınlık da misliyle artıyor.
Bu çılgınlık sürecinde en göze çarpan hata ise caminin içindeki odanın perdesinin aralık kalması. Bu durum bir süre fark edilmeyince, odadaki monitörün kayan görüntüsü de kazara sahnede yer alıvererek arkadan müthiş bir çirkinlik yaratıyor. Neyse ki aynı sahnenin devamında perde çekilmiş oluyor da köşeden dalga dalga göze çarpan monitör görünmez oluyor.
BÖYLE AKİL İMAM
Yıllardır reyting performansından ödün vermeden ekranda kalmayı başaran ‘Arka Sokaklar’ denince elbette ki, cümle olayı bir çırpıda çözüveren polis ekibimizin bütünü geliyor aklımıza. Ancak bu başarı istikrarında her karakterin de kendine göre bir değeri olduğu gerçeğini unutmamak lazım. Kendine has sertliğiyle, suçluları bülbül gibi öttürmeyi başaran Mesut Komiser de bu gerçeğin öne çıkanlarından olmuştur her daim. Ekibin ağabeyi konumundaki Mesut Komiser, bu denli sevilmesiniyse, Şevket Çoruh’un sertlikle babacanlığı buluşturan canlandırmasına borçludur.
‘Çiçek Taksi’ dizisindeki Çamur Şevket rolünden bugüne, ‘Komedi Dükkânı’ da dâhil olmak üzere, çeşitli film ve dizilerde kendini gösteren, yanı sıra tek kişilik ‘Caveman/Mağara Adamı’ tiyatro oyununda yer alan Şevket Çoruh, şimdi de ‘Hayat Sana Güzel’ diyerek, bambaşka bir tiple kendini bir kez daha ispatlıyor beyazperdede.
Şevket Çoruh’u popüler kültürün ve iş dünyasındaki fırsatçılık uyanıklığının yarattığı Müteahhit Azmi olarak, alıştığımızın dışında bir görünümle, karşımıza çıkartan ‘Hayat Sana Güzel’, tıpkı filmin yaratıcısı olan Murat Şeker gibi Şevket Çoruh’un da her telden çalabileceğini görmek adına güzel bir
‘Suçlular ondan korkar, o her şeyden’ sloganıyla ekranlarda yer aldığı günden itibaren önüne çıkartılan her engeli başarıyla atlatmasını bilen ‘Galip Derviş’, gerek performansı gerekse dayanıklılığıyla beni şaşırtan bir yapım oldu.
Pek çok sansasyonel çıkış yapan ve balon gibi çabucak havaları inen işlere karşılık oldukça kendi halinde bir imaj çizen Barakuda Film ürünü ‘Galip Derviş’in, hangi saatte, hangi günde olursa olsun izleyicisini kendinde tutmayı becermesi; istikrarlı bir biçimde varlık göstermesi şaşılmayacak gibi değil ki!
Perşembe geceleri ikinci kuşakta başladığı yayın hayatını, ikinci sezon başlangıcından itibaren saat 19.45’te sürdüren, arada bir dizi yokluğuyla boşluk yaratmışsa oraya kurtarıcı olarak konulan ‘Galip Derviş’, şimdilerde Pazar geceleri saat 23.00’te takılmakta… Tam ‘Bu kez işi zor’ diyecekken, bizim Galip Efendi aldığı sonuçlarla adeta ‘Benden vazgeçmek kolay mı’ demekte.
Kolay değil, hem ikinci kuşaktan işe başlayıp kendini sevdirmek, hem de bu sevgiyi onca değişime karşın diri tutabilmek… Hele de yabancı yapımlardan uyarlama senaryolara pek itibar etmeyen toplam izleyici kesimi tarafından bile ilgiyle izlenmek. Bravo, zoru başaran ‘Galip
Ekranlar, yeni yapımlar konusunda hız kesmeden tam gaz ilerlerken kendilerine başarı kıstası olarak reytingleri seçtiklerinden, kimi zaman ortalık öyle toz duman oluyor ki, gerçekten değerli yapımlar pisipisine harcanıveriyor. Tabi bu haksızlık da, yayın akışında yaşanan olumsuzluklardan etkilenen ekran başındakilerde ister istemez bir tepki oluşturuyor.
Bir süre önce, Kanal D’nin apar topar yayından kaldırdığı ‘Vicdan’ dizisiyle ilgili tepkileri ve istekleri dillendirmiştim. ‘Vicdan’ın haksız bir biçimde sonlandırılmasını içlerine sindiremeyen takipçilerin isteği, bu dizinin bir şekilde yeniden ekranlarda yer almasıydı. Bu konudaki beklentiler ve umutlar sürmekte.
Dolayısıyla biz de arkası kesilmeyen istek satırlarına saygı adına bir kez daha konuyu yazımıza taşıyalım dedik. Ancak görünen o ki, ne yapımcı cephesinden, ne de Kanal D veya bir başka kanaldan bu yönde duyarlılık veya hareketlenme olmayacak!
Başta dedik ya, başarı kıstası reyting diye… Anlaşılan dizi konusunun güzelliği veya sadakatle isteklerinde direnen ‘Vicdan’cıların gayreti, reyting beklentisinin büyüklüğü karşısında önemsenmeyecek bir ayrıntı olarak kaldı.
Selfie Pozu Bile ‘Zeytin Tepesi’ni Kurtaramadı
‘Nuh Tufanı’ efsanesinin bir kez daha sinemaya aktarıldığı günümüzde, Oscar ödüllü oyuncu Russell Crowe tarafından canlandırılan ‘Noah’, Katar, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde İslam’a aykırılık içerdiği gerekçesiyle sansür fırtınasına yakalanmışken, içeriğiyle yarattığı sansasyonu katmerleyip Vatikan’ın da tepkisini çeken bir yapım oldu.
Sıkça geldiği ülkemizi pek seven ve Cem Yılmaz’ın ‘Yahşi Batı’sına çok güldüğünü söyleyerek bizimle adeta kanka moduna giren Russell Crowe tarafından alışılmışın dışında bir kimlikle huzura getirilen ‘Noah’ın irdelemesine geçmeden önce kısaca hepimiz tarafından bilinen ayrıntılara göz atmakta fayda var.
Her şeyden önce nasıl ki din ve bilim, insan yaşamını yönlendiren başlıca öğretilerse bu evrensel gerçeğe karşın bir diğer gerçek, onların da cevapsız kaldığı pek çok ayrıntının mevcudiyeti. Nitekim Nuh’un hikâyesi de, çocukluğumdan bu yana ilgimi çeken ve tıpkı Âdem ile Havva’daki gibi, belirsizlikleriyle kafamda soru işaretleri yaratan bir konu olmuştur. Lakin bu tür bilinmezlikler, ne kadar sorgulanırsa sorgulansın cevap bulunamayacağı gerçeğinin yarattığı boşlukları ve sonuçsuz tartışmaları da beraberinde getirdiğinden, burada
Televizyon dünyamızda izleyiciye karşı sergilenen en büyük sorumsuzluk, yayın akışıyla oynama alışkanlığı…
İzleyiciyi olduğu kadar yapımları da hiçe sayan bu keyfilik sonucunda, ne ekran karşısına geçip o saatte aradığını bulamayanlarda tat bırakılıyor… Ne de günden güne, saatten saate sürülen dizilerde ekrana tutunma gücü.
Seyircilerin ve de yapımların dayanıklılığını test etme misyonu üstlenmişçesine yürütülen bu saygısızlık tutkusunun son kurbanı, ‘Boynu Bükükler’…
İlk bölümünün ardından eksiğini gediğini ayrıntısıyla ele aldığım dizi, başlangıçta orijinallikten uzak yapıda bir görüntü yansıtmış olsa bile, devamındaki özgün esprileriyle kaliteli bir yolda ilerleyeceğinin mesajını vermeyi bildi.
Seçim hilelerine yönelik eleştirel komedi sergilediği bölümden itibaren ‘Hababam Sınıfı’ ve ‘Pis Yedili’ gibi yapımların boyunduruğundan kurtulup günceli iğneleyen bir kimliğe bürünen ‘Boynu Bükükler’, bu taşlamalı içerik gelişiminin yanı sıra karakterlerini de daha iyi oturttu.
Toplam izleyicide ilk 10 arasına girmeyi başarıp AB grubunun espri zevkine birkaç basamak geriden hitap eden yapım, Ersen ve Galoşlarını Boynu Bükükler tayfasıyla çatıştırırken inandırıcı bir mizah
TRT1’in gençlik fenomenine dönüşen dizisi ‘Beni Böyle Sev’, içeriğindeki sürprizlerle ve aldığı ödüllerin bolluğuyla dikkatleri üstüne çekmeyi sürdürüyor.
Ayşem ile Ömer’in zorlukların altından kalkmak için canla başla gayret sarf ettikleri, Eda Hala ile Nail’in yeni yetmeler gibi aşklarını yaşadıkları ‘Beni Böyle Sev’, içeriğini güzel gelişimlerle sergilerken, senaryo gereği hafiyeliğe soyunan karakterlerine kılık değiştirtip onları yöresel kıyafetlere büründürerek yaptığı hoş sürprizle de dikkatleri çekti. Onun bu gelişimi, bir dizinin nasıl yozlaştırılmadan konusunu zenginleştirebileceğini çok güzel ortaya koymakta.
Kıbrıs’ta Girne Amerikan Üniversitesi’nde gösterilen yoğun ilgiden sonra yollara düşüp Eskişehir ve Düzce Üniversitelerine giderek ödüllerini alan ‘Beni Böyle Sev’ kadrosu, bu başarı yeteneğini birbirini takip eden üniversite söyleşileriyle de izleyici tabanına yaymaya kararlı olduğunu göstermekte.
Geçtiğimiz günlerde önce Trakya Üniversitesi’ne giden, ardından da İstanbul Aydın Üniversitesi’nin Florya Yerleşkesi’nde öğrencilerle buluşan oyuncuları aracılığıyla, dizi yapımı, oyunculuk ve çekim süreçleri hakkında aydınlatıcı bilgiler veren ‘Beni Böyle Sev’
Özel gösterimleri hep sevmişimdir. Özellikle de ilgi çekici ve büyük prodüksiyonlarla ilgili olanları. İlk bakışta sürpriz bozan gibi dursalar da, seyretme merakını kamçılayan bir yönleri olduğunu düşünürüm.
Warner Bross. tarafından gerçekleştirilen özel gösterime de işte bu duygular içinde gittim.İki filmin özel sahnelerinin bir arada verildiği gösterime iyi ki de gitmişim.
Zira; ‘İnsanın gücü doğayı kontrole yeter mi’ sorgulamasını yapıp ‘Yetmediği yerde Tanrı hepimizin yardımcısı olsun’ diyerek kibirden gözleri kamaşan insanların kendilerini doğadan üstün görüp tüm dünyayı tehdit edecek tehlikelere zemin hazırlamalarına dikkat çeken içeriğiyle ‘Godzilla’nın 20 dakikalık özel gösterimi, bu düşüncemde ne denli haklı olduğumu birbirinden heyecanlı sahnelerle yaratılan akışta ortaya koydu.
Aynı şekilde, bir anda kendini İleri Hareket Üssü’nde bulup ‘Söylenenler kulağa çılgınca gelse bile dinlemek gerek’ diyen Tom Cruise ile yaşatılan ‘Korku olmadan cesaret olmaz’ felsefesini, mükemmel efektler eşliğinde seyirciye sunan ve ‘Godzilla’nın ardından devreye sokulan ‘Yarının Sınırında/Edge of Tomorrow’ da özel sahneleriyle farklı bir bilimkurgu profili çizerek merakımı kamçıladı.