Sezonun başında olamasa da sonrasında devreye soktuğu yapımlarla izleyiciyi kendine bağlamayı beceren Kanal D ağırlığı komediye vermiş durumda.
‘Arkadaşım Hoş Geldin’ ile başlayan komedi tutkunu izleyiciyi sahiplenme atağı, ‘Küçük Ağa’nın ardından ‘Ankara’nın Dikmeni’yle gelişti ve ‘Paşa Gönlüm’e erişti. Ancak Kanal D’nin reyting yükselten bu hamlesi ekran başındakilerde görüş ayrılıklarının çoğalmasını da beraberinde getirdi.
Bu doğrultuda, Tükenmez Kalem’in çevremizde bolca görülen çarpıklıkları ve tezatları otantik bir mantıkla komediye dönüştürme becerisinin son örneği olan ‘Ankara’nın Dikmeni’ de, birbirine taban tabana zıt karakterleri buluşturduğu senaryosuyla paralel gelişen zıt yorumlarla değerlendirilmekte.
Diziyi, eksiğiyle gediğiyle beğenenlere ‘Angaralılık tam da böyle bir şeydir’ diyene sözümüz yok. Buna karşılık dillendirmemiz isteğiyle yollanan eleştirileri aktarmak da ‘yansız eleştirmenlik böyle bir şeydir' mantığıyla boynumuzun borcu.
Dolayısıyla ‘Ankara’nın Dikmeni’ hakkında kendi görüşlerimizi paylaşmadan önce içerikteki abartıları beğenmeyen izleyicilerden gelen tepki satırlarından birkaçına hep birlikte bakalım…
ANGARALILIK BÖYLE BİR ŞEY Mİ?
Diz
Sinemamızın 100’üncü yılı farklı türlerde film gelişmişliklerine sahne olmakta… Sinema olayının hakkını vererek ortaya çıkartılan yapımların arasına alnının akıyla giren ‘Panzehir’ de, bu gururlandırıcı gelişmişliğin aksiyon kanadından kayda değer bir örnek olarak karşımızda.
Zorlu Cinemaximum’un eski sinema boyutunu andıran ferah ortamında gerçekleşen basın gösteriminde izlediğim ve ‘İyi ki geldim’ dediğim ‘Panzehir’, Türk yapımlarına karşı ortaya konan tüm ön yargıların aksine her açıdan özlenen bir film…
2011 yapımı Headhunter filmindeki performansıyla uluslararası üne kavuşan Nina Bjerch Andersen’in sanat yönetmenliğini üstlendiği; Indiana Jones, Starwars, Maymunlar Adasından Kaçış gibi filmlerin unutulmaz müziklerinin yapımcısı Clint Bajakian’ın müziğini yaptığı ‘Panzehir’, oyuncularından aksiyonuna, mekân kullanımındaki uyumluluktan içeriğindeki sunum dillerine uluslararası değerlerle paralellik gösteren bir yapım.
‘Cross platform öykü’ idealinin ülkemizdeki öncülerinden olan Alper Çağlar’ın imzasını taşıyan ve Wing Tzun sporunun dünyaca ünlü ustası Emin Boztepe’nin doğal mükemmellikteki aksiyon performansıyla elini kuvvetlendirip seyirciyle buluşan ‘Panzehir’,
İnsan doğasının en büyük gerçeklerinden biri de, başkaları tarafından tercih edilmek ve rakipleri arasından sıyrılarak duruma göre değişen ödülü alabilmek tutkusudur. Yarışmacılığı körükleyen bu tutkunun tatmini olan seçilmişlik hallerine farklı alanlarda bolca rastlansa bile, gerçekten o alanda ‘En iyi’ olabilmek zor iş!
Yanı sıra, birilerini bir şekilde seçip ödülü vererek yollamanın ötesinde, ‘En iyi’leri ortaya çıkarmak da aynı şekilde kalite ve özen isteyen bir durum.
Bugünkü yazımda kendi alanlarında bu özeni gösteren iki örnekten bahsetmek istiyorum… Bunlardan biri, henüz çok taze olmakla birlikte işi baştan ciddi tutmayı başaran ‘Kristal Fare Ödülleri’… Diğeri de, uluslararası kimliğiyle farklı ülkelerin öne çıkan belgesellerini buluşturup değerlendiren ‘TRT Belgesel Ödülleri’…
KRİSTAL FARE’NİN ÖDÜLLERİ HAK EDENE
Afife Jale’nin tartışmalı ortamı, Sadri Alışık’ın kendine has rutini derken ödül dağıtımı konusunda birbirinden farklı organizasyonların peş peşe boy gösterdiği şu günlerde televizyon dünyasını da ödül fırtınasının heyecanı sarmış durumda.
Uzun süreler boyunca dökülen terlerin karşılığında herkes kariyerini bir ödülle taçlandırmak istiyor nihayetinde.
Yazıma aklımı kurcalayıp duran bir soruyla başlamak istiyorum. Cevabını bilen varsa beri gelsin. Çünkü ben bugüne dek mantıklı bir cevap bulabilmiş değilim. Nedir efendim bu zor soru? Hemen arz edeyim…
Şöyle ki, ‘kötüleri baş tacı edip iyileri ötelemek’ sadece beklentilerle değer yargıları değişen günümüzün yozlaşma modası mıdır, yoksa her devirde görülen bir tercih sapkınlığı mı?
Ağızlarıyla kuş tutsalar dahi ötelenenleri gördükçe bu sorunun cevabına yönelik merakım da misli misli artıyor.
Kötülerin veya vasatların gani gani taltif edilmelerine karşın iyilerin köşeye atılmalarına dair öyle örnekler çıkıyor ki karşımıza, insan ister istemez bir öfke patlaması yaşıyor.
Dizilerini lastik top gibi oradan oraya fırlatıp istediğinde de bir çırpıda devre dışı bırakmayı adet haline getiren kanallarımız, izleyicinin gösterdiği tepkiyi de hiç umursamadığından bu keyfilik televizyon kültürümüzde iyiden iyiye yer etmeye başlıyor.
En kestirmesinden bu sezon birkaç bölüm ekranda kalıp apar topar yollanan dizilerin bolluğuna bakacak olursak, bu değişimin yanı sıra karşımıza çıkan durumun yarattığı bir başka boyut da gözümüze çarpmakta… Bu boyutta, örnekleyebileceğimiz pek çok yapım
Günlerdir ekranların haber kuşağını işgal etmiş durumdaydı, ‘1 Mayıs Taksim’de yapılsın-yapılmasın' nakaratları… Habercilere, gündemi kurtaracak, siyasilere de gündemi kotaracak konular gerek neticede!
Dizilerin ve futbol muhabbetinin yetmediği yerde; o meydan senin, bu meydan benim demagojileri, kanları birilerinin motivasyonuyla kaynatılan gençlerin ‘karşı çıkma’ ve ‘hak arama’ mücadelesiyle harmanlanacak ki, kervan rahat rahat yürütülsün.
Araya da bir zamanlar bu ülkeden kaçmak zorunda kalan Cem Karaca’nın eşsiz sesinden yine bir zamanların yasaklısı olan ‘1 Mayıs Marşı’nın nağmeleri serpiştirildi mi, klasik bayram tablosu tamamlanmış demektir nasılsa. Ondan sonra buyurun gaz maskeli muhabirlerin anlatımındaki, TOMA'lı, gazlı ve bir kulaklardan dahi girmeyen nafile sloganlı, günlerce üstünde durulacak 1 Mayıs kumpanyasına...
HİTLER’İN DE DESTEKLEDİĞİ ‘İŞÇİ BAYRAMI’NA BAKIŞ!
Şimdi şöyle bir hafızamıza dönüp kısa süre öncesinin 1 Mayıs kutlamalarına bir bakalım…
1933 Almanya’sında ‘Ulusal İşçi Günü’ olarak ilan edilip dünyanın gelmiş geçmiş en büyük Faşisti sayılan Hitler’in Nazi Partisi’nin teşvikiyle coşkulu biçimde kutlanarak, günümüzde atılan ‘Faşizme karşı omuz
Sayıları her geçen gün artan dizilerin konuları kadar içeriklerindeki yönlendiriciliğin önemli olduğu, defalarca dile getirdiğimiz bir konu. Bu yönlendiriciliği yaratan olgu ise o yapımın etik anlayışı! Etik kavramının önde gelen detayı da, en çok dizi mantıklarındaki ‘kadın’ kavramının sunumunda karşımıza çıkmakta... Ve ne yazık ki, ilgi çekmek adına pek çok yapımda kadınlara yönelik anlayış, ‘sömür, sömürebildiğin kadar’ duyarsızlığında.
Detaylara geçmeden önce bu konudaki hassasiyetleriyle öne çıkan iki olumlu örnekten, ‘Beni Böyle Sev’ ve ‘Küçük Gelin’in başarılarından kısaca bahsetmek isterim.
***
Kadına yönelik değer yargılarına saygısı ve gençlerle bütünleşen konusuyla ekranların beğeniyle izlenen dizilerinden olup ödülleri toplayarak rekor kıran ‘Beni Böyle Sev’in değeri, üniversiteler başta olmak üzere herkesçe tescilli. Şimdi onun ardından Samanyolu’nun gözde yapımı ‘Küçük Gelin’ de kalitesine yönelik aldığı ödüllerle dikkatleri çekmeye başladı.
Geçtiğimiz günlerde Dünya Gazeteciler Derneği tarafından düzenlenen ‘2013 Yılının En İyileri Ödül Gecesi’nde ‘Yılın En İyi Çıkış Yapan Dizisi’ ödülünü alan ‘Küçük Gelin’, Medya Etik Konseyi tarafından bu yıl dördüncüsü
Bir sanatı icra eden ya da film-dizi alanında iş üreten kişiler için en zor olanı, yaratmak değil yarattıklarını kitlelere ulaştırabilmektir. Neyse ki gelişen dünyanın yaşam algılarıyla paralel olarak, son yıllarda ülkemizde de insanlar artık daha çok seslerini duyurup, icra ettikleri sanatı kitlelerle daha rahat paylaşabiliyorlar.
Özel televizyonlardaki bilgilendirici programlar kadar, özel radyoların yaygınlaşması ve üniversiteler bünyesindeki kulüplerce düzenlenen faaliyetlerin her geçen gün önemlerinin artması, bu süreçte büyük rol oynamakta kuşkusuz.
Tabii bu etkileşim trafiğinin artan yoğunluğu, paylaşım kolaylığının yanı sıra kayda değer çalışmaların arada kaynayıp gitmesi riskini de beraberinde getirmekte.
İşte bu nedenle ben de, bugünkü yazımda seçeneklerin yoğunluğunda güzelliklerin gözden kaçmaması adına üniversite, radyo ve televizyon olmak üzere üç farklı mecrada dikkate değer güzellikleri sizlerle paylaşmak istedim.
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ TAŞODA MÜZİK FESTİVALİ
Ücretsiz olan ve kesintisiz performansın sergilendiği ‘Taşoda Müzik Festivali’, Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü’nün Mayıs ayında üç gün süreyle düzenlediği bir etkinlik.
Bu etkinliğin
‘Yenisi geldiğinden eskisinin hükmü yoktur’ mantığı, olanca yanlışlığına rağmen, hayatın her deminde kendini fazlasıyla gösteriyor. Özellikle de çıkar hesaplarının hüküm sürdüğü kadir kıymet bilinmeyen ortamlardaki etkisi çok daha büyük. Zira bu durumda eskinin varlığını değersiz kılan yeninin kapsama alanı, özellikten çıkıp genele yayılıyor.
Ekranların reyting hesapları üstüne kurulu dünyasında da bu değerleri harcayan bencillik kuralı fazlasıyla geçerli...
Yeni bir yapımın varlığı netlik kazanmaya görsün, yer alacağı kanal hemen gözünü elindekilere çeviriyor. Mevcutlar arasında verimlilik konusunda aşağılarda yer alanlar, hükümsüz kılınmak için elekten geçiriliyor. İlk etapta en diptekinin hesabı kesiliyor. Ardından da bir başka düşük reytingli seçilip onun yayınlandığı saat, yeni gelecek olana izzet ikram niyetine tahsis edilerek gidiciliğe zemin hazırlanıyor.
En büyük yanlışı, özgünlük sergilemek yerine, kendinden önceki okul dizilerini taklit ederek yola çıkmak konusunda yaparak kaderini baştan çizen ‘Boynu Bükükler’i gözünün yaşına bakmadan, ‘yetim-garip’ demeden bir çırpıda harcayan Kanal D, komedi türünde yeni ümidi olan ‘Paşa Gönlüm’ü paşalar gibi karşılamak için