Hangi alanda olursa olsun verilen emeğin karşılığını görebilmek daha iyi şeylerin üretilmesi adına büyük bir motivasyon. Sinemada, televizyonda da geçerli bir olgu, isteklendiricilik yaratmak… Bu noktada maddi kazanım kadar manevi destek veren ödüllerin gereklikliliği akla gelmekte. Zira sanatçıların en büyük motivasyonu, aldıkları ödüller… Ama burada da ‘gerçeklik’ ve ‘hak ediş’ olgularının önemi giriyor devreye.
Magazin aracılığıyla isimlerini öne çıkartmak için gerçekleşmesi kesinleşmemiş projeler yaratanların inandırıcılığı zedelemesi gibi, şimdilerde değişen değer yargıları ve yeni yöntemler sayesinde ‘ödül’ olayının da suyu çıkartılmış durumda. Kariyer için ‘ısmarlama ödül’ halleri gelişiverdiğinden kuşkuculuk da artıyor.
Birilerine bastırılıyor paralar, onlar da kuruyor bağlantıları ve toplanıyor ödüller. Bilinen ama hep olduğu gibi söylenmeyen bu hakikati de ‘İçimdeki Ses’te Engin Günaydın çok güzel deşifre etmişti nitekim.
Dolayısıyla gerçekliğe güven bırakmayanlar sayesinde, hak edenlerin de avucu boş kalıyor. Hal böyle olunca ödüllerin, törenlerin anlamsızlaşması, eskisi kadar önemsenmemesi kaçınılmaz. İşte bu nedenledir ki, ödül törenlerinden ses getirmek için
Kadına yönelik şiddet nasıl ki, ABD Başkanı Obama’nın dahi mesajlarına girecek derecede, sınır tanımaz bir yaygınlık gösteriyorsa insanların cinsel tercihlerinden dolayı cezalandırılma vahşeti de aynı oranda global bir sorun. Bu acı hakikatin beyazperdedeki yansımaları yerlisinden yabancına türlü konularla ele alınmakta.
!f İstanbul Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan ve gösterim sonrası yönetmenleri M.Caner Alper ile Mehmet Binay’ın “Kadına yönelik şiddetin kökeninde, binlerce yıldır kendi evimizde baş tacı ettirilen erkeklik olgusu ve iktidara saygı geleneği var. Evdeki kralın tacını çıkaramazsak, sessizliğimizi bozmazsak, cinsler ve cinsiyet yönelimleri arasındaki barışı da sağlayamayız” şeklindeki mesajcılıklarıyla tanıtılan ‘Çekmeceler’, +18’lik bir film olarak, genç kız ve kadın cinselliğini şiirsel bir dille beyazperdeye aktarırken vizyondaki ‘The Imitation Game (Yapay Oyun) Enigma’ da bilgisayar biliminin babası sayılan Alan Turing’in İngiltere’deki yaşamından önemli bir kesiti işleyip onun maruz kaldığı ‘eşcinsellik cezası’ üstüne düşündürmekte.
Aslında ‘The Imitation Game’ filmini ele alırken, genel itibariyle bir ‘İtibar iadesi’ de diyebiliriz. Zira bu
Kadına tacizin Özgecan Aslan’ın hunharca katledilmesiyle doruğa ulaştığı şu günlerde, şimdiye dek sürdürülen boş vermişliğin ve suskunluğun ne denli yanlış olduğu çok net çıktı ortaya. Erkek vahşetinde bir dönüm noktası olmasını umduğumuz bu talihsiz olayın tekrarlanmaması için kadına yönelik tacizciliğin olabildiğince vurgulanması gerek.
Beren Saat başta olmak üzere ünlüsünden ünsüzüne her kadının ‘Sen de anlat’ diyerek yaşadığı tacizleri ve sıkıntıları dile getirmesi bu anlamda olumlu bir adım. Böylece erkek egemen zihniyetin kadını, ‘eşit yaşam haklarına sahip insan’ olarak görmektense ‘her durumda istismara açık bir cinsel obje’ şeklinde algıladığı gerçeği iyiden iyiye açığa çıktı.
Ancak toplumdaki kadın istismarı ve tacizin, sadece tecavüz edip öldürmek veya dayak atmak şeklinde gerçekleşmediği de bir gerçek.
Görselliği ve ilgi çekiciliği yüksek olan kadınların ismi üstünden prim yapmak için geliştirilen haberler de kadın istismarı adına hayli yaygın bir durum. Özellikle magazin medyasında bu tarz örneklere sıkça rastlıyoruz. Böylesi istismarlara uğrayanlardan biri de Maral Büyüksaraç…
MARAL BÜYÜKSARAÇ İSMİYLE SANSASYON YARATMAK
Kenter Atölyesi’ndeki çocuk
Aşk; kimilerini kanatlandıran, kimilerini ağlatan icabında güldürürken süründüren bir duygu fırtınası… Herkese göre tanımı da farklı, yaşanma şekli de. Zaten ‘Gerçek aşk, daima kişisel yarar duygusundan vazgeçme temeli üzerinde yükselir’ diyerek aşkın tarifini yapan Tolstoy da, ‘Nasıl kafa sayısı kadar düşünce varsa, kalp sayısı kadar da aşk çeşidi vardır’ sözleriyle aşkın değişkenlik gösterme gerçeğini çok güzel özetlemiş...
Kısacası; kökeni, antik çağlara uzanıp devamında Aziz Valentine Günü’ne dayanarak yol alan ve 14 Şubat 1800’den itibaren de yaygınlaşmaya başlayıp günümüzde tam anlamıyla ticarileştirilen ‘Sevgililer Günü’nün ana teması olan ‘aşk’, nasıl algılanıp yaşanırsa yaşansın nihayetinde insanlığın ihtiyaç duyduğu bir enerji, yaratıcılık ve sanat motivasyonu!
Tüm insanlarda ve dahi hayvanlarda olması gereken bu duygunun, yaşamın devamına katkısı, hormonal ve psikolojik etkileri bir yana toplumsal yapının oluşmasında da büyük bir rolü bulunmakta. Bunun ötesinde en büyük katkısıysa kuşkusuz, kurgu dünyasına…
Ekranlarımızdaki aşk halleri istemediğiniz kadar bol çeşitlilikte malumunuz... Görünen köyün hal ve gidişatını tarife gerek yok. Aşk, çoğu kez aşklıktan
Bizde iyi bir şey yapıldı mı, öküz altında buzağı arama merakı hemen devreye girer. Diziler de bu meraktan bolca nasiplenenlerden… Dizileri ‘azdırıcı’ bulanların yanı sıra ‘aşağılama’ olgusu da gittikçe artan şikâyet merakının dışavurumlarından. Ya bir meslek grubu ya da bir yöre insanı, ekrandaki dizinin içeriğinden nem kaptı mı ‘Bizi aşağılıyor’ nidaları yükselir hemen. Bu alışkanlığın son hedefi Show TV’deki Med Yapım imzalı ‘Acil Servis’ dizisi.
Şikâyet edenler Veteriner Hekimler… Şikâyete yol açan durum ise dizideki operasyon sahnesinde uzman doktorun pratisyen hekimi eleştirirken ‘Bu gördüğüm en kötü kesik. Bir veteriner bile hastayı daha iyi açardı’ demiş bulunması. Veteriner Hekimler dizinin sorumlularından özür bekliyorlar.
Şimdi burada kim haklı kim haksız tartışmasına girmeyeceğim. Zira her mesleğin kendince incelikleri ve özverili çalışma temposu var. Lakin senaryo gereği sarf edilen sözlerden veya yapılanlardan dolayı meslek veya şehir aşağılanması yaşanacağını da düşünmüyorum. Yani o cümleden ötürü kimse veteriner hekimleri küçük görmez. Kaldı ki, pek çok komedi filmimizde ‘Baytar mısın’ gibisinden cümleler sarf edildiği veya günlük yaşamda benzeri hitaplar
Şimdi size kalkıp ‘Selma’yı bilip bilmediğinizi sorsam, büyük ihtimal ilk aklınıza gelen ‘Hangi Selma, o da kim’ olacaktır. Ne yalan söyleyeyim ben de ‘Selma’yı ilk duyduğumda aşağı yukarı aynı mantıkla hareket etmiş ve bu ismin bir kadına ait olduğunu düşünmüştüm.
Oysa bu ‘Selma’ başka ‘Selma’… Arapça kökenli olup ‘barış içinde bulunma, huzur’ gibi anlamlara gelen ‘Selma’, bu kez bir bayan ismini temsil etmiyor. Bu ‘Selma’, ABD-Alabama’daki bir yerleşim birimi… Onu özellikli kılan ise 1964 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Martin Luther King’in, ‘Ölmek için güzel bir yer’ olarak değerlendirerek, siyahî ırkın oy kullanma hakkını alma protestosunu başlattığı direniş noktası olması.
Televizyona ve basına yansıyarak, Amerika’nın her kesiminde ve dünya çapında ses getiren, 7 Mart 1965’teki beyaz adam vahşetinin yaşandığı ‘Bloody Sunday/Kanlı Pazar’ ile tarihe geçen ‘Selma’, tüm insanlığa ders olması gereken bu özgürlükçü ve katliamcı özelliğiyle, şimdi de beyazperdede adını ölümsüzleştirmekte.
TEKNİK OLARAK VERİLEN HAKKIN PEŞİNDE ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ
Tarih boyu süren bir çabadır, özgürlük arayışı… Hele de azınlıkta kalanlar veya Kızılderililer, Siyahîler gibi ırksal
‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’yle büyük çapta ses getiren ve farklı hikâyeler yaratma başarısını ‘Bana Artık Hicran De’ ile ispatlayan Coşkun Irmak’ın bu diziyle ilgili yapımcıyla yaşadığı ödeme sorununa dair açıklamalarını bir başka yazımda ele almıştım.
Kanal D’de yeni sezon dizisi olarak büyük umutlar vaat ederek yayına sokulan ama hevesi kursağında bırakılıp haksızlıklara sahne olan ‘Bana Artık Hicran De’nin senaristi Coşkun Irmak bir kez daha köşemin konuğu…
Kendini sektörün istediği bir senarist olarak görmeyen Coşkun Irmak, ‘çok yorucu’ olarak nitelendirdiği televizyon dünyasıyla ilgili çok dolu… Senaristlerin örgütlülüğünün dizi sektöründe iyiye gelişim yaratacağına inanan ve profesyonelliğin, içine sinmeyen ortamda o işi yapmamak olduğunu vurgulayan Coşkun Irmak’ın bu doluluğundan taşanlar ise dikkate değer gerçekçilikte…
DİZİ MESAJCILIĞI ALAY ETMEK GİBİ BİR ŞEY
-Dizilerden bilinçlendirici mesajlar verilmesi sık sık konu edilir. Şimdilerde yine gündemde. Dizilerin reyting sıralaması toplam ile AB arasında farklılıklar gösterirken, mesajcılığın her kesime hitap gücü sizce aynı olur mu? Bu mesajlar izleyiciyi gerçekten etkiler mi?
Etkiler ama… Burada şunun üstünde
Televizyon kanallarının yayın akışlarındaki gündüz kuşağı özellikle ev hanımlarının ilgisiyle ayakta kalmakta malumunuz… Kanallar da, gün içinde televizyonlarını açık tutan hanımları kendilerine bağlamak için kıyasıya mücadele veriyorlar. Bunun için seçilen yol ise günlük dizilerin yanı sıra magazin, reality ve yarışmalara ağırlık vermek.
ATV, kavgacılığı olay çözümlemeleriyle buluşturan ‘Müge Anlı ile Tatlı Sert’ sayesinde üç saati doldurmakta görüyor faydayı… ‘Kızlar ve Anneleri’ ve ‘Zahide ile Yetiş Hayata’ da ATV’nin gündüzünü bağlayan yapımlar.
Gardıroplarını yeniledikleri kadınları yarıştırırken stilistlerin becerilerini de değerlendiren ‘Patron’ programını devreye sokarak üçlü çekişme yaratan Star, ‘Benim Kuaförüm’ ile başlattığı gündüz yarışını, şıklık konusunda da atağa geçirmiş durumda.
‘Bu Tarz Benim’ rekabetini sürdüren Show’un gündüzcüleri de çok renkli… Çağla Şikel ve Alişan’ı buluşturan ‘Her Şey Dâhil’, her telden çalan canlı yayınıyla ilgi görürken Seda Sayan ve Uğur Arslan’ın sunumundaki ‘Evleneceksen Gel’ de yalnız kalplere mutluluk dağıtma peşinde koşturup izleyicisini topluyor.
Günün ilk yarısını dizilere ayırmayı tercih eden FOX’un gündüz