Hangi alanda olursa olsun verilen emeğin karşılığını görebilmek daha iyi şeylerin üretilmesi adına büyük bir motivasyon. Sinemada, televizyonda da geçerli bir olgu, isteklendiricilik yaratmak… Bu noktada maddi kazanım kadar manevi destek veren ödüllerin gereklikliliği akla gelmekte. Zira sanatçıların en büyük motivasyonu, aldıkları ödüller… Ama burada da ‘gerçeklik’ ve ‘hak ediş’ olgularının önemi giriyor devreye.
Magazin aracılığıyla isimlerini öne çıkartmak için gerçekleşmesi kesinleşmemiş projeler yaratanların inandırıcılığı zedelemesi gibi, şimdilerde değişen değer yargıları ve yeni yöntemler sayesinde ‘ödül’ olayının da suyu çıkartılmış durumda. Kariyer için ‘ısmarlama ödül’ halleri gelişiverdiğinden kuşkuculuk da artıyor.
Birilerine bastırılıyor paralar, onlar da kuruyor bağlantıları ve toplanıyor ödüller. Bilinen ama hep olduğu gibi söylenmeyen bu hakikati de ‘İçimdeki Ses’te Engin Günaydın çok güzel deşifre etmişti nitekim.
Dolayısıyla gerçekliğe güven bırakmayanlar sayesinde, hak edenlerin de avucu boş kalıyor. Hal böyle olunca ödüllerin, törenlerin anlamsızlaşması, eskisi kadar önemsenmemesi kaçınılmaz. İşte bu nedenledir ki, ödül törenlerinden ses getirmek için ‘mesajcılık’ olayı daha bir öne çıkartılmaya başlandı… Oscar Töreni de bu akıma uyanlardan.
EŞİTSİZLİĞİN OSCAR HALLERİ…
Dünyanın en prestijli ödüllerinden sayılsa dahi yeri geldiğinde dağıtılan ödüllerle kendini sorgulatan Oscar Töreni’nin 87’incisi Los Angeles kentindeki, Dolby Tiyatrosu’nda düzenlenen geceyle gerçekleşti malumunuz… Ve her zamankinden farklı olarak bir ‘kadın’ mesajcılığıyla hafızlara kazındı!
Bu tarz organizasyonların klasiği olup bir saati aşkın zaman dilimine yayılan Kırmızı Halı olayı her zaman için baş ilgi odağıdır. Çünkü katılımcıların geçip gittiği bir süreç olarak değil de, ünlü bayanların resmigeçidi gibi algılandığından magazine malzeme bulmak açısından büyük nimettir. Tabii bu arada ödüller ve filmlerin önemi güme gider… ‘Kadın’ kavramını giyilen kıyafetlerle, dekoltelerle, saç başla özdeşleştiren haberler başköşeye yerleşir.
Kırmızı Halı’nın kadınların bedenleri üstünden yürüyen reklamcı defileye dönüşmesinde magazin mi suçlu derseniz? Kesinlikle hayır.
Çünkü oyuncular da kendilerini göstermek ve aralarındaki rekabette dikkat çekerek öne geçmek için Kırmızı Halı’dan azami ölçüde faydalanmaya gönüllüdürler zaten. Ayrıca bacaklarını, göğüslerini sergilemekte sakınca görmeyen kadın oyuncular bu uğurda fark yaratarak dikkatleri kendilerine yoğunlaştırmak için ellerinden geleni de yaparlar. Magazine sadece bu gönüllülükten faydalanmak düşer.
Anlayacağınız ödüllerin magazinsel kısmını oluşturan ve dekoltelerle şenlenen Kırmızı Halı tam anlamıyla cinsiyetçilik üstüne yürüyen bir organizasyondur ve fazla hassasiyet gösterilmeyen erkekleri arka plana atarak eşitsizlik yaratan bu seremoninin galibi de ‘kadın’dır… Her ne kadar bedenini malzeme yapmış olsa da!
Ne var ki, kadınlar için her yer Kırmızı Halı değil. Gerek filmlerdeki rol dağılımlarında, gerekse yaşamın içinde kadınların erkeklerle eşit tutulduğunu söylemek imkânsız.
Hak ediş konusunda bizdekinin aksine isabetlilik gösterse de, her daim sorgulanması mümkün olan 87. Oscar Ödülleri’nde aday filmlere bakıyoruz…
American Sniper, Birdman, Boyhood, The Grand Budapest Hotel, The Imitation Game, Selma, The Theory of Everything, Whiplash… Şimdi bunlardan hangisinde kadın ağırlığı var derseniz? Hiçbirinde!
‘American Sniper’ yani bizdeki ismiyle ‘Keskin Nişancı’, yapımcılığını ve yönetmenliğini Clint Eastwood’un üstlendiği, Bahriye Komandoları’na katılıp Irak’ta 150’den fazla insanın ölümüne sebep olan Chris Kyle (1974-2013) isimli askerin aynı adlı kitabından uyarlanan ve Chris Kyle’ın askeri kariyeriyle yaşadıklarını anlatan bir otobiyografi. Yani yönetmeninden içeriğine, tam anlamıyla bir ‘erkek’ filmi.
Oscar’ın galibiyetinin ardından 27 Şubat’ta vizyona girecek olan ‘Birdman’ veya ‘Cahilliğin Unutulmayan Erdemi’ de eskiden süper kahramanı canlandırarak ilgi odağı olan ama zamanla popülerliğini yitiren bir aktörün içine düştüğü durumu hazmedemeyip kendisini yeniden var etme yolunda egosuyla savaşını anlatan bir içeriğe sahip. Yani ‘erkek’ işi.
‘Boyhood’ yani ‘Çocukluk’, çekimleri 12 yıl süren bir yapım. Mason adlı bir çocuğun ilkokul yıllarından koleje girmesine kadar olan süreçteki büyümesine tanıklık ettiriyor bizi. Dolayısıyla bu süreçte kadınlar yer alsa bile ‘erkek’ karakterin ağırlığındaki film olmaktan kurtulamıyor.
‘The Grand Budapest Hotel’, kapı görevlisi olarak çalışan ve yatakta bomba gibi olmakla övünen Gustave H ile stajyeri Mustafa’nın arkadaşlık hikâyesiyle yürüyen komedi maceracılığı… Ve doğal olarak kadınların konu mankeni gibi durduğu erkek yoğunluklu içeriğinde, İngilizlerin kadını aşağılayan ‘erkek’ diline sahip.
‘The Imitation Game’, diğerlerine kıyasla nispeten daha ılımlı bir cinsiyetçiliğe sahip olsa bile cinsiyetçilik burada da farklı bir yansımayla çıkıyor karşımıza. Bilgisayarın babası Alan Turing ile ekibinin Enigma makinesini çözerek 2. Dünya Savaşı’nın kaderine katkısını anlatan yapım ara yerde İngilizlerin kadın ve eşcinsel baskıcılığına değiniyor ama yaşanmışlık üstüne yaratılan filmde yine başı çeken ‘erkek’ karakterler.
‘Selma’, Amerikan ırkçılığının Martin Luther King’in hayatından bir kesitle verilişi. Burada da ‘erkek’ olgusunun ön planda tutulduğunu söylemeye gerek yok tabii.
‘The Theory of Everything’ yani ‘Her Şeyin Teorisi’, yine İngilizlerin dünyasından bir gerçek öykü… Ünlü İngiliz fizikçi ve bilim adamı Stephen Hawking’in kariyerinin ilk yıllarına, ALS hastalığının aşamalarına ve ilk eşi Jane Wilde ile ilişkisine odaklanan yapımda başı çeken yine ‘erkek’ karakter doğal olarak.
Ve ‘Wiplash’… Küçük yaşlardan itibaren bateri çalmaya düşkün olan Neiman’ın her şeyi bir kenara atarak kendisindeki yeteneği keşfeden hocası Fletcher’ın gözüne girebilmek için insanüstü bir çalışma sergilemesini konu alan yapımda, hem müzisyenliğin hem de erkekliğin hırsı alabildiğine yoğun hissedilmekte.
Nihayetinde;1960’lı yılların Polonya'sında geçen hikâyesinde, inanç-din kavramlarını tutkuyla keşfedip kendini Tanrı’ya adayarak rahibe olmaya karar veren Anna’yı anlatan ve ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ ödülünü alan ‘Ida’yı saymazsak… ‘En İyi Film Oscar’ı için yarışan yapımlarda görüldüğü üzere ‘kadın’ın adı var ama Oscar’lık filmde başı çekecek derecede yoğun bir tadı yok!
En İyi Animasyon Oscarı’nı alan ‘Big Hero 6’daki başkahramanın yine erkek olduğunu da düşünürsek Oscar’daki kadın olgusunun ‘Kırmızı Halı’nın magazinselliğinin ve En İyi Kadın Oyuncu ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödüllerinin ötesine geçemediği gerçeği daha net çıkıyor ortaya!
Peki, dünyanın en prestijlisi sayılan Oscar’ın kurgusal yarışmacılığında kadına yaklaşım böyle öteleyici de, Oscar’ın vatanındaki yaşamsallıkta durum çok mu farklı?
Bunun cevabı da yine Oscar’dan geliyor.
‘Boyhood’daki rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ına hak kazanan Patricia Arquette ödülünü almak için çıktığı sahneden çarpıcı mesajlar vermekte…
Ekolojik sanitasyon projesinde kendisine destek olanları, gönüllüleri teşekkür listesinde unutmayan Patricia Arquette, ‘Bu ülkedeki her vergi mükellefini ve vatandaşı doğuran anneye’ şeklinde yaptığı seslenişte, ‘Herkesin eşit hakları olsun diye savaştık. Artık bizim de eşit gelirler kazanma vaktimiz geldi de geçiyor. ABD’deki kadınlara eşit haklar verilmesinin vakti geldi’ diyerek özelde Amerikalı kadınların, geneldeyse tüm kadınların ‘eşitsizlik’ sorununa tercüman olmakta. Hem de topyekûn coşkuyla karşılanarak.
Sonuçta; Oscar’ı alan Patricia Arquette’in ‘cinsiyet eşitliği’ çağrısı yapıp kadın-erkek eşitliğinin gerekliliğini vurgularken salondan büyük alkış toplaması güzel bir şey. Ama burada asıl önemli olan detay, Oscar Ödülleri’ne kadar uzanan ‘cinsiyetçilik haksızlığı’!
Bu sorun çözülür mü? Siyasetinden idareciliğine ‘Güç bende’ misali koltukları dolduran, savaşın da barışın da söz sahibi olmaya soyunarak milletlerin kaderiyle oynayan, gerçeklerle yetinmeyip kurgularda da eziciliğini göstererek kadını ikinci plana atan ‘erkek’ egosu buna izin verir mi?
Irkçılığı dahi yok edememiş, kadınların mal gibi satılmasının önünü alamamış, aile içi şiddeti- tecavüzü durduramamış bir dünyada… Özgürlükler ülkesi-süper güç Amerika’dan bile ‘cinsiyet eşitliği’ haykırışları yükseliyorsa… ‘Umut fakirin ekmeği ama zor dostum zor’ demenin ve kadının bedeniyle magazinselleşerek ön plana çıkmaktan öte üstünlük kuramayacağını düşünmenin kötümserliğini aşamıyoruz ne yazık ki!
87. Oscar Ödülleri'nden çıkan ‘kadın’ mesajında tablo bu.
Anibal GÜLEROĞLU