Kanalların yapımları birkaç bölümde veya kısa süreli bir sezonda postalama gerçeği ekranlarımızın her daim kanayan yarası… Bu yaranın derinliği, şu an için yeterince fark edilemese de, içten içe iltihaplanarak gün güne büyümekte. Tam kangrenleşmeden önce çare bulabilmek için sorunun kökünü doğru tespit etmek gerek.
Olayın çıkış noktası hep olduğu gibi, ekonomiye dayanmakta doğal olarak. Hayatın hemen her alanı ekonomik değerlendirmelere endeksli hale gelince, televizyon yapımlarının ömrü de bu süreçten etkileniyor haliyle. Ekonominin King Kanunu yani ‘Bolluk Paradoksu’ bu etkilenmeyi irdelemek için biçilmiş kaftan.
***
‘Bolluk Paradoksu’ nedir derseniz, en basitinden ifadeyle; miktarı artan şeyin fiyatının düşmesi buna karşılık az olanın değerinin yükselmesi! Kanalların yayınladıkları yapımlara karşı sergiledikleri tavır bu paradoksla tam denkleşmekte.
Şöyle ki… Buradaki ürün nedir? Tabii ki televizyon yapımları… Peki ya fiyat? O da kanallara sunulan yapımların ekran ömürleri.
Yapımlara bakıyoruz… Her türden bolca mevcut piyasada.
Bu bolluğun sebebi nedir diye sorgularsak...
Ortalıkta istemediğiniz kadar dizi-yarışma mevcut… Dahası da
Adaletin terazisi, yaşamın her boyutunda karşımıza çıkan bir olgu… Ama ne yazık ki bu terazinin insan elinde olanının ölçümü her zaman adil işlemiyor.
Bakıyorsunuz televizyon dünyasına… Başarılı bir iş reyting ölçümünde geri kaldığı için dizi mezarlığına yollanırken sürekli kendini tekrarlayan boş konuşmalara sahip bir vasatlık tepelere yükseltiliyor.
Aynı adaletsizlik sinemanın gişe olayında da mevcut… Özentiyi ve yozlaşmayı körükleyen sözde komediler-romantikler cepleri dolduruyor. Buna karşılık kapsamlı ve bilinçlendirici içeriklere sahip filmler gişe bir yana oynatılacak salon bulmakta dahi zorlanıyor.
Öte yandan sanatta veya medyada durum bunlardan hiç farklı değil. Adamı olan, arkasını sağlama alana kapılar her daim açık… Kayda değer bir şeyler üretemeseler bile onlar el üstünde tutulur. Dişe dokunur yaratıcılık sunanlar, yazılarına gönüllerini koyanlarsa gözden ıraklara savrulur.
Velhasıl insanların elindeki ‘adaletin terazisi’ yaşarken pek de adil tartamıyor. Umutlar da, işin ruhani boyutundaki adalete kalıyor. Bu noktada en bilinen resmediliş, günümüzde dahi gizemini korumayı başaran Antik Mısır’dan çıkıyor karşımıza…
Mısır’ın otantik atmosferi,
'Beş Kardeş’in komedisini yaza saklayarak olumlu bir iş yapan Kanal D belli ki bir kez daha ‘yaz güneşi’ parlatmaya niyetlenmiş!
Bunu nereden mi anladık? Tabii ki yaz için düşünülen projenin isminden. Yaz boşluğunda devreye soktuğu ‘Güneşi Beklerken’den tatmin edici bir verimlilik sağlayan Kanal D’nin, yaz dizilerinden biri Güneş’in Kızları olacakmış.
Güneş’in Kızları’nın bana hatırlattığı ilk şey, Corban Addison imzalı ‘Güneşin Kızları’ romanı oldu! Tsunami sonucu kasabaları yok olan iki kız kardeşin Hindistan’daki yaşam mücadelesini anlatan harika bir kitaptı.
Şimdi bu romanın adı, bir yaz dizine verilmiş. Hadi hayırlısı. Ekrandaki ‘kara’ merakının ardından demek ki yeni trendimiz ‘Güneş’… Bu trendin ortaya çıkartacağı gelişim nasıl olur bilemem. Ama Güneş’in Kızları dizisiyle ilgili ön bilgilerine dayanarak bu yeni yapımın, takipçilerini kıran aşk sansasyonları neticesinde yara alıp en kestirmesinden bir finalle apar topar ekrandan çekilen ‘Güneşi Beklerken’ dizisinin havasını solutacağını söyleyebilirim. Baksanıza, daha şimdiden benzeşmeler peş peşe çarpıyor gözümüze.
ESKİ ‘GÜNEŞ’ SİSTEMİNDEN YENİ ‘GÜNEŞ’ SİSTEMİNE, YARATICILIK BUDUR İŞTE!
Kıyaslama yapmak için
Ekran trafiği bu yıl sanki bir parça daha hızlandı gibi… Kimileri gidiyor, kimileri geliyor… Kimileri de yüz değişip yoluna devam ediyor. Biz de içlerinden farklılık yaratarak gözümüze çarpanları köşemizde ele alalım dedik. Bunlardan ilki Show TV’den…
MELİH ALTINOK, GÜNE MERHABA İÇİN TAZE KAN
Dizilerini ekrandan postalamakta bayrağı kimseye kaptırmamak için var gücüyle çabalayan Show TV’nin sabahları Melih Altınok’a teslim edildi… Alıştığımız sabah kuşağının ötesine geçmeyi hedefleyen ‘Melih Altınok ile Güne Merhaba’, sabah 06.30’da başlayıp 10.00’a kadar sürüyor.
Haberlerin yanı sıra Melih Altınok’un yorumlarına da yer veren programda format rutinin pek dışında olmasa da insana dair her şeyi konuşmak üzere yola çıkan yapımı sabah trafiğinden fırsat bulup izledim. Altınok’un sunumu ve dinamizmi gayet başarılı. Haberlerin akıcılığı izleme zevkini öldürmüyor. Dikkat çekici bir acemilik de sezinlemedim.
Ayrıca diğer kanalların sabah kuşağındaki kanıksanmaya alternatif olabilecek tazelikte. Bu da ‘Melih Altınok ile Güne Merhaba’ için bir avantaj! Melih Altınok’a yolunda başarılar dilerken, diğerleri gibi sosyal medya mesajcılığını abartmaması tavsiyemiz.
D MAGAZİN’E YENİ
Dizilerin birinin gidip birinin geldiği ekranlarımızda en az onlar kadar ilgi gören bir diğer tür, ödüllü şovcu yarışmalar… Dolayısıyla dizi pazarını kızıştırmanın ötesine geçmek isteyen kanallarımız bu farkındalıkla değişik yapımlar yayına sokuyorlar. Kimisi çabucak noktayı koyuyor, kimisi de yıllar boyu sürüyor. Uzun soluklu olanlardan biri de İlker Ayrık’ın sunumundaki ‘Ben Bilmem Eşim Bilir’…
Bazı kesimler içerikteki oyunlara, şakalara, sohbetlere bakıp ‘Ahlak kurallarını hiçe sayıyor. Yayından kaldırılmalı’ diye feveran etse de, RTÜK cezasını kesse bile Kanal D’nin ‘Ben Bilmem Eşim Bilir’i benzerlerinin arasında en başarılısı!
***
Başarılı diyorum çünkü hem yayınlandığı günden bu yana izleyici ilgisini kaybetmeden ayakta kalmayı başarıyor, hem de bunca negatif eleştirilere rağmen içeriğinden taviz vermeden varlığını sürdürüyor. Kolay mı 2012’den bu yana eğlence ve ödül temposunu düşürmeden bunların üstesinden gelmek? Tabii bu başarıda İlker Ayrık’ın bazılarına itici gelen ve şikâyetlere maruz kalan mizahi üslubunun, yaptığı şakaların kattığı tat büyük rol oynamakta. Sözün kısası erkeklere topuklu ayakkabı da giydiren, dansözlere para da taktıran, mıncık mıncık da
Dizi dünyasının romanlardan uyarlama hevesi, şu sıralar uykuya dalmış gibi… Rusya’daki çekimlerin görkemiyle yabancı yapımların ayarında bir dönem dizisi izleme umudu doğuran ancak negatif yaklaşımların tetikleyiciliğiyle girilen ‘yerlileşme’ yolunda reytinge kurban verilen ‘Kurt Seyit ve Şura’nın yaşadığı hüsranın ardından roman uyarlama tutkusu rafa kalktı sanki. Kuşkusuz bir süre sonra dizilerin gittikçe daha çok birbirine benzeşmeye başlayan senaryolarının iyice tıkandığı noktada yeniden depreşecektir, romanların kurtarıcılığından medet umma alışkanlığı.
Öte yandan roman uyarlamalarını ele alınması gereken asıl alanın, süre ve bölüm uzatma derdiyle boğuşmayan, sinema olduğu da bir gerçek. Böylece okuma alışkanlığını unutmaya yüz tutanlar için kaliteli eserlere karşı farkındalık yaratılabilir. Ancak burada da her şeyin güllük gülistanlık olmadığı kesin.
Romanları, aynı etkileyicilikle uyarlamanın ve bunu seyirciye beğendirebilmenin zorluğunu pek çok kez dile getirmişimdir. Ya orijinal eserin gerisinde kalınır ve keyifsiz bir iş çıkar ortaya… Ya da aynı çizgiyi tutturmak için büyük prodüksiyonlara ihtiyaç duyulur ki, bu da her babayiğidin harcı değildir. Dolayısıyla
Farklı mizah anlayışını Star ekranlarından sürdüren ‘Kardeş Payı’, gecikmeli başladığı ikinci sezonunda ilginç bir grafik sergilemekte.
Perşembe geceleri ikinci kuşaktan yeni sezonuna giriş yapan dizi, ‘Aramızda Kalsın’ın final yapmasının ardından birinci kuşağa kaydırıldı malumunuz. Ancak ne olduysa bundan sonra oldu. Gayet güzel reyting sonuçları alarak kendini bir kez daha kanıtlayan yapım, Perşembe gecesinin pek çok dişli rakibine karşın dik durup AB’de birinciliği dahi yakalamayı başardığı halde hayli düşündürücü bir değişime gidildi.
Perşembe’nin birinci dilimini büyük umut bağlanan ‘Serçe Sarayı’na tahsis eden Star TV, herhalde ilk sezondan kalma alışkanlıkla, ‘Kardeş Payı’nı joker olarak kullanmaya niyetlenmiş olacak ki, saatten saate günden güne sürmeyi tercih edip Cumartesi’nin keşmekeşine yollayıverdi. Böylece Beşiktaş-Liverpool maçı nedeniyle yayınlanmayan ‘Kardeş Payı’nın da 27. bölümden itibaren gücü kırılmış oldu.
Total izleyicisinin mizah anlayışıyla pek bağdaşmadığından mı desek nedir, ‘Survivor’, ‘Kiraz Mevsimi’ gibi yapımları baş tacı eden bu gruptan zaten ‘Kardeş Payı’na yeterli ilgiyi göstermelerini beklemek boşaydı. Nitekim dizi yeni gününde,
Uyumsuzluk ve kuralsızlık, toplumsal algılar genelinde pek hoş karşılanmayan kavramlar. Bir yerde bunu yadırgamamak da lazım. Zira toplum düzeni ve insanların huzuru için istenmeyen sonuçlar doğurabilecek olgular. Ancak uyumsuz ve kuralsız olanlardan kaçınırken, kimi yerde bu iki özelliğin geleceğe uzanan gelişimin kapılarını açabileceğini de unutmamak lazım. Yani her ‘Uyumsuz’ ve ‘Kuralsız’, toplumları tehlikeye düşürecek, barışı-düzeni bozacak demek değil! Onun için analizi doğru yapmak gerek.
Öte yandan mevcut düzenin yarattığı rutinin kolaycılığı ve rehaveti de, bazılarına göre ‘Uyumsuz’ ve ‘Kuralsız’ olanların farklılığını ortadan kaldırmak için gerekçe olabilir.
Misal… Ekranlardaki dizi benzeşmelerine baktığımızda karşımıza çıkan tablo… Mevcut görüntü, hemen hemen tüm yapımların belli bir uyum ve kural çerçevesinde konularını geliştirdikleri yönünde… Ki bu da tam anlamıyla bir tekdüzelik tembelliğinin ürünü! Şimdi birilerinin çıkıp kalıpları kıran farklı mahiyette bir iş yaratarak bu düzene çomak sokması, düzenden beslenenlerin hoşuna gider mi? Gitmez. Hemen reytinginden medya borazanlığına, bilumum taktikler uyumsuz ve kuralsızın önünü kesmek için devreye girer.