Yeni yayın döneminin başlamasıyla birlikte televizyon dünyasını da bir telaş sardı. Öne çıkan kanallar birer birer yeni dizilerini, programlarını ekrana sürmeye başladılar. Yanı sıra eski diziler de yeni sezonlarını açıyorlar. Reyting kapma kaygısıyla körüklenen ve yaz dizilerinin adım adım elenmesine yol açacak olan bu tempo Ekim ayında da sürecek kuşkusuz. Hatta bazı yeni yapımların izleyiciyle buluşması Kasım’a da sarkacak.
Öte yandan dünya çapında dikkat çeken yabancı dizilerin ve belgeselinden yarışmasına ilginç yapımların yer aldığı TLC de boş durmuyor. Yepyeni işleri ekranına taşıyan kanal ayrıca çok sevilen dizilerin yeni sezonlarını da yayınlamayı sürdürüyor. Üstelik diğerleri gibi reyting savaşı kaygısıyla yapımlarını şekillendirmeden… Bıktırıcı klişelere yer vermeden. Tamamen orijinal işlerle! Dolayısıyla kanalın dikkat çeken yapımlarından birkaçına göz atalım istedik…
***
Discovery Networks’ün Türkiye’deki önde gelen ulusal eğlence ve yaşam tarzı kanalı sıfatını taşıyan TLC'nin 5 Eylül Pazartesi saat 15.05’te ilk kez yayınlayarak devreye soktuğu ‘Long Island Medyumu’ (Long Island Medium) bunlardan biri. Evli ve iki çocuk annesi Theresa Caputo’nun ilginç
Bizde pek rastlanmasa da Amerikan televizyonlarının mini dizileri oldukça bol. Üstelik içerikleriyle de sadece Amerikan halkına hitap etmekle kalmıyorlar, dünya çapında merak uyandırıp ilgi görüyorlar. Bunlardan biri de Amerika’nın sembolü ‘Harley and The Davidsons’… Peki… 13 Eylül Salı günü saat 23.00’te Discovery ekranlarında ilk kez yayınlanacak olan ve Evan Wright, Seth Fisher ile Nick Schenk tarafından kaleme alınan ‘Harley and The Davidsons’ın içeriği ne anlatacak bize?
Özellikle motor tutkunlarına hitap etmekle birlikte dönemsel tabloyu da gayet gerçekçi bir dille sunan diziyi, kişiye özel ön gösterimle izleyenlerden biri olarak yapımın özelliklerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Tabii dizinin izlenme keyfini ortadan kaldıracak detaylar vermeden!
HARLEY-DAVİDSON’IN YARATILIŞ ÖYKÜSÜ
1903’te Pacific demiryollarının şerif gözetimindeki mülk alımını, kavgalı ve kanlı bir tabloyla sunarak başlangıcını yapan ‘Harley and The Davidsons’, Walter ve Arthur Davidson kardeşlerle arkadaşları Bill Harley tarafından gerçekleştirilen bir başarı öyküsü.
Walter Davidson rolünde Michiel Huisman’ın, William (Bill) Harley rolünde Robert Aramayo’nun ve Arthur Davidson rolünde de Bug
‘Bir gün her şeyin daha iyi olacağını düşünmek umudumuz; bugün her şeyin iyi olduğunu düşünmek, yanılgımızdır’ demiş Voltaire. Ne çok umut ediyoruz ve ne çok yanılıyoruz değil mi? Lakin umut, ucunda yanılgı da olsa her insanın yaşama gücü nihayetinde. Dolayısıyla umutları yok edebilecek tüm unsurlara ve hayatın gerçeklerine karşın insan beyni umut etmekten uzak duramıyor. Kimsenin de, olumsuzluklarla başa çıkabilmenin en etkili yollarından biri olan umuda kelepçe vurmaya gücü yetmiyor. Öyle veya böyle bir şekilde umut yeşeriyor insanın iç dünyasında. Zaten umudun bittiği yerde ruhsal ölümün başlaması kaçınılmaz. Kısacası ‘umut’ asla yabana atılamayacak kadar önemli bir olgu.
Öte yandan insan hayatının yansımaları olarak değerlendirebileceğimiz, hatta çoğu zaman insanların yapmak isteyip de yapamadıklarının dışavurumu olarak algılayabileceğimiz kurgu dünyasında da her şey ‘umut’ üstüne. Her yeni senaryo, her yapım oyuncusundan emekçisine ve dahi yatırımcısına, kanalına… Bir umut demektir. Nitekim yaz umudunun yerini yeni sezona bıraktığı şu günlerde bir başka umut halinden bahsedilmekte… ‘Umuda Kelepçe Vurulmaz’! Biz de erken yorumla bu umut yolculuğuna bir bakalım dedik…
BU
İnsanoğlu bir garip… Hem ‘Eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı der’… Hem de eskilerin bir başka olduğunu dilinden düşürmeyip ‘Ne varsa eskilerde var’ mantığıyla hareket eder. Nasıl ki, yeni senaryolar yaratmaktansa uyarlamaları seçen; fenomen karakterler türetmekte sıkıntı yaşayan kurguların dünyasında da durum aynı. Ne kadar çok yeni dizi çevrilirse çevrilsin bazı eskilerin tadı unutulamıyor. Emrah Serbes’in aynı adlı romanından uyarlanarak 2010 yılında ekranda yerini alan ve üç sezon boyu Star TV izleyicisine seslenen ‘Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi’ de bunlardan biri.
2013 yılının Mayıs ayında ekran yolculuğunu müthiş bir finalle noktalayan ‘Behzat Ç.’ ardında bir dolu üzgün takipçi bırakmıştı. Öyle ya… Tavırlarıyla tabuları yıkan, alışılmışın ötesinde bir amir profili çizen… Polislerin, dizilerde sergilendiği gibi kusursuz kahramanlar olmayıp kötü alışkanlıklarıyla, aşklarıyla ve hüzünleriyle normal insanlar gibi davrandıkları bir polisiye yaratan ‘Behzat Ç.’yi unutmak mümkün müydü? Yayınlandığı süre zarfında içeriğinden dolayı pek çok kez eleştirilse, şikâyet alsa bile bu sıra dışı polisiye karakterin ve efkârlı ekibinin yarattığı boşluğu dolduran çıkmayacağına
Hayat öyle sürprizlerle dolu ki, bugünden yarına nelerin gelişeceğini kestirmek mümkün değil. Onun için her durumda fazla beklentiye girmemek, ince hesaplar yapmamak lazım. Nitekim bu yaz da öyle oldu. Umulmadık bir süreç çıktı karşımıza. Dolayısıyla pek çok alanda dengeler değişti, değişmekte.
Nasıl ki televizyon yapımları da payına düşeni aldı bu kargaşada. Haberlerin- haber programlarının ön plana çıkması, insanların yaşadığı moral bozukluğu dizileri arka plana itiverdi. Buna bir de aşırı sıcakların televizyon karşısında oturmayı engelleyen etkisi eklenince, evdeki hesap çarşıya hiç uymadı… Ekranda parlamak için yaz aylarını bekleyenlerin hevesleri kursaklarında kaldı. Büyük iddialarla izleyici karşısına çıkan işler de, bırakın yeni sezona uzanmayı yaz sürecini dahi tamamlayamadan bu karmaşada güme gittiler.
Diyeceğim o ki; bu yaz ‘mini dizi’ devri başlamış gibi. Yapımlar ellerindeki stok bölümleri veya ekrana çıkarken garanti edilen kadarını tüketince gitmeye mi odaklanmışlar sanki. İstenmeyen olaylar da bu işin bahanesi!
***
Mesela izleyicinin Ege dizilerine merakından bir kez daha faydalanma düşüncesiyle hazırlandığı izlenimini gayet net biçimde hissettiren ve
Arkalarını kollamak amacıyla sırtlarını kayaya, taşa dayayarak ok atan eski Türk savaşçılarının dayanak olarak kullandıkları bu ‘arka-taş’tan dilimize yerleşen ‘Arkadaş’ nedir? Bazen en büyük sevincin paylaştığımız, bazen kıyasıya tartıştığımız… Üzüntülerimizde dert ortağı olup dar günümüzde yardımımıza koşan… Eleştirilerinden hoşlanmasak bile akıl danışmaktan vazgeçmediğimiz… Yeri geldiğinde rekabete tutuştuğumuz, sonra dönüp el sıkıştığımız ‘Arkadaş’ın ne anlamı vardır hayatımızda?
Melike Demirağ’ın ‘Kim olduğumu, ne olduğumu… Nerden gelip, nereye gittiğimi sen öğrettin bana’ diyen şarkısındaki kadar önemli midir? Yoksa Yılmaz Güney’in filmindeki gibi yıllar içinde yozlaşan bir varlık mı? Dahası samimiyetine güvendiğimiz kişi midir arkadaş? Yoksa aşkın ardında bıraktığı gözyaşlarını silerek teselli etme görevini üstlenen mi? Nihayetinde arkadaş, sadakatle mi daha çok gösterir yüzünü yoksa kıskançlığı-ihaneti maskeleyen bir sinsiliği mi barındırır bünyesinde?
Bu sorulara herkes kendi deneyimleri oranında cevap verecektir kuşkusuz. Arkadaşlığı yücelten de çıkar, yerin dibine batıran da… Ancak gerçek şu ki, atalarımızın da ‘Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim’
İnsanlığın gelişiminde en önemli faktör nedir deseler, cevap kuşkusuz ‘merak’ olurdu. Çünkü bütün buluşlar, teknolojik gelişmeler hep merakla ortaya çıkan şeyler. Dahası bilinmeyeni öğrenme ve yenilikler peşinde koşma arzusu insanların beyin yapısını diri tutan eylemler.
Şüphesiz hayatın ağır şartları, gün boyu koşturmaktan hali kalmamış sıradan vatandaşların merak duygusunun gücünü ve tatminini sağlayacak araştırmacılık yöntemlerini kısıtlamakta. Bu noktada da, televizyonun ve internet dünyasının sundukları devreye girmekte… Yani belgeseller!
Her ne kadar N’olur Ayrılalım dizisinde de dikkat çekildiği üzere belgesel çekmek için sponsor ve kaynak bulmak hayli zor olsa da… Kendi kendine finansman problemini halledip bir şekilde çekilmiş olsa dahi yayınlanacak kanal bulmakta güçlük çekilse de… İlaveten belgesel kanallarının televizyonun rekabetçi ortamında reklam yakalayıp ayakta kalma savaşından galip çıkması başlı başına sorun teşkil etse bile… Belgesel olayının ayrı bir yeri var.
Sonuçta kitap okuma alışkanlığını eskisi gibi sürdüremeyen toplumlar için ekranlardaki belgeseller merak duygusunu tatmin adına oldukça avantajlı bir yol. Zira hemen her konuda ve kapsamlı
Her yola çıkış beraberinde pek çok riski de taşır. O nedenle yola çıkmadan önce en azından tahmin edilebilir durumların hesabını kitabını doğru yapıp ona göre sağlam adımlar atmak gerek. Ne var ki, hesapsızlık günümüzün fazlaca rastlanan tavırlarından. Ne ağızdan çıkanların sonrasında yaratacağı olumsuzluklar hesaba katılıyor, ne de atılımların getirisi-götürüsü. Hani tabiri caizse, saldım çayıra Mevlam kayıra durumu hâkim.
Maalesef aynı alışkanlık dizi sektörümüzde de sıkça gözlenmekte. Geçtiğimiz sezonlarda, sırtını ünlü isimlere dayayarak ekrandan medet uman ancak bu gelişigüzelliğin bedelini hayal kırıklığı yaşayarak finale gitmelerle ödeyen pek çok örnekle karşılaştık. Aynı şekilde sırf ilgi görüyor diye benzer konuları işlemekten çekinmeyen yapımların, sürekli aynı türden dizileri izlemekten sıkılan izleyici tarafından tersyüz edilişini de hafızamıza kazıdık.
Gel gör ki, her hafızaya işlenen olumsuzluğun ders olmadığı aşikâr. Hele de işi kolaycılıkla yürütme hallerinde balık hafızası sarıveriyor ortalığı. Tabii bunun sonucunda da aynı hayal kırıklıkları defalarca yaşanıp duruyor.
Şimdi bu tabloya bakıp ‘Kısa günün kârından alan memnun satan memnun’ mu demeli yoksa ‘Ş