‘Her şeyin en mühim noktası başlangıcıdır’ demiş Eflatun. Bu sözün ne denli doğru olduğunu her bölümüyle bir sinema filmi uzunluğunda olmak zorunda bırakılan dizilerde alabildiğine gözlemlemekteyiz. En mühim noktanın başlangıç olduğu gerçeğiyle hareket eden senaryolar, ilk bölümlerinde tüm malzemelerini tüketip sonrasında dişe dokunur gelişmeler yaratamama sıkıntısı içinde. Tabii bu olumsuzlukta, artık bıkkınlık vermeye başlayan ve gittikçe daha çok izleme güçlüğü yaratır hale gelen süre uzunluğunun etkisinin büyük olduğu aşikâr. Bununla birlikte dizi dünyamızın ciddi biçimde öykü kısırlığı çektiği de bir gerçek. Nasıl ki, özgün senaryolar yerine sürekli oradan buradan devşirme işler ekrana sürülmekte.
Dahası dizilerin uzun sürelerini aynı konuyu lastik gibi uzatarak, klip misali verilen şarkılarla ya da gereğinden çok ağır çekim kullanarak doldurma kolaycılığına kaçanların dar çerçeveli öykülerle yola çıkmaları da başlı başına bir sorun. Nitekim Mart’taki başlangıcında işaret ettiğimiz ve doğacak sıkıntıyı farklı yazılarda vurguladığımız ‘Tatlı İntikam’ da bu sorunu fazlasıyla yaşamakta. Oyuncuların yüzü suyu hürmetine ilgi görerek ayakta kalan ve bu ilgiyi yaz boşluğunda da sürdüren dizinin tatlı tablosunun, rakiplerin ortaya çıkmasıyla acılaşmaya başlaması da bunun göstergesi. Öte yandan ‘Tatlı İntikam’ın asıl acı dramı, yenilenme faslında sergiledikleri!
KENDİNİ TEKRAR ETMEK 'YENİLENME' Mİ OLUYOR?
23. bölümüyle 10’uncu sırada yer alıp sonraki bölümünde, yenilenmiş hali ve oyuncu ilavesiyle sevenlerine ‘Başka bir heyecanla merhaba deme’ vaadinde bulunan ‘Tatlı İntikam’ ne yazık ki yarattığı duygusal beklentinin karşılığını veremedi. Yenilik vaadiyle takipçilerini bir parça olsun çekmeyi başarıp 24. bölümüyle totalde 6’ıncı sırada yer alsa bile dağın fare doğurduğu bir tablo sundu izleyicisine. Üstelik de, kendini tekrara düşen bir gelişimle!
Gerçek şu ki; Uzun zamandır yeni bir şeyler sunamayan ‘Tatlı İntikam’ın tadı iyice kaçmıştı. Tam da bu nedenle yeni gelişim-yeni yüz denince diziye dair bir umut belirmişti içimde. Onca dil döküp ‘Sevgimizden-ikimizden önemli kimse yok’ mantığını Pelin’in beynine işleyerek ilişkilerinin mutlu yürüyeceğine ikna eden Sinan’ın, yüzüp yüzüp kuyruğuna gelinmişken nikâh masasından kalkma modasına uyup Rüzgâr’a telefon açış ve sonra da ‘Gitmem gerek’ diyerek sırtını yürüyüp gidiş saçmalığının üstüne nasıl bir gelişim verecek diye de bir hayli meraklanmıştım. Zira dizinin geleceği için önemli olan, bu noktadan sonra sunulacaklardı!
24. bölüm başladığında gördük ki Pelin, sağlıklı beslenme kitabı yazmış ve televizyon programında yer alarak nasihatler veren güçlü bir kadın konumunda. TV programındaki zorlama konuşmalar eşliğinde sunulan bu tablonun üstüne üstlük, baştan beri restaurantta taburede oturmanın dışında bir şey yapmayan Bülent’le birlikte Filya’yı da ayakta tutmuş, ünlendirmiş. Sonra da Sinan ortada olmadığı halde, restaurant zinciri sahibi Barış’a satma kaygısına düşmüş. Bu arada yeni şef arayışına girip ‘Ne perhiz ne lahana turşusu’ dedirten Pelin’in şeflik taslama hallerinin fazla abartılı olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
Uğruna Pelin’i terk ettiği Rüzgâr’ın başkasını bulup evlendiğini söyleyen Sinan deseniz, havalı motoru ve sakalıyla fark yaratmanın ötesinde bildiğimiz Sinan. Nikâhtan kaçma saçmalığının ardından ortalıkta görünmemiş ama... İlker Kızmaz'ın canlandırdığı, bir yandan Pelin’e bir yandan da Filya’ya sahip olmaya hevesli Barış tarafından bulunup gelince, sanki terk edip giden kendisi değilmiş gibi cool havalar içinde geziniyor. Dilinden ‘Buralarda bana yer yok’ sözleri dökülse bile o bakışlar, o duruş ‘Ben kalıcıyım’ diyor! Yani Sinan, bu halleriyle hiçbir sürprize yer bırakmıyor. Nitekim bir bölüm bile işi uzatmadan tek bir gazete haberiyle kalıverdi ve taktı önlüğünü girdi mutfağa. Ya insan bir gider uzaklara, imzayı da atmaz ki olay gelişsin. Sonra faklı gerekçelerle döner geriye. Ama ne gezer!
Aileler derseniz tam anlamıyla mantıksız bir davranış sergileme yoluna girmişler. O eski kavgacı hallerinin zıddı bir muhabbet içindeler. Meliha Hanım’la Süheyla ve Rıza kanka olmuşlar adeta. Yahu izleyiciler bu tabloya bakıp ‘Bunların çocukları evlenmek için yırtınırken birbirlerinin gözünü oyuyorlardı da, oğlan kızı terk edip gidince mi başları göğe erip dost oldular’ diye sormazlar mı insana? Sorarlar. Şayet bu tersyüz haller ‘Tatlı İntikam’ın yenilikçi yüzü diye yutturulmak istenmişse de ‘Geçmiş ola’ derler.
Öte taraftan dizideki arkadaşlık olayları da aynı kıvamda yürümekte. Başak cephesinde şamatayı daha azaltarak iyi bir iş yapan dizinin yeni çehresinde, Simay’la yarattığı erkek egemen iş dünyasındaki testosteron yüklü çalışma ortamlarının eziciliğine başkaldırı masalı da araya sokuşturulmuş olmasa, kayda değer yenilikçi detay bulmak imkânsız. Yıldırım şefliği yerseniz artık...
Sonuçta; Şayet kendini tekrar etmek ‘yenilenme’ oluyorsa ‘Tatlı İntikam’ı da yenilenmiş kabul edebiliriz. Ancak ‘Bundan sonra ne olacak’ merakına yer var mı, bu sözüm ona yenilikçi gelişimde diye olayı değerlendirirsek… Cevabımız elbette ki ‘Ne gezer’ şeklinde olacaktır. Zira geçmişi, geleceğinin aynası ve gelişimi de, şimdiye dek olanın üç aşağı beş yukarı aynısı olacak. Tabii rol değişimiyle. Yani önceden Sinan Efendi, geçmişin intikamıyla işe koyularak Pelin’e çektirmiş ve peşinden koşturmuştu. Bu kez Barış’la kıskandırma havalarına girecek olan Pelin Hanım, Sinan’dan intikam alma hevesi sergileyecek ve kendisini nikâhta terk eden adamın burnunu sürtecek. Yani Ayvaz kasap hep bir hesap.
Peki, çok mu zordu eli yüzü düzgün, tahmin edilemeyen bir yenilikçilik türetmek? Öykü kapasitesi dar alanda paslaşmalardan ibaret olunca ve gidicilik havası solununca… Maalesef!
‘Tatlı İntikam’ın acı dramını ortaya çıkartan bu yenilik yaratamama durumunun, Kanal D yeni dizilerini devreye sokana kadar süreceği… Sonrasında Pelin’le Sinan’ı kestirmeden nikâhlayıp nokta konacağı gerçeğinde, kendini tekrar etmenin yenilenme olmadığını ve oyunculara rağmen durumun kurtarılamadığını vurgulayarak bitirelim sözümüzü.
Anibal GÜLEROĞLU