Televizyonun toplumsal etkisinin her geçen gün daha da artması, sinema dünyamızın bir dönem iyiden iyiye gerilemesine yol açmıştı. Bu da doğal olarak sektörün yanı sıra ‘oyuncu’ açısından da darboğaz yaratmıştı. Neyse ki, her biri sinema filmi uzunluğunda diziler üretmek akıl edildi de hem bu darboğaz aşıldı… Hem de ‘Dizi çekimiyle zaten her hafta bir film yapmış kadar oluyoruz. Öyleyse arada sinema için de bir şeyler çıkartalım’ mantığı işlevselleştirilerek beyazperdemize çeşni türetilmeye başlandı. İyi mi oldu, yoksa kötü mü? Gücü olanın ekranda yer bulup tutunduğu, senaryoların ‘özgünlük’ kavramından giderek uzaklaştığı gerçeğinde bunun değerlendirmesini bir yana bırakıyorum. Ne demişler, ‘Su akar yolunu bulur’… Dizi-sinema-senaryo dengesinde de durum aynı!
Öte yandan ekranda sevilen isimlerin hemen akabinde beyazperdede yer alması da günümüzün vazgeçilmezi. Hoş Yeşilçam döneminde televizyon ve dizi modası mı varmış ki, o devrin ünlenen yüzleri buralardan sinemaya geçiş yapsın? O da ayrı. Üstelik o devirde sürekli aynı isimleri yıldızlaştırıp filmlerde oynatmanın tekelleşme yarattığı da aşikâr. Günümüzde hiç değilse ekran performanslarıyla dikkat çekenlerin ve dizilerdeki sevimli duruşlarıyla kendilerini sevdirenlerin, oyunculukta önü açılmış oluyor. Yani eskiye kıyasla daha çok gence fırsat tanınabiliyor. Arada hak etmediği halde parlatılanlar da çıkmıyor değil ama… Arkası sağlam olanın şansının yaver gitmesi sadece bize mahsus olmadığından, bunları da sineye çekiyoruz sonuçta. Tabii bir noktaya kadar.
Şimdi tüm bunları niye sayıp döktün derseniz… Dizilerin ardından sinemada da kendini göstermeye niyetlenen Aras Aydın’la ‘Oğlan Bizim Kız Bizim’ diyeceğiz de ondan. Önceliği filme verip başlayalım sözümüze…
TATİL HAVASINDA ‘OĞLAN BİZİM KIZ BİZİM’ DEMEK…
Senaristliğini ve yönetmenliğini, filmin galasından önce ilk bebeğini(ki, Allah analı babalı büyütsün diyerek tebrik ediyoruz kendisini) dünyaya getirmesine karşın oyuncularını yalnız bırakmayan Semra Dündar’ın üstlendiği ‘Oğlan Bizim Kız Bizim’le ilgili ilk yorumum, basın gösteriminde izlediğim yapımın seyircisine cıvıl cıvıl bir yaz atmosferinde tatil havası vaat ettiği yönünde. Sonbaharın ayak sesleri duyulurken tam da ihtiyaç hissedilen türden!
Yerli yapımların çoğunun ortak sorunu haline gelen ‘ses’ yönüne takılmama yol açan başlangıcını, Barış’ın emanet mafya arabasıyla Sarıyer’den kıymalı börek alıp Boğaz turu atma sevdası üstünden tamircilere bırakılan arabaların başına gelenlere gönderme yaparak gerçekleştiren... Ve neşeli yüzünü ilk etaptan gösteren film, romantik komedi kıvamında. Düğün organizasyonu işiyle uğraşan Zeynep ve Berna’nın öykünün klişe kadın kanadını oluşturduğu yapımda Barış ile Emrah da olayın mesajcılığına zemin hazırlayan taraf konumunda.
Şöyle ki; Zeynep tek taşı parmağa takmanın ötesini düşünmeyen… Erkeğin duygusal yakınlığından ziyade kariyer durumuna önem veren; karşısındaki kadının gözlerinin içine bakarak ‘Seni seviyorum’ dememesini de karakter yapısına bağlayıp hoş görebilen kadın tipi olarak ‘Evleneyim de gerisi önemli değil’ kafa yapısındakilere örneklik etmekte. Onun bu mantığının yanlışlığını ortaya koyma göreviyse ‘En öküzü bile seviyorsa bunu söyler’ mantığındaki araba tamircisi Barış’ın omuzlarında. Duyguların, gerçek aşkın ve fedakârlığın önemini dile getiren kırık kalpler tamircisi Barış aynı zamanda Zeynep’le Tolga arasında yaşanan gelişmeler üstünden erkek elde etme konusunda da yol göstericiliği yapmakta.
Anlayacağınız Kral Pop’ta çalan şarkının seveni olma tesadüfüyle kazanılan tatilde yolları kesişen kadın ve erkeklerin öyküsünün özü, kadınların kendilerine duyarsız adamları sırf iş konumundan dolayı tercih etmelerindeki yanlışlığı vurgulamak… Ve ‘Zamana ihtiyacım var’ diyen erkekten hayır gelmeyeceğini bilmeleri gerektiği yönünde mesaj vermek! Tabi bu süreçte komedi yaratarak durumu eğlenceye dönüştürmek de işin raconunda var.
Tatil köyü atmosferinde yaşanan ve karşılıklı restleşmeyle gelişen romantik komedinin konusu, görüldüğü üzere öyle sürpriz yapma özelliğinde değil. Zaten ‘Oğlan Bizim Kız Bizim’ diyenlerin böyle bir iddiası da yok. Dolayısıyla içerik için ‘Tıpkı romantik komedi dizilerindeki gibi, nereye varacağı belli olan türden’ diyebiliriz rahatlıkla. Ancak bunu yaparken, dizilerde de işaret ettiğim üzere asıl meselenin, konudan ziyade performanslarla bağlantılı olduğunu da belirteyim hemen. Yani olay, ‘iyi’ sunabilmekte bitiyor! Buradaki az ama öz kadro da, kendi içinde işi götürüyor doğrusu. İşin başını çekense kuşkusuz Aras Aydın’ın performansı.
ARAS AYDIN’IN PERFORMANSI İYİ DEĞERLENDİRİLMELİ!
Kiraz Mevsimi, İnadına Aşk, N’olur Ayrılalım derken özellikle son iki yılda yıldızı parlamaya başlayan bir isim Aras Aydın… Apar topar yayından kaldırılmayı hiç hak etmediğini düşündüğüm N’olur Ayrılalım dizisindeki ‘Ulaş Vardar’ karakterinde beğenerek izlediğim oyuncu şimdi de ilk sinema deneyimi olan ‘Oğlan Bizim Kız Bizim’le beyazperdede. Peki, bize sunduğu performans nasıl? Filmin bütünü içinde değerlendirelim…
Kanal D’nin yenilerinden olup aile komedisiyle harmanlanmış aşk tadını, ünlü isimlerin yer aldığı kadrosuyla izleyicisine yaşatmayı hedefleyen ‘Altınsoylar’ dizisinde Oğuz Bakır karakteriyle karşımıza gelecek olan Aras Aydın, ‘Oğlan Bizim Kız Bizim’deki Barış karakteriyle filmi sırtlamış durumda. Muhakkak ki Zeynep’i canlandıran Melis Babadağ’ın da başrol olarak öyküde ağırlığı mevcut. Ancak ne yalan söyleyeyim ben Zeynep’in payına düşen rolün bazı sahnelerini gereğinden fazla abartılı buldum. Evet, Melis Babadağ gayet iyi canlandırıyor ama tüm romantik komedilerin kadın cephesinde olduğu gibi, çaresizliğin dibine vuran Zeynep’in yaratılışında da sorun var. Misal; Karakterin, ‘Kadınlar araba kullanmasın ya… Gerekirse ben de kullanmam’ diyerek bu düşüncedekilere taş atmış olan başlangıçtaki şımarık hallerini pek doğal bulduğum söylenemez. Bunu daha çok örnekle ortaya koyabiliriz ama o zaman da filmi deşifre etmiş oluruz. Nitekim aynı doğallıktan uzaklık Bala Atabek’in canlandırdığı Berna’da da var. Organizasyon esnasında çekilen halay veya kına provası neydi öyle?
Kısacası… Kibarca terk edilme kazığına rağmen yemeğin içinde yüzük arayacak kadar küçülen kadın figürü Zeynep ile ‘Erkekler lastik gibidir. Çektikçe uzaklaşır gider. Bıraktın mı geri döner’ diyen nasihatçi kanka Berna’nın bazı sahnelerini, yersiz şamataya sebep olan zorlamalar olarak görmemek imkânsız. Sakız-saç sahnesi mesela!
Buna karşılık yapımın erkekler cephesi daha aklı başında bir tablo koyuyor ortaya. Özellikle Aras Aydın’ın gözlere oynayan performansıyla öne çıkan Barış’ta doğallık mevcut. Aras Aydın da güzel bakmayı bilen oyunculardan olduğundan, bu doğallığı performansıyla destekleyip film boyunca seyirciyi tutmayı başarıyor. Bu nedenle bundan sonraki işlerinde ve dahi ‘Altınsoylar’da oyuncunun bu özelliği, performans bağlamında, iyi değerlendirilmeli diyorum. Tabii bunun için de karakterin abartılmadan yazılması, süreç içinde savsaklanmaması ve eşlik eden oyuncularla uyumlu olması şart. ‘Oğlan Bizim Kız Bizim’de bu detay başarılmış sayılır. ‘Altınsoylar’ın Aras Aydın’a nasıl bir rol biçeceğini de hep birlikte göreceğiz nasılsa. Önemli olan iyi performansların değerinin bilinmesi! Aras Aydın da bunu hak edenlerden.
Sonuçta; Emrah Şahan ve Mustafa Şen’in de yer aldığı ‘Oğlan Bizim Kız Bizim’, mizah malzemeleri alışıldık türden olsa ve konusunda sürpriz bulunmasa bile, argonun minimum kullanıldığı yönüyle takdiri hak eden… Yaza dair görselliğin içeriğe etkili biçimde hâkim oluş özelliğiyle de renklilik sergileyen... Türünün doğası gereği, belli kalıplar çerçevesinde akıp giden minimal bir film. Maksimum düzeyde beklenti yerine yaz havasında eğlenme mantığıyla izlenmesi tavsiye edilir.
Anibal GÜLEROĞLU