‘Yaratıcı insanlar, başkasının yönlendirmesine izin vermez. Onlar için insanların mutluluğuna yarayan kanunlar yeterlidir’ demiş Goethe… Söz bağlamında çok güzel ve doğru bir tespit... Ama ya işin özünde? Gerçekten de yaratıcı insanlar, başkalarının yönlendirmesine, müdahalesine maruz kalmadan yaratıcılıklarını sergileyebiliyorlar mı? İşin içine maddi bağımlılık girmediği sürece ‘Evet’ cevabını verebiliriz belki bu soruya. Lakin söz konusu geçim derdi oldu mu yaratıcılıkların müdahalelerle kısıtlanması, başkalarının gösterdikleri doğrultuda gelişmesi de kaçınılmazlaşıyor. Paranın konuştuğu yerde insanların mutluluğu veya arzusuna göre gün yüzüne çıkamıyor yaratıcılıklar. Kısacası, her alanda olduğu gibi burada da parayı veren düdüğü çalıyor.
Ne yazık ki bu acı gerçek her yeni diziyle birlikte hedef tahtasına bir kez daha oturtulan senaryo ve senarist bağlamında da hüküm sürmekte. Ben de dâhil olmak üzere dizilerin senaryolarını bolca eleştiriyoruz. Görünürde, eleştirmekte de haklıyız çoğu zaman. Zira gerek içeriklerin klişelerden bir türlü uzaklaşamaması, gerek öykü gelişimlerinde mantıkla bağdaşmayan durumların olması eleştirilerin sebebi. Ayrıca sayıları hızla artan uyarlama yapımlar da ‘Senaristlerimiz neden özgünlük yaratamıyor’ diye sorgulatmakta. İlk akla gelense kolaycılığa kaçıldığı, başarıya ulaşmış bir senaryoyu uyarlamak varken yeniden yaratmak için uğraşmaya üşendikleri.
Bu eleştiriler kısmen doğru olsa dahi kuşkusuz senaryo yaratıcılığını hayata geçirmek isteyenler de doludur kurgu âlemimizde. Gel gör ki buzdağının görünmeyen yüzünde böylesi kalemlerin önünü kesen mantığın varlığı yatmakta. Ara ara türlü vesilelerle dile getirdiğim bir konu, senaristlerimizin yaratıcılıkta özgür olmadığı. Yeni dönemde de kimsenin hakkını yememek için bir kez daha dile getirme ihtiyacı hissettim. Pratikte faydası olmayacağını bile bile...
SENARİSTLERİN ÖNÜ KESİLMESE…
Şimdi düşünüyorum da, yabancı diziler ne denli geniş bir hayal dünyasına dayalı… Sonra bakıyorum bizdekilere, hepsi birbirinin kopyası. Peki, senaristlerimiz bu denli mi hayal gücünden yoksun, bu kadar mı yaratıcılık özürlüsü? Şahsen bunun hiç de böyle olmadığına eminim. Milyonların içinden mutlaka türlü türlü öyküler yaratabilecek, ilginç senaryolar türetebilecek kişiler çıkacaktır. Hele ki yabancı dizilere rağbet gösteren genç nesil çoğunluktayken! O halde dizilerimizin belli klişelere sıkışıp kalmışlığı niye?
Cevap basit. Daha önce de vurguladığımız gibi, yapımcıların ve kanalların kıskacı altındaki senaristler özgür davranamıyor. Bu iki güç, yaratıcılığa heveslenene geçit vermezken gerekçeleri de çok net… İzleyicinin talebi! Evet, maalesef senaristlerin önünü kesen bir diğer unsur, izleyici kesiminin algı bahanesi. Ekran başındakiler belli türlerden hoşlanıyor diye sürekli aynı mantıkla yaratılan senaryolar çıkıyor karşımıza. Oysa ekran başındakilere bu alışkanlığı kazandıranlar da yine uzun süreleri avantaj olarak gören kanallar ve yapımcılar!
Onların kestirme yoldan işi yürütmek mantığı yüzünden izleyicinin algısı da bu yönde gelişti. Yoksa bir zamanlar Küçük Ev, Kara Şimşek, Bonanza, Dallas, Charlie’nin Melekleri, Görevimiz Tehlike gibi yabancı diziler de aynı izleyicilere hitap ediyordu ve dört gözle yeni bölümleri beklenerek izleniyordu. Sonra özel kanalların yayılmasıyla olan oldu. Gittikçe süreleri uzayan, süreleri uzadıkça içerikleri boşlaşan, neredeyse birbirinin aynısı metinlerin yazıldığı, dakikalar boyu süren planlarda üç beş kelimeden oluşan repliklerle işin yürütüldüğü, yaratıcılıktan yoksun diziler kanalları doldurdu. Bunlar bir de bol reklamla 'reklam arası dizi'ye çevrilince, kanallar ve yapımcılar için böylesi kolaycılıktan nemalanma günü doğdu. Tabii bu süreçte senaryo kalitesinin de pabucu dama atıldı.
Yanı sıra, senaryo yazım derslerini boşa çıkartan dizilerde, oyuncuya göre senaryo yazma modasının da altını bir kez daha çizmekte fayda var. Çünkü bu alışkanlık çığ gibi büyüyor. Sadece görsel açıdan güzellik-yakışıklılık sunan, rol noktasında işe anlam katamayanlara odaklı yapımların örnekleri meydanda. Bu mantığa nasıl erişildi bilmem ama neticede ortaya hiç tat vermeyen soğuk-donuk işler çıkıyor. Şayet yabancı dizilerin görsel çekiciliği yüksek oyuncularına özenilerek bu yolda yürünüyorsa bir zahmet o dizilerin senaryolarının kof olmayışı da örnek alınsın! Dahası oyuncuların buz gibi veya boş bakışlarla sürekli aynı tarz karakterleri oynamadıklarına da dikkat edilsin. Aksi takdirde olay göz boyamaktan ibaret kalıyor. Ama bunu gel de bizim ‘Portföydeki oyuncuya uygun rol yazdırma’ meraklılarına ve ‘Yapım havalı olsun da senaryoyu boş geç’ diyen görüntü düşkünü kafalara anlat.
Sonuçta; N’olur Ayrılalım, Rengârenk gibi kıymeti bilinmeyen ve kısa sürede hesabı kesilen dizilerde de özeleştiri babında ortaya konan ekran dünyasının yapımcı-kanal ağırlıklı düzeninde senarist yaratıcılığı en sonda gelen ayrıntı! Hal böyleyken yaratıcı senaristi, yaratıcı senaryoları kim ne yapsın? Aslında ‘Mevcut dizi düzeninde senaristlere bile gerek yok. Nasılsa diziler kopya gibi… Birkaç isim-mekân değişimiyle, ufak tefek ekleme-çıkartmalarla geliyorlar ekrana. Bu farklılaşmaları da herhangi biri yapabilir, senarist şart mı? Hatta geçmiş zamanın filmleri gibi çekim esnasında doğaçlama bile mümkün’ diyesi geliyor insanın. Kim bilir belki de, bunca duyarsızlık arasında gidiş o yönde de olabilir!
Öte taraftan yaratıcı öyküleri, farklı tatları olan senaristlerin emeklerini değerlendirecek yapımcı-kanal bulması da bu şartlar altında hayli zor. Çaldıkları kapılar yüzlerine kapanır. Üstelik mesleki açıdan birlik tam sağlanamamışken, senaryoya saygıyı bir yana bırakıp ısmarlama işler üretmekte sakınca görmeyenler varken ciddi anlamda iş ortaya koymak istenmesi hepten hayal. Klişelerle geriletilmiş beyinlerin önüne konanı kabullenme tepkisizliğini de hesaba katarsak… Bu şartlar altında ‘Senaristlerimizin önü kesilmese’ demek nafile. Senaristlerimizin özgürlüğünden söz edilemeyeceği gibi, senaryoyu övüncü sayarak yaratıcılığını konuşturan ilkeli senaristlerin de önü rahatlıkla kesilir.
‘Mevzubahis paraysa gerisi teferruat’ gerçeğinde ‘Her yer dizi seti, herkes senarist’ derken, kendilerini bu kısır döngüde harcanmış hisseden tüm senaristlerimize selam olsun…
Anibal GÜLEROĞLU