Yeni dönemin çok başında olmamıza karşın dizilerin bir bir ekrandan kayıp gitmesi, yıllara meydan okuma başarısı sergileyen işlerin varlığını bir tık daha öne çıkartıyor bugünlerde. Bu bağlamda ‘Arka Sokaklar’ yine ve yeniden ele alınmayı hak ediyor haliyle.
Sadece yeni bölümlerinin sürekliliğiyle değil her fırsatta yayınlanan tekrarlarıyla da Kanal D’nin demirbaşına dönüşen ‘Arka Sokaklar’, gerek izleme gerekse eleştirme açısından, başladığı günden bu yana ilgimi çeken işlerden oldu.Bu ilgi, dizinin içeriğindeki polisiye konulara ya da aksiyona mıydı peki? Tabii ki hayır.
Zira kestirmeden kolayca çözüme ulaştırılan yapmacık olayların temelindeki‘Her şekilde asayiş berkemal’ mantığı, kayda değer polisiye olaylar ortaya koyacak kapasitede değildi kesinlikle. Aksiyon noktasında da diziden çok bir şey beklemek imkânsızdı. Gerçi uzun film kıvamında olan bölümleri her hafta çekenlerden aksiyonu güçlü prodüksiyonlar ummak da insafsızlık olurdu açıkçası. O halde niye ilgimi çekiyordu ‘Arka Sokaklar’?
Sebep, ‘Arka Sokaklar’ın tadı tuzuydu! Yani izleyici nabzına göre şerbet vermenin ötesinde… Dizi, yıllara meydan okuma formülünü çok güzel kavramış ve uygulamaya koymuştu. Her
‘Her değişim daima başka değişimlere ihtiyaç gösterir’ demiş tarih ve politika biliminin kurucusu filozof yazar Machieavelli… Dünyanın değişimlerle süregiden fani düzeninde ülkeler kadar insan yaşamını da etkileyen dönemler olduğu muhakkak. Nasıl ki dönemleri ele alan kurgular da bu bağlamda ayrı bir değer kazanmakta. Hayatın iyisi-kötüsüyle tanışmaya başladığım için ayrı bir yere koyduğum 80’li yıllar bu açıdan gerek ülkemizde, gerekse toplumda yarattığı değişim rüzgârı açısında önemli bir süreç. Öyle ki, ‘Seksenler’i topyekûn dönüm noktası olarak niteleyebiliriz rahatlıkla. Zira darbeyle başlayan bu süreçteki Turgut Özal faktörünün ülke düzeninde yarattığı değişimler bir yana, toplumsal değerlerin pek çoğu da bu dönemde unutulma evresine girdi. Bunlar nelerdi peki?
Hamburger-pizza-tavuk zincirleri, fast food alışkanlığını yayıp, köfte-döner-hakiki İtalyan pizzası satanların pabucunu attırma hamlesine henüz tam başlamamıştı mesela… Adım başı açılan şatafatlı cafelerin, nargilecilerin yerine ailecek gidilen mütevazı çay bahçeleri, pastaneler revaçtaydı. Çikolatalarda kakao tadı vardı. Şekerler, pancardandı. GDO nedir bilinmezdi. Trafik çilesi çekilmeyen gezmelerin tadı vardı.
‘İnsanlar değişir ve değiştirir’ demiş şair, yazar ve yönetmen Bertolt Brecht. Gerçekten de insan kişiliği türlü şekilde değişime müsait yapıda… Hele de bunu sağlayacak etkenler bolca mevcutsa. Muhakkak ki, kişilerin karakterlerindeki değişim yaşamın bir getirisi ve bunu genelde yadırgamamak lazım. Lakin bu değişimler başkalarını olumsuz biçimde etkileme gücüne sahipse o vakit durum daha hassaslaşıyor.
Nitekim televizyonun ve sinemanın böylesi bir değişim yaratma gücü mevcut. Nasıl mı? Pek tabii, şiddetle yüklenmiş karakterler ve dahi Talk Show türü programlar üstünden. Bu noktada özellikle kurgulardaki karakterlerin iyilikten kötülüğe geçişlerinin mesajcılık açısından önemli olduğunu ve ilgi uyandırdığını belirtmekte fayda var… Dahası son dönem sinema filmlerinde, televizyonun etkileyici ve değiştirici gücünü vurgulayan süreçlere sıkça yer verildiği de bir gerçek.
Misal; ‘Örümcek Adam: Evden Uzakta’ filminde televizyon başta olmak üzere çağımızın iletişim araçlarının insanlardaki gerçeklik algısını nasıl değiştirip etkilediğini görmüştük. İyilikten kötülüğe dönüşerek hırslarını gerçekleştirmeye koyulan Mysterio karakterinin final eyleminde televizyonun etkileşim gücünü
Çağımız hız devri… Herkeste bir yere yetişme, önceliği kapma, başı çekme telaşı var. Peki… Bu hız çağını yaşarken bir yarışta önden başlamak mı daha avantajlı yoksa sağlam ve emin adımlarla yola koyulmak mı, diye sorsak? Gerçi Ezop’un ‘Tavşan ile Kaplumbağa Masalı’ bunun cevabını kısmen veriyor bize ama… Atalarımızın ‘Erken kalkan yol alır, er evlenen döl alır’ sözünü de yabana atmamak lazım.
Buna karşılık ekran dünyasında görüyoruz ki, hâkim olan durum ‘Herkesin kendince bir yol haritası izlediği’ yönünde. Yani kimi acele edip hamle yapıyor, kimileri de yeni yapımları devreye sokma açısından elini çabuk tutmak gibi bir çabaya ihtiyaç duymuyor. Artık havayı koklayıp ona göre tavır alma taktiği midir yoksa kendine güvenme rahatlığı mı, bilinmez. Neticede yeni sezon olayının eskiye kıyasla daha geniş sürece yayıldığı bir gerçek. Bu gerçek doğrultusunda ağır toplar da kendilerini geriye çekiyorlar desek yeridir.
Nitekim daha önceden de örneklerine rastladığımız üzere, bu yıl da benzer durumlarla karşılaşıyoruz. Sezon başladığı halde ağırdan almayı avantaj sayanlar yavaş yavaş çıkıyor ortaya. FOX’un yayına sokmak için Ekim’in sonunu beklediği ‘Kurşun’ dizisi de bunlardan biri.
Sezonun başlamasıyla birlikte devreye sokulan yeni diziler ve eskilerin devamı ekranlara canlılık kattı. Ama aynı zamanda ‘dikensiz gül bahçesi’ havasından çıkartıp büyük reyting savaşını da yeniden başlattı. Dizi bolluğunun sıralama dengesini etkilemesi her dönem yaşanan bir rutin olarak geri döndü. Çoğu zaman karşılaştığımız üzere, yaz boşluğunu dolduran ve bu süreçte ilgi gören bazı yapımlar ele geçirdikleri ‘rakipsizlik’ avantajını kaybettikleri anda gerilere düşmeye başlarlar. Böylece tünelin ucundaki ışığı görürler.
Nitekim şimdilerde yazdan gelen ‘Canevim’ ve ‘Benim Tatlı Yalanım’ dizileri gidicilik tehlikesiyle karşı karşıya. ‘Afili Aşk’ın baştaki sallapati tavrından silkelenip toparlanınca, hak ettiği biçimde zirveyi gördüğü... ‘Her Yerde Sen’in de durumunun iyi olduğu... Kendine has bir izleyici kitlesiyle yoluna devam eden ‘Kimse Bilmez’ için bu sezon zaten bir tehlikenin söz konusu olamayacağı gerçeğinde bu iki dizi rutini yerine getirecekler gibi.
Ancak rutin işlerken eskiye kıyasla bir fark var bu sezon. Nedir derseniz… Yaz dizilerinden bazılarının yanı sıra önceki sezondan devreden kimi işlerin de yeni döneme merhaba dedikleri anda umdukları ilgiyi
Yaz geldi geçti ve yeni bir sezona daha başladık nihayetinde. Hep dediğim gibi hayatımızda yer alan yenilikler; umutların, beklentilerin ve hayal kırıklıklarının bir harmanı olmakta. Diziler için de bu harman geçerli kuşkusuz. Yeni atılımlarda başarıya odaklanmak ve büyük iddialarla yola çıkmak yetmiyor zira. Ortaya konan işin niteliği kadar dış faktörler de etkili oluyor bu süreçte. Kimi zaman rakiplerin gücü karşısında eziliyor yeniler, kimi zaman kanalın özensizliğine kurban gidiliyor… Kimi zaman da izleyici bol seçenek arasında gözden kaçırmış oluyor. Velhasıl yenilikler güzel ama yeni olmanın yol haritası hayli meşakkatli bu devirde.
Nasıl ki, 2016 yılında Japon televizyonlarında yerini alan ve toplamda 10 bölümden oluşan ‘Love That Makes You Cry’ dizisinden uyarlanarak Show TV ekranına çıkartılan ‘Aşk Ağlatır’ dizisi de, kendini kabul ettirme sürecinde, bu güçlükle cebelleşmek zorunda kalanlardan!
Gün seçimini iyi yapıp elini çabuk tutma avantajını değerlendirmeye yönelen yapımın Total’de beşinci sırada yer alıp AB grubunda sekizincilikte kalması… İzleyicinin, yarışma programlarıyla ‘Çok Güzel Hareketler Bunlar 2’nin komedisini dizilere tercih ettiği gecede rakibi ‘Eli
‘Televizyon yarım metrelik bir cezaevidir’ demiş Oscar’lı yönetmen Billy Wilder. Bu tespite kimin itirazı olabilir ki! Gerçekten de beyazcamın evlerde başköşeye kurulmasıyla birlikte insanların da yaşam alışkanlıkları gittikçe ona endekslenmiş ve tekdüzeleşmiş. Bu müthiş buluş çoğunluğun yegâne eğlencesine dönerken sohbetleri, insan ilişkilerini de ötelerken aynı zamanda buradaki programlar vasıtasıyla beyinleri de tutsak etmeye başlamış. Dizilerin, şovların sonunu merak tutkusu, Murathan Mungan’ın da ‘Televizyon dizilerini seyrediyorlar, onların sonlarını merak ediyorlar, kendi sonlarını merak etmiyorlar’ sözüyle paralel biçimde, insanları televizyona esir etmiş adeta.
Hayatımıza girdiği ilk andan günümüze değişmeyen bu hakikat internetin yaygınlaşmasıyla daha farklı bir boyut kazandı kuşkusuz. Artık sadece evdeki beyazcamın değil aynı zamanda her an yanımızda gezdirdiğimiz ve her yerde izlenmeye müsait dijital dünyanın da çekim gücüne kapılmış haldeyiz. Toplu taşıma araçlarından arkadaş toplantılarına, her durumda insanların gözü ellerindeki cep telefonlarının izlenebilir kıldığı dijital platformlarda.
Anlayacağınız televizyonun yarım metrelik cezaevi olma hali dijitalin
Yazın bitmesine az bir zaman kala tekrarlarla yazı geçiştiren ekran dünyasında da hareketlilik başladı. Mevcut birkaç yaz dizisi kalıcı olabilmek için kıyasıya mücadele verirken yeni sezonun ayak sesleri de ufak ufak duyulmakta. Kanalların tanıtım filmleri, eski işlerin devam fragmanlarının paylaşımı, yeni işlerin duyuruları peş peşe geliyor. Show TV ekranından Eylül’de izleyiciyle buluşmaya hazırlanan ‘Kuzey Yıldızı İlk Aşk’ da bunlardan biri!
‘Love That Makes You Cry’ dizisinden uyarladığı ‘Aşk Ağlatır’ın yanı sıra Show TV’nin yeni sezon iddiası olmayı hedefleyen ‘Kuzey Yıldızı İlk Aşk’ dizisi, ‘Âşıkların göğünde yeri hiçbir zaman değişmeyen tek bir yıldız parlar… O da Kuzey yıldızıdır’ diyen ilk tanıtımını geçtiğimiz günlerde izleyiciyle buluşturdu. Bunu yaparken de ekranın yeni bir Karadeniz dizisine daha kavuşacağının sinyalini verdi.
Pırıl pırıl doğasıyla, el değmemiş yeşiliyle ilk fragmanını doldurup iç ferahlatan bir tablo sunan ‘Kuzey Yıldızı İlk Aşk’ yeni sezonda parlar mı peki? Arka arkaya yeni işlerin hazırlandığı ve eskilerinin de devam ettiği süreçte ‘Kuzey Yıldızı İlk Aşk’ın parlamasında baş şartın senaryonun öyküsündeki detaylarda ve bunları nasıl geliştirip