İnsanların en büyük merakıdır… Dedikodular üretip pazarlamak ve dönüp dolaşıp bunlara inanmak! Kurgu dünyası da bu çerçevede payına düşeni alıyor elbet. Nitekim tıpkı normal kanallardaki yapımların başına geldiği gibi, abonelik gerektiren Netflix yayıncılığı ve RTÜK’ün denetim olayı da bu meraktan nasiplenenlerden oldu.
Özgürce dizi izleme hakkının zarar görmemesini isteyenlerde, ekran dizilerinden ötürü, bir sansür kaygısı yaratıldığı muhakkak. İşte bu kaygı da magazin-haber gündemine sürekli yeni cevherlerin pompalanmasının önünü açmakta.
Netflix’in sansür sonucu hızla abone kaybedeceği ve Türkiye pazarından çekileceği yönünde söylentiler de var, platformun RTÜK sonrası dizilerini yayından kaldırmaya başladığı yönünde algı yaratmaya müsait görüşler de. Henüz uygulamada hiçbir şey yaşanmamışken ve yola devam edileceğini vurgulayan internet platformundan herhangi bir kaygı açıklaması yapılmamışken felaket senaryoları üretme mantığı işbaşı yapmış halde. Netflix kanadında esinti olsa bu durum RTÜK kaynaklı fırtına olarak sunulacak neredeyse. Nasıl ki, Netflix’in son zamanlarda gerçekleştirdiği dizi iptalleri bile RTÜK denetimine bağlanmakta. Peki, gerçekten de Netflix
Yaz aylarını minimal dizi performansıyla idare etme hususunda ortak tavır sergileyen kanallar yeni sezon için hummalı bir çalışma içinde gözüküyorlar. Eskilerin yanı sıra farklı işlerin devreye sokulması için büyük gayret var. Ancak bu temponun yenilikçi görüntüsüne çok da kanmamak lazım… Zira içerikler doğrultusunda durum değerlendirmesi yaptığımızda ağır basan ayrıntı, yeni yayına sokulacak işlerin ‘uyarlama merakı’ doğrultusunda gerçekleştirilmesi oluyor! Yani tamamen özgün senaryo yaratmanın iflas ettiği gerçeği, Eylül’den itibaren bir kez daha çıkacak karşımıza.
Senaryo üretkenliğini köreltirken, hazıra konma tembelliğini körükleyen uyarlamaların izleyicimizin televizyon algısını geliştirmek için bir avantaj olup olmadığı başlı başına bir konu. Lakin farklı kültürlerde üretilen hikâyelerin yerlileştirilmesinden her daim başarılı sonuçlar alınamadığı da bir gerçek. Dahası orijinal içeriklerin süre uzunluğuna yetmediği yerde klişelerin ve anlamsız gelişimlerin devreye sokularak uyarlama mantığının içine edildiğini de çeşitli örneklerle gözlemledik. Keza karakterlerin yerlileştirilirken bozulmaya uğrayıp yaratılış anlamlarını kaybettikleri de malumumuz. En önemlisi de,
Bu sene yaz dönemini sayılı yapımla idare etme yoluna giden kanalların boş vermişlik tablosu, ekran başındakilerin malumu. Bir başka yazımda değindiğim bu konunun ötesinde yaz romantiklerinin de sergiledikleri hiç açıcı değil. Başlangıçta verilen umutlar hüsrana dönüştü. Zira farklı tatlarda romantik komedi izlemeye heveslenenler yine gerçeklerden zerre kadar nasiplenmemiş, abartılı içeriklerle baş başa bırakıldı. Nasıl ki, Kanal D’nin ‘Afili Aşk’ı da bu olumsuzluğu yaşatanlardan! Nasıl mı? Gelin artı ve eksileriyle irdeleyelim.
Burcu Özberk ile Çağlar Ertuğrul’u bir araya getirerek Ayşe ile Kerem karakterlerinin romantik komedisinden hoş bir tablo yaratan ‘Afili Aşk’ yaz ekranına renk kattı ilk etapta. Yayınlandığı günün ölçümlerinde zirveye yerleşerek de Kanal D’nin yüzünü güldürdü.
ARC Yapım imzası taşıyan ‘Afili Aşk’ın bu olumlu genel profilinde muhakkak ki pek çok faktörün payı bulunuyordu. Bunlardan en önemlisi de başrol oyuncularının çabasıydı!
‘Fazilet Hanım ve Kızları’ dizisindeki Yağız rolünde oldukça başarılı bulduğum Çağlar Ertuğrul, oyunculuğunun komediye de müsait olduğunu gösterdi bu dizide. Kerem karakterindeki katılımcı performansıyla kendini tam
Popüler kültürün her geçen gün daha etkili olmaya başladığı günümüzde, gençler başta olmak üzere, insanları televizyon ve sosyal medya üzerinden yönlendirmek daha kolaylaştı. Bu ortamda, iletişim mecralarının reklamcılığı ve dayatmaları sayesinde bir anda hak etmedikleri üne kavuşan kişilerin gerçek kültür ve sanatı öteleyecek performanslar sergilemeleri büyük coşkuyla karşılanırken, sanatı popüler kültür için değil de sanat için icra etmek adına eserler üretenler ve onların yıllarını verdikleri eğitim birikimi görünmez oldu haliyle. Çok üzücü!
Nitekim hep aynı öykü tabanına dayalı, hatta dişe dokunur bir öyküsü dahi olmadan yaratılan… İçleri, klişelerle doldurulup birbirinin kopyası denebilecek türden uyarlamacılıkla ortaya çıkartılan… Ve hikâyeden-mantıktan ziyade oyuncuların cezp etme gücü üzerinden prim yapmaya soyunan kurgu sektörü, kültür ve sanattaki bu yozlaşmanın baş mimarı durumunda.
Öyle ki, popüler kültürü beslemek adına kullandığımız dil bile yoldan çıkartılmakta. Türkçeyi, havalı olmak uğruna, yabancı kelimelerle dolduran zihniyet cümle kalıplarını da laçka etmeyi marifet saymakta… ‘Nasılsın, inşallah’, ‘Hayırdır, sen?’ veya ‘Naber Bro’ gibisinden özentilerle
Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derlermiş… İhtiyacı karşılamak için istenen nitelikte bir şey bulunamadığında mevcutlarla durumu idare etme çaresizliğini ifade etmek için ne güzel söylemiş atalarımız.
İşte günümüzdeki yaz ekranının tablosu tam da bu minvalde! Zira dizilerin, gerek drama gerekse romantik komedi açısından, klişeler ve basitliklerle varlık gösterdiği yaz sürecinin, eskiye kıyasla beklentileri yeterince karşılayamadığı aşikâr.
Hal böyleyken hayli tatminsiz bir menüyü izleyiciye sunan yaz ekranının oluşturduğu boşluğu doldurma görevi de yarışmalara düşmekte. Biz de kayda değer dizi yokluğunda, yeni çıkan yarışmaları, 'Abdurrahman Çelebi' niyetine, ele almayı sürdürüyoruz haliyle. Bu doğrultuda tanıtımları paylaşılan iki yapım daha dikkat çekmekte… Bunlardan biri, “3’te 3 Bir Zamanlar”, diğeri de ‘Güven Bana’.
TELEVİZYONDAKİ EN EĞLENCELİ BİLGİ YARIŞMASI MI?
Dizi bakımından yaz ekranını, kendisine yakışmayan biçimde boşladığı hususunda, bir başka yazımda, eleştiri getirdiğim TRT 1, bu dönemdeki açığını kapatmak için olsa gerek, yarışma kararlılığına bir yenisini eklemekte… Emre Altuğ’un sunuculuğunda izleyiciyle buluşacak olan “3’te 3 Bir
‘Eğlence, aklın gözlerini kör eder’ dese de Romalı filozof-devlet adamı Çiçero… Yaşamın yüklerinden bunalan insanlık için eğlence her daim vazgeçilmez bir deşarj aracı olmuştur. Bu maksatla türlü eğlencelikler yaratıldığı ve herkesin olanakları-beğenileri doğrultusunda boş vakitlerini değerlendirecek tercihler yaptığı muhakkak.
Nitekim günümüz insanının özellikle de maddi kısıtlılık içindeki kesimlerin en büyük eğlence kaynağı televizyon dünyası. Diziler, filmler, haber programları derken yarışmalar da bu eğlence dünyasının önemli bir parçası konumunda. Hal böyleyken kanallar da aile boyu eğlencelikler geliştirmek için birbirleriyle yarışır hale gelmekte.
Yaz sezonunu yeni dizi bombardımanıyla başlatan ekranlarda yarışmalar da tempolarını düşürmeden ve yeni işlerin boy göstermesiyle yollarına devam etmekteler. Nasıl ki, TRT 1 ve FOX kanallarının yeni eğlencelikleri dikkat çekiyor bu noktada. Bunlar neymiş bakalım…
TRT 1’DE YAZ EĞLENCESİ ‘RASTGELE’
Yeni sezon ilk bölümüyle ve son model otomobillerin büyük ödül olduğu yarışma heyecanıyla ekrandaki yerini alan ‘Aileler Yarışıyor’ isimli programı yaz döneminde her Salı ve Cuma akşamı saat 20.00’de izleyicisiyle buluşturacak
‘Nerede o eski günler’ diye hayıflanır dururuz ya, hoşa gitmeyen durumlar karşısında… İşte ekranlarımızdaki dizilerin tablosu da ‘Nerede o eski ekranlar’ dedirtmeyi sıklaştırır oldu son yıllarda. İnsan aklıyla oynayan karakter saflıklarını, mantıksızlıklar eşliğinde sergilenen kötülüklerle buluşturan kurgular alabildiğine şiddet yozlaşmasının içine düştüler. İşin fenası, şiddet arttıkça gösterilen rağbet de artmakta.
Biliyorum. Pek çok kez değindim bu konuya. Ama görüyorum ki, kurguların neredeyse temel taşı haline getirilen ‘şiddet’ konusunda ne kadar yazsak az. Zira ekranlarımızda boy gösteren şiddetin dozu ve boyutu tehlike sınırına doğru yol almakta. Üstelik bu yapılırken sahneler öyle bir maskelenerek yorumlanmakta ki, şiddet doğal hale getirilmekte. Böyle böyle içimizdeki güzellikler aşama kaydederek yok edilmekte. Haberlere yansıyan şiddet-taciz olaylarının çokluğu bu yok oluşun görünen ispatları nitekim. Bunların ötesinde gizli kapaklı kalanlarsa apayrı bir sorun. Yani cezasız kalan hatta alkışlanan şiddeti izledikçe, içindeki şeytanı serbestleştirme cesaretini artırıyor toplum. Boşa dememiş İskoç psikiyatrist-yazar Ronald David Laing… ‘Biz kendimizi sevgi ile
Yaz demek, romantizm yoğunluğu demek… Özellikle de ekranlar için! Suya sabuna dokunmayan bir rahatlık havasında, aşka odaklanıp işi tesadüflere bırakan… Zengin ve havalı erkeklerle, kendi haline yaşam mücadelesi vermekle mükellef saf mı saf kızları buluşturan… İçerikleri, incir çekirdeğini doldurmadığı halde lastik gibi uzama yeteneğine sahip olan… Yaz sürecinde başarıyı yakaladı mı kapağı yeni sezona atıp bölümler boyu yayında kalmayı başaran romantik komediler yazın yüzünü göstermesiyle birlikte teker teker karşımıza gelme rutinindeler her daim. Kanallar, romantik komedi için kıyasıya yarışa tutuşmaktalar.
Bu doğrultuda sezon sonunda karşılaşacağımız tabloyu değerlendirdiğimizde, rutinden şaşılmadığını; hemen her kanalın romantik komedisinin Haziran’da izleyiciyle buluşmak için gün sayar halde olduğunu görüyoruz.
İstihbaratçı Ali’nin öyküsüne dayanan ‘Kimse Bilmez’ dizisini Haziran’a saklamış görünen ATV’nin romantik aşktan ziyade taciz mağduriyetine dayalı hikâye anlatan ‘Canevim’ ile yaz atağını başlattığı süreçte ilk etapta üç kanalın romantik komedisi dikkat çekmekte...
Kanal D, ‘Kalbi kırık olanlara aşktan öte koy yok’ sloganıyla yarışa katılacak olan ‘Afili Aşk’