BAZILARI bu ülke halkının zekasını ve bilgi seviyesini hafife alıyor!.... Bakın adeta çocuk kandırır gibi neler söylüyorlar:
“Özerklik dediğimiz şey Türkiye’nin idari ve yönetim yapısına modern bir alternatiftir. Bölge meclisleri kurulmasını istiyoruz. Bölge meclislerinin TBMM’nin yetkilerinin bir kısmını kullanmasını istiyoruz ve bu bölge meclislerini tüm Türkiye’ye öneriyoruz sadece Kürtler’e değil. Biz buna demokratik özerklik diyoruz. Özerk dediğimiz bağımsız falan değil. Bunun bir adım sonrası bağımsızlık falan da değil, bunun bir adım sonrası birliği güçlenmiş Türkiye’dir.”
Ben olaki kendi söylediklerine inanıyorlardır diye buraya, Çekoslavakya’nın nasıl bölündüğünü naklettiğim bir köşe yazımı alıyorum. Öğrenmenin yaşı yok!
4.12.2008 tarihli yazım özetle şunları söylüyordu:
“Geçen hafta Çek Cumhuriyetinden Avrupa Parlamentosu üyesi Jan Zahradil İzmir’deydi. Geziyi İktisadi Kalkınma Vakfı Brüksel Bürosu Başkanı Haluk Nuray düzenlemiş. Kendini tutuşu, konulara yaklaşımı Bay Zahradil’in gerçekten de yarınlarda önemli görevler üstlenebilecek bir lider olduğunu anlatıyordu.
Ben de ona Slovakya ile ayrılışlarının nasıl gerçekleştiğini sordum. Anlattıklarında Türkiye için
GEÇTİĞİMİZ gün beni iki genç üniversite öğrencisi ziyaret etti. Biri Hukuk Fakültesi ikinci sınıfa geçmişti, diğeri ise bugünlerde Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oluyordu. Kendileriyle uzun uzun sohbet ettim. Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine bağlı, Mustafa Kemal’in öğretilerine inanan, hiçbir etnik önyargıları olmayan gençlerdi. Sadece ülkelerini seviyorlardı ve bu yaştan ülkeleri için birşeyler yapmak istiyorlardı. Türkiye Gençlik Birliği’nin üyesi idiler.
Bir okul projesi
Hepbirlikte bir proje geliştirmişlerdi. Bana uzun uzun projelerini anlattılar. Doğrusu projeye hayran oldum. Benim için en önemli yanı bu gençlerin sadece gördükleri haksızlıkları protesto etmedikleri aynı zamanda ortaya bir eser çıkartacak, eğitime hizmet edecek, ayrımcılığa dur demek için sembolik ama önemli bir katkı sağlayaacak olumlu ve zor bir işe kalkışmış olmaları idi. Diyarbakır’ın Bismil İlçesi’nin Aslanoğlu köyündeydi projeleri. Köyün harap olmuş ilk okulunu yeni baştan inşa edeceklerdi. Bu yaz sıcağında 20 - 25 kişilik gruplar halinde köyde çalışıyorlardı.
Gençler, önümüzdeki günlerde projeyi tamamlayacak son grubun da köye gideceğini anlatıyorlar. Okulun
TÜRKİYE’NİN gündemi siyasi ve diplomatik olaylarla öylesine kalabalık tutuluyor ki kafamızı çevirip ekonomiye bakamıyoruz.
Ancak geçtiğimiz hafta, milli gelir artışında “OECD ülkeleri arasında büyüme rekoru kıracağız!.... AB rekoru kıracağız!... Çinin büyüme hızını filan geride bırakıp rekora koşuyoruz!” gibi abartmalarla gündem kısa bir süre için ekonomiye döndü de ben de bu konuda birşeyler yazma mecburiyeti duydum. Bu yazımdaki Türkiye Verileri, Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK’ten. AB verileri, AB’nin Eurostat adlı kuruluşundan alınmıştır. Çin verileri ise, “Global Economic Resarch” adlı araştırma kurumunun verileridir.
İlk önce şu gerçeği hatırlayalım. 2009 yılının birinci çeyreğinde Türkiye’nin milli geliri 2008 yılına oranla yüzde 14,5 küçülmüştü. Yani 2008 yılının ilk üç ayında milli gelirimiz 100 lira ise ise 2009 yılının ilk üç ayında 85,5 liraya gerilemişti. Şimdi 2010 yılının ilk üç ayında rekor olacak dediğimiz milli gelirimiz bu temsili 85,5 liradan yüzde 11,7 yükseldi. 85,5’in yüzde 11,7 si eder 10. Şimdi bu 10’u 85,5’e eklersek 95,5 eder. Halbuki bizim 2008 yılındaki rakamımız 100 idi. Yani henüz 2008 yılının milli gelir rakamına ulaşamamışız.
Gelin bu temsili
GEÇTİĞİMİZ hafta Kanada’da önce G-8’ler denilen dünyanın en güçlü sekiz ülkesinin devlet başkanları toplandı. Daha sonra da bunlara bir grup kalkınmakta olan ülkenin de eklenmesi ile G-20’ler adını alan ülkelerin devlet ve/veya hükümet başkanları bir araya geldi.
Bizim medyamız toplantı sonuçlarından çok Başbakan Erdoğan ile Başkan Obama’nın yaptığı 2 görüşmeye odaklandı. Odaklandı ama, sadece bizim başbakanın ABD’den neler istediğini öğrenebildiler. ABD’nin bu isteklere ne cevap verdiği karanlık! İkinci görüşmede neler konuşulduğu ise hiç açıklanmadı. Başbakan, “Bazı görüşmelerde konuşulanlar da bizde kalsın!” dedi...
Ben dünya basınını taradım. Bırakın ne konuşulduğunu, görüşmenin yapıldığına dair bir haber dahi bulabilmek çok zor! Beyaz Saray’ın WEB sitesinde dahi bu konuda hiçbir açıklama yok.
Sadece Başbakan Erdoğan görüşmeyle ilgili şu açıklamayı yaptı,“G-20 zirvesi öncesinde Obama ile uzunca bir görüşmemiz oldu. İran’ın nükleer programı, Gazze ambargosu, gemilere saldırı konularını açık ve samimi şekilde ele aldık. Obama’nın kaygılarımızı ve hassasiyetlerimizi paylaştığını görmekten memnuniyet duydum. İki dostun birbirini anlaması elbette çok önemlidir.”
Benim bildiğim
“KÜRT Açılımı” denilip, sonradan adını “Demokratik Açılım” diye değiştirdikleri, aslında iktidarın da arzu etmediği bir biçimde PKK’nın meşrulaştırılması çabalarına dönüşen bu girişimin bir sonuca ulaşmasının mümkün olmadığı yolun başında belliydi. Ben de terörün daha da azmasından başka bir sonuç elde etmenin mümkün olmadığını 1 Eylül 2009 tarihli yazımda bu köşeden yazmıştım: Bir kehanet olarak değil, berrak bir mantıkla olayın incelenmesi halinde bu sonuç açıkça görüldüğü için!
1 Eylül 2009 tarihli yazımdan bir bölümü aşağıya alıyorum:
“Kürt açılımı konusuna bir kere daha dönmek istiyorum değerli okuyucularım. Çünkü konu, çok acemi ellerde Türkiye’yi ciddi bir kaosa sürükleme ‘sath -ı mail’ ine girdi! Kürt Açılımı adını iktidar bir kere daha değiştirdi. Yeni ad “Demokratik Açılım”! Ne yazık ki bu yaklaşımın ülkemizi çok daha da ciddi ve tehlikeli sonuçlara sürükleyebileceği görülmüyor!
Kürt Açılımı’ndan başlayalım. İktidarın bu konudaki yaklaşımının ülkeyi bölmeden sonuç alma şansı var mıdır? Kesinlikle yoktur. Neden yoktur? Çünkü iktidar şunu söylemektedir: ‘Biz federatif yapıyı kesinlikle düşünmüyoruz, üniter devletten taviz vermeyeceğiz, resmi dilin Türkçe olmasından
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, Hakkari dönüşü 22 Haziran Salı günü yaptığı grup toplantısında bazı yeni öneriler yaptı. Muhalefet partilerine medyaya, sivil toplum örgütlerine terörün sona erdirilmesi için birlikte hareket etmeyi önerdi. Muhalefet ve medyadan yardım istedi. Yürek birliği gerektiğini söyledi. Bu yeni bir yaklaşım. Şimdi Başbakan’ın konuşmasından örnekler aktarıyorum:
“... Ülkenin bu ortak meselesi karşısında ortak bir söylem, ortak duruş sergileme sürecindeyiz. Herkesi, siyasetçilerimizi, sivil toplum örgütlerimizi, özellikle medyamızı, gençlerimizi akılla, mantıkla, sağduyuyla hareket etmeye davet ediyorum. Öfke, terörün ekmeğine yağ sürer, husumet terörün amacına hizmet eder. Kardeşliğin dilini muhafaza edelim, dayanışmamızı güçlendirelim, birlik ruhundan, bütünlük ruhundan kopmayalım. Buradan CHP’ye, MHP’ye, BDP’ye de sesleniyorum, diğerlerine de sesleniyorum, Parlamento dışında olanlara da sesleniyorum. Hiçbir şey için geç değil, gelin bu sürece destek verin, gelin milli birlik ve kardeşlik projesine katkı sağlayın. Bu mesele sadece bizim meselemiz değil, bu mesele ülkenin meselesi, hepimizin meselesi.”
Buraya kadar okuduklarınız eminim benim gibi sizi de
DEĞERLİ okurlarım, onlar hayatta daha emelleri olan, gencecik ve aslan gibiydiler! Yollarını gözleyen sevgilileri vardı. Yuva kuracaklardı. Çalışacaklardı. Anne ve babaları yaşlandıklarında onlara bakacaklardı. Vatanları da onlardan daha çok hizmetler bekliyordu. Ülkelerinin refaha kavuşması için çaba harcayacaklardı.
Ama olmadı. Bir gece öz kardeşleri onlara saldırdı. Belki okulda aynı sınıfları, aynı sıraları paylaştıkları, biz kardeşiz dedikleri! Belki aynı ana dili konuştukları. Kendileri gibi genç, kendileri gibi barış içinde bir yaşam sürmeyi hakeden öz kardeşleri!
Ve ne uğruna? Bir büyük hiç! PKK ve ona yakın politikacıları dikkatle dinliyorum. Ne istiyorlar? Hiç birinin daha çok iş, daha çok yatırım, daha adil paylaşım istediklerini duymuyorum. Hiç biri Türk kökenlilere ayrıcalık yapılıyor demiyorlar. Çünkü diyemezler. “Kimdir Türk kökenliler?” deseniz gösteremezler dahi. Belki onlara göre Kürt kökenli olmayan herkes! Öyle de olsa, onların Türk dedikleri Çerkes, Laz, Boşnak, Yahudi, Hıristiyan, Türk, Arnavut, Gürcü, hiçbirine tanınan bir üstünlük, bir fazla hak, bir fazla özgürlük var mı? Ya da Kürt kökenlilerin bu gün bir eksik hakkı, bir eksik özgürlüğü var mı?
Beni
OKULLAR tatile girdi. Cıvıl cıvıl yıl sonu gösterileri, mezuniyet törenleri yapıldı. Beni de bu yıl İzmirimizin kıvanç kurumlarından biri olan Işıkkent’te 8’inci sınıfların mezuniyetine konuşmacı olarak davet ettiller.
Gelenek, bu törenlerde çocuklara öğütler veren bir konuşma yapmaktır. Ben ise çocuklara öğretmenlerinin ve anne, babalarının çok değerli hayat öğütleri verdiğini düşündüm. Bu nedenle onlara öğüt vermek yerine bölgemizden çıkmış bir büyük düşünür olan Halil Gibran’ın annelere ve babalara yönelik öğütlerini naklettim. Konuşma sanırım beğenildi. Tabi beğenilen büyük oranda Gibran’ın her cümlesi üzerinde ayrı ayrı düşünülmesi gereken çok anlamlı cümleleri idi.
Ben bu yazımda çocukları veya torunları olan okurlarıma Halil Gibran’ın çocuklarla ilgili öğütlerini nakletmek istiyorum. Dikkatle okunması gereken ve her cümlesi üzerinde durulması gereken çok güzel sözler.
Gibran, Osmanlı’nın Cebel -i Lübnan Vilayeti’nde 1883’te doğmuş, genç yaşta Amerika’ya göç etmiş bir düşünür. Eserlerini İngilizce yazmış. En popüler eseri 1923’te yazdığı “Ermiş” adıyla Türkçe’ye çevrilen ve yaşamın çeşitli yönleri ile ilgili görüşlerini yansıtan “The Prophet” adlı kitabıdır. Kitap bir