DEĞERLİ okurlarım, Allah hakkı için soruyorum bu ülkede hakkında dava açılan, en ağır yüz kızartıcı suçlarla suçlananların dahi görevden el çektirilmeleri ya da terfilerinin engellenmesi gibi bir teamül var mıdır? Lütfen iyi düşünün, var mıdır?
“Var” diyenleriniz çıkarsa, onlara da soruyorum:
- Eğer varsa, o zaman “Deniz Feneri” olayı ile ilgili olarak haklarında en ağır suçlarla dava açılanlar neden hala devletin önemli kuruluşlarında?
- Eğer varsa, şirketlerinin yaptığı yolsuzluk ve kaçakçılıklar ile ilgili davalar açılmış, hükümler verilmiş olduğu kanıtlanmış insanlar neden hala milletvekili? Neden hala bizim kaderimizi etkileyecek yasalara oy verebiliyorlar?
- Eğer varsa, kaçakçılık, yolsuzluk, zimmet, görevi kötüye kullanmak, adam yaralamak gibi suçlardan haklarında fezleke düzenlenmiş, hatta dava açılmış onca milletvekili neden hala Meclis’teler ve neden hala ülkenin kaderini etkileyecek konularda oy kullanmaya devam ediyorlar? Neden dokunulmazlıkları kaldırılmıyor?
Hayır değerli okurlarım, bizim ülkemizde böyle bir teamül yok... Hiçbir zaman olmadı... Çünkü ne bizim bürokrasimizin ne bizim parlamentomuzun, ne bizim siyasi partilerimizin, ne de hükümetimizin bir “Etik
DEĞERLİ okurlarım, geçen cumartesi Ege Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin (ESİAD) Yüksek İstişare Kurulu Toplantısı vardı. Yönetim Kurulu Başkanı Sıtkı Şükürer bir şiir lezzetiyle dinlediğim gerçekten çok iyi hazırlanılmış, akademik denilebilecek bir konuşma yaptı. Bazı düşünceleri, aslında dinleyip geçiştirilmemesi, aksine üzerinde durulup tartışılması gereken, bir işadamları derneği başkanından duymaya alışılmamış söylemlerdi. Büyük bir çoğunluğuyla hemfikirdim. Ancak farklı düşündüğüm bir söylemini burada kısaca tartışmaya çalışacağım. Yerim yetmezse bir sonraki yazımda devam ederim. Konuşmasının o bölümünu kısaltılmış olarak alıyorum:
“Bu ülke insanı, İttihat Terakki ile başlayan süreçte, özellikle de Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren, Jakoben bir anlayışla, adına Cumhuriyet değerleri dediğimiz formda biçimlenmeye çalışıldı. Bugün ülkenin Batısı, özellikle kıyı kentlerinde, ağırlıklı göçmen nüfusla harmanlanmış on milyonlar artık ‘laik kitle’dir. Laik kitleden kastımız, kendi yaşam denklemlerinde dini ritüel ve seramoniye iştirak oranlarını hafifletmiş, dünyevi kimliğini daha bir arzuyla yaşamaya ve Batılı değerleri benimsemeye çalışan ve ancak kültürel kodlarında
“BURSA-İnegöl” ve “Hatay-Dörtyol” olayları ne büyük tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor. Bu nedenle “ayrışma” konusu üzerinde bir kere daha durmayı gerekli buldum. 12 Ocak’ta yazdığım bir yazıdan alıntılar yapmak istiyorum. Ne yazık ki o gün söylediklerim bugün geldiğimiz noktayı yansıtıyor.
Yazının başlığı, “Et kemikten ayrılıyor”...
“Bence büyük tehlike Türk milletinin sosyal fay hatlarından ayrışmaya başlamış olmasıdır. Ayrışmanın da ötesinde anlamsız bir kızgınlık ve sevgisizlik baş gösterdi. Yurt içinde ve dışında yabancılara yaptığım konuşmaları önüme alıp yeniden okuyorum. Hepsinde şunu anlatmışım:
Evet, Türkiye’de önemli terör olayları vardır. Bu terör 1980 öncesinde ağırlıklı olarak sağ ve sol odaklı çatışmalar şeklindeydi. PKK tarafından yürütülen etnik terör ise sonuçta sağ-sol çatışmalarından çok daha kanlı olarak onbinlerce cana mal olmuştur.
Bütün bunlar gerçektir. Ancak Türkiye’de halka, sokaktaki vatandaşa inmiş bir karşılıklı nefret yoktur. Böyle bir nefrete dayalı halk olayları yoktur. Türkiye’deki en kalabalık etnik gruplar olan kendilerini Türk kökenli sayanlarla kendilerini Kürt kökenli sayanlar arasında tek bir toplumsal olay yoktur.
Bunun ne
DEĞERLİ okuyucularım, sakın bir an için düşünmeyin ki bu kanlı olayları yapanlar... Yüzlerini poşularla örtüp polise, askere taş atanlar... Resmi binaları ateşe verenler... Dükkanlarınızın ve diğer işyerlerinizin camlarını çerçevelerini kıranlar Türkiye’nin Kürt kökenlilerinin ya da Kürt kökenli olmayanlarının çoğunluğudur. Bunları yapanlar çok küçük bir azınlık, içleri gençlik ateşi ile yanan, birçok ekonomik sorunu olan, yaşamlarından memnun olmayan gençlerdir... Onlar nefret etmeye yönlendirilmiş... Durumları dolayısı ile devleti, toplumu, kendinden başka herkesi suçlamaya yönlendirilmiş genç çocuklarımızdır...
Onların, tahrik edilip, eğitilip bu olaylara yönlendirilmelerinin tek bir nedeni vardır... Toplumumuzun Kürt kökenli olmayan kesimlerinde Kürtlere karşı nefret uyandırmak... Eğer Kürt kökenli olmayanlarımız bu oyuna gelir de Kürt kökenlilerimize karşı kızgınlık gösterirsek, plan o ki sonunda Kürt kökenlilerimiz de kendilerine ayrıcalık yapıldığını düşünürler. Ve bu karşılıklı nefret, bu gün çok küçük çapta başlayan çatışmaların saman alevi gibi yayılıp tüm ülkeyi sarmasına neden olur.
Ve biz yanarken, birbirimizi öldürürken... Bu oyunu kurgulayanlar... İster Avrupa’nın
TESEV raporunu irdelemeye devam ediyorum:
Raporda dayatılmak istenen bir başka istek de Türk alfabesine Q, W, X gibi harflerin dahil edilmesi. Türkçe dilinde bu sesler yoktur. Harf yasasının amacı Türkçe dilinde yapılacak yazışmaları düzenlemektir. Devlete dilekçe yazıyorsan, Türkçe yazacaksın ve Türkçe dilinin alfabesi ile yazacaksın.
Ama kendi aranda Kürtçe yazışacaksan, kürtçe kitap basacaksan doğal olarak Kürt alfabesinde yazışırsın. Ve o alfabede Kürtçe’deki, Zazaca’daki harfler olur. Buna kimse karışmaz. Ama Türkçe’nin alfabesinde bu harfler yoktur. Kanunları değiştirip bu dilde olmayan harfleri Türkçe alfabeye sokmaya çalışmak akılla açıklanabilecek birşey değildir.
O zaman Arap kökenlilerimiz için Arapça harfleri mi dahil edeceğiz Türkçe alfabeye?!!... Türkiye’de Ermeni alfabesi ile yayımlanan gazeteler var. Ermeni kökenlilerimizin en doğal hakkı, tabii olacak. Ama gelin görün ki bu insanlarımız devletle bir yazışma yapacaklarsa bunu Türkçe yazacaklar. Türkçe de Türk alfabesi, Türk harfleri ile yazılır.
Bir grup insan kalkmış bir rapor yazmış, “Türk alfabesine Kürt dilinin seslerini yansıtan, Türkçe’de olmayan sesleri temsil eden harfler de girsin” diyorlar. Bunu
HER ne hikmetse ne zaman Kürt kökenlilerimiz için birtakım ilave istekler ortaya konsa, işin içine Çerkez, Laz, Arnavut, Boşnak, Yahudi, Gürcü vs. kökenlilerimiz de karıştırılır. Geçen gün TESEV bir araştırma yayınladı: “Kürt Sorununun Çözümüne Doğru Anayasal ve Yasal Öneriler.” Raporun yazarlarından biri, Dilek Kurban, NTV’de çalışmayı açıkladı.
Yazara göre bu raporda istenen bütün değişiklikler Kürt kökenlilerimiz dışında diğer etnik kökenlilerimiz için de gerekli idi. Hoppala! Yazar, Anayasa ve yasalardaki “Türk” kelimelerinin çıkartılıp yerine “Türkiye Cumhuriyeti” konulmasını istiyordu. Örneğin “Türk Vatandaşı” yerine “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı” denilsin istiyordu. Sade bununla kalmıyor “Türk vatanı ve milleti”, “yüce Türk devleti”, “Türk milleti”, “Türk toplumu”, “her Türk”, “Türk vatandaş”, “Türk dili”, “Türk kültürü”, “Türk tarihi” gibi tüm deyişlerin çıkarılmasını öneriyor.
Ben bazı Kürt kökenlilerimizin, bütün diğer etnik kökenlilerimizden ayrı olarak, çok etnisiteli Türk milletinin bir parçası olmak istememelerine çok üzülebilirim, ama saygıyla karşılarım. “Türk” lafının ulus anlamında tüm etnik gruplardan oluşan bir milleti kapsadığını... Türkiye’de Orta
BİR gün iktidar alternatifi olabilecek güçlü bir muhalefet’e sahip olmayan hiç bir devlet biçiminin “demokrasi” olmasına olanak yoktur. Güçlü bir muhalefetin yaşayabileceği ve iktidarı etkin bir biçimde denetleyebileceği bir ortamın mevcudiyeti birinci şarttır. İkinci şart bu ortamın devamını sağlayacak, demokrasinin sigortası olacak bağımsız, tarafsız ve etkili bir yargı erkinin mevcudiyetidir. İlk ikisi kadar önemli bir üçüncü şart da iktidara geldiğinde halkın yararına hizmetler üretebileceğini daha muhalefetteyken kanıtlamış, toplumun saygı duyduğu, partisini demokratik yöntemlerle yöneten yetenekli, sağ duyulu, dürüst ve vatan sevgisi ile dolu idarecilere sahip en az bir muhalefet partisinin mevcudiyetidir.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu güne kadar yeterli oy alamamasındaki temel nedenleri ben şöyle sınıflandırıyorum:
1. Toplumun önemli konularına yönelik pratik projelerin muhalefetteyken ortaya çıkarılıp uygulanmamış olması. Toplumu doğrudan ilgilendirmeyen çok genel konularda eleştiri yapmakla yetinilmesi. Sadece TBMM grup toplantılarında akademik eleştiriler yapmak hiçbir ülkede iktidara gelmek için yeterli değildir. Halka doğrudan hizmet edecek birebir ölçekte projeler
GEÇEN cumartesi Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nu yaptıran gençleri anlatmıştım.
Gençlerden bir mektup aldım. O mektubu ve devamındaki yazışmayı bugün buraya almak istiyorum. Sözünü ettiğim yazışma şöyle:
“11 Temmuz 2010
Ali Bey öncelikle iyi akşamlar..
Dün 20 arkadaşımızla beraber okuduk Cumhuriyet Okulu’nu yazdığınız köşe yazınızı. Yazdıklarınızı çok beğendik. Destekleriniz için çok teşekkür ederiz. Sayenizde epey yol almış olduk. Sizin isminizle gittiğimiz görüşmeler oldukça olumlu geçiyor. En son Berrin Hanım’ın yanındaydık. Bizi çok sıcak karşıladı ve desteklerini bizden esirgemedi.. Bizler çok yeni isimlerle, farklı çevrelerle tanışıyoruz her yeni gün; ve bu da bizi oldukça mutlu ediyor.
Sözlerimi çok uzatmak istemiyorum. hemen kısaca size yemeğimizden de bahsetmek isterim. Yemeğimize ilgi oldukça yoğundu. 200 kişilik yemeği 400 kişiyle beraber yedik.
Üstelik pek çok misafirimizi de geri çevirmek zorunda kaldık. Ama misafirlerimizin hepsi yemekten çok mutlu ayrıldı. TGB’ye iki yeni üye de yaptık. Sayın Savcımız Ömer Faruk Eminağaoğlu ve Alparslan Işıklı hocamız TGB’nin her zaman yanında olduklarını belirterek TGB’ye üye oldular. Muhtarımız yaptığı konuşmada bizlerın