Mutlaka görsel kanıt isteyenler, gönül gözleriyle bakabilseler kâinatta her zerrede Yaradan’ı görmeleri kolaylaşır
SIRR-I MEN EZ NALE-Ş MEN DÜR NİST
LİK ÇEŞM-Ü GÜŞRA AN NUR NİST
(Benim sırrım feryadımdan uzak değildir
ancak her gözde, kulakta o nur yok.)
Hz. Mevlânâ dinleyiciye bu beyit ile yeni perdeden seslenir. Söz dinleyebilmek için ilkin geniş çaplı bilgi gereklidir. Bunu da insan dinleyerek öğrenir. Bilgi yolunda kulağın yol arkadaşı gözdür. Kulağın öğrendiğini göz takip eder. Kulak ile öğrenilen her şeyin hayata geçirilmesi gerektiğinden dolayı göz bunları denetler. Göz kulağa der ki, “Dinleyerek öğrendiklerini ne zaman yaşayarak hem kendine hem de başkalarına göstereceksin? Bir an gelir beden kulağından dinleyemeyeceğin sırları açıklarım sana. İşte o zaman can kulağı ile artık beni dinle, ney’i dinle. Can kulağı kesildiğin anda ise hemen cismani gözünü kör et, gönül gözünü aç. Çünkü gönül kulağı ile öğrendiklerini yaşayarak
Madem bildiğinden emin olmayarak zannederim ki diye söze başlıyorsun, o hâlde neden cümlenin sonunda hüküm ortaya koyuyorsun?Herkesî ez zamn-ı hod şud yar-ı men
Ez derun-i men-necüst esrar-ı men
(Herkes kendi zannınca benim dostum oldu
Ama kimse içimdeki sırları araştırmadı.)
Onlar farkında değiller ama bencil, kibirli insanlar, nefs şarabından sarhoş olduklarından gönül evleri yıkık dökük bir hâldedir ve onlara bir mimar gerekirMen beher cem’iyyetî nâlân şüdem
Cüft-i bedhâlân ü hoşhâlân şüdem
(Ben her cemiyette inledim durdum.Kötü huylularla da iyi huylularla da düşüp kalktım)
Hz. Mevlânâ bu beyti, insanın insan ile olan münasebeti, ilişkisi, birlikteliği üzerine söyler. Malum tasavvuf ehli, sufi hayatın içinden kopmaz. Hz. Mevlânâ da çarşı-pazarda, han-hamamda, kiliselerde, medreselerde; bahçelerde, ilmi ve siyasi meclislerde sürekli bulunmuş, ihtiyaç duyduğu zamanlarda ise elbette tek başına kalmış. Bu zaman zaman tek başına kalmasının sebebi daha da güçlenmek içindir oysa. Çünkü Hz. Mevlânâ dahi olsa insanların arasında onların noksan sıfatlarına tahammül ederek onları düzeltmeye çalışmakla birlikte iyileri de daha iyi yapmak yorucudur, yıpratıcıdır.
Hz. Mevlânâ, “O mimar bina yapmak
Ancak aşk ile sarmaş dolaş olan insan, geldiği döneceği yeri bilir. Âşık için nihai olarak geldiği ve döneceği bir vatan; âşık olmayanların ise geldikleri ve gidecekleri bir yer vardır
Herkesi kü dur mand ez als-ı hiyş
Baz cûyed rüzgâr-ı vasl-ı hiyş
(Her kim aslından ayrı, uzak olursa;
O kavuşma zamanını bekler durur.)
Sine hahem şerda ez firak
Ta biguyem şerh-i derd-i iştiyak
Ayrılıktan parça parça olmuş bir kalp isterim ki,
İştiyak derdini açayım.
Özleme derdini yeterince anlatabilmem, açıklayabilmem için ayrılık acısıyla parça parça olmuş bir kalp isterim. Bu beyitle Hz. Mevlana kendisine dert ortağı olacak kimsenin derdi olması gerektiğini belirtir. Dertli sözlerime dertli kulak gerek. Yoksa ben ona zul gelirim, o da bana içi boş bir çanak ile de bana dert ortağı olmak isteyen kulaklar!
Beni görmekle bildin mi zannettin? Beni dinlemekle buldun mu zannettin? Bilişe ve buluşa buradan varamazsın; bil ki menzil çok uzaktadır. Ben hem bu alemi hem de kendi şehrini yapabilecek yürek isterim. Bana nasıl bu hale geldin diye sorma! Hâlâ bana aşk’a nasıl ulaşırım diye soruyorsun. Ben ol da gör cancağzım…
Dinle; duy ki benim sözlerim aslında sana derman gibi gelse de içlerinde binlerce derdi barındırmaktadır. Derdi görmeden dermana ulaştığımı sakın düşünme. Zandan uzak dur. Bir an önce konuşmak derdinde olma. Dinle ki ben de bu menzilleri duya duya,
İnsanın son dediği nokta kâmil insan için kavuşma zamanıdır. Ayrılık, geriye dönüş zamanının başladığı andır. Kavuşma ise ayrılığın başladığı mekâna yeniden ulaşma anıdır
Kez neyistan ta mera bibrodi end
Ez nefirem merd u zen nalidi end
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri
feryadımdan erkek, kadın herkes
ağlayıp, inledi.
Sazlıklar içerisine giren ney ustası kamışlardan bir tanesini keser. O kesilen kamış başına geleceklerden habersiz olduğu için neden başkasını kesmedi de beni kesti diye feryat etmeye başlar. Bunu duyan diğer kamışlar da onun feryadına ağlayıp, inler. Sazlıktan koparılmasından sonra bin bir türlü acılar geçirerek nihayetinde ney haline gelir. Ve sap sarı kesilmiş haline bakarak sazlıktaki haline öykünür, bırakıldığı bir köşede hüzünle bekler. Bir zaman sonra neyzenin eline geçtiğinde onun nefesiyle ‘‘Bam tel’’ başka bir şekilde can bulur. Ve hüzünlü halinin yerini elbette zikir alır.
İnsan-ı Kâmiller ana vatanından ayrılıp dünyaya gönderildikleri için sürekli şikâyet ederler. Hayy’dan geldikl
Hz. Mevlânâ’nın ilk kelimesi dinle ile herkesi Hz. Mevlana’dan dinlemeye devam edelim Bişnev in ney çün şikayet mi koned,
Ez cüdaiha hikayet mi koned
Dinle bu ney nasıl şikâyet ediyor,
ayrılıkları nasıl hikâyet ediyor
Cenab-ı Yaradan Hz. Muhammed’e (sav) Kur’an-ı Kerim’i Cebrail vasıtasıyla indirmeye başladığında o mübarek yüzüyle “ikra” (oku) diye buyurur. Yaradan Hz. Muhammed’in elbette okuma yazma bilmediğini biliyordu. “İkra” bir metni sözlü harflerle okumak değildir “anlamak, dinlemek, toplamak” anlamındadır.
Hz. Mevlânâ da “Mesnevi”ye bu anlama öykünerek “Bişnev” (dinle) diye başlar. Böylece en baştan Mesnevi’nin kaynağını belirtir. Kuran ayetlerini ve Hz. Peygamber’in ilhamlarını, sözlerini ve bunlardan anlayabildikleri kadarını bir de benden dinle demek istemektedir. Dinle bu ney’i derken aşk ateşi ile baştan sona olan yolculuğunu ve bu yolculuk sırasında neler yaşadığını, şikayet gibi görülen ama aslolanın aslını hikâyet ettiğini belirtir.
Bülbül ötüşleriyle ağlayıp inleyen, durmadan sevgilinin güzelliklerini anlatan bir “aşığın’’ timsalidirBülbül Farsça “bulbul” ismiyle bilinen ve ötüşünün güzelliğiyle özellikle divan ve tasavvuf edebiyatında kendisine yer verilmiş bir kuş olup Osmanlıcada “Hezar” ismiyle bilinir. Bütün yıl boyunca uzayıp titreşen seslerle etrafa ezgiler yayan bülbülün ilkbahar sonlarına doğru sesi duyulmaz olur. Bunun nedeni; mayıs sonu ve haziran başı olgunlaşan dut meyvelerini bolca yemesiyle ötüş kabiliyetini bir süreliğine kaybetmesidir.
Günümüzde bu deyim neşe ve konuşkanlığını yitirmek, susmak anlamında kullanılır.Bülbül Farsça “bulbul” ismiyle bilinen ve ötüşünün güzelliğiyle özellikle divan ve tasavvuf edebiyatında kendisine yer verilmiş bir kuş olup Osmanlıcada “Hezar” ismiyle bilinir. Bütün yıl boyunca uzayıp titreşen seslerle etrafa ezgiler yayan bülbülün ilkbahar sonlarına doğru sesi duyulmaz olur. Bunun nedeni; mayıs sonu ve