Kültürel kimlik, mutlaka en derinlerden en yükseklere kadar önce iyi bilinmeli sonrasında ise iyi tatbik edilmelidirToplumlar geçmişlerinden taşınmış dini, askeri, ticari veya sosyo kültürel eserleri her çağda ortak kabullenmelerle korumalıdır. Medeniyet kavramı, bu yaklaşımı içinde barındırdığından dolayı; kültür, gelenek, adet gibi medeniyet dairesine göre daha küçük ölçekli kavramlar öncelikle kendi anlamları içinde anlaşılmalıdır. Milletlerarası olması gereken her kültürel değere duyarlılık elzemdir. Kültürel miras eserleri toplumların ekonomileri, teknikleri, ihtiyaç ve gereksinimleriyle doğru orantılı bir gelişim ve değişim gösterir. Ve tüm eserlerin biçim ve içerikleri, kökene dair eğilimleri artık salt kronolojik tarihle değil sanat tarihi kapsamında da düşünülmelidir.
Bir toplum kendisinin “gerçek” bilgisini edinebilmeli ve bilincine erişebilmelidir. Bunu başarabilen toplumlar, ırksal milli öğeleriyle birlikteliklerini muhafaza etmekle beraber, milletlerarası olan
Mitoloji sözlü anlatılarla canlılığını korur ve yayılır. Her gittiği yerde anlatıcının eklemeleri çıkarımlarıyla yeniden doğar veya ölürM.Ö. 4000 ile M.Ö. 2000 yılları aralığında Güney Irak’ta (Mezopotamya’nın bir bölümü) yerleşik kavim olan Sümerler, uygarlık tarihine yazıyı ve ilk astronomi bilgilerini kazandırmışlardır.
Sümerler kendilerine “Kiengi” yerin oğlu diyorlardı. Onlar yazı ve astronomiden başka tıp, matematik ve dini alanlarda öne çıkan topluluktur. Kiengiler (Sümer) yazılı kültürün ilk örneklerini vererek, mitosların da yazılı hale gelmesini sağladılar. Aslında mitosların yazılı hale getirilmesiyle birlikte onu öldürdüler. Çünkü mitoloji canlı bir organizma gibidir. Dumuzi ilkbahar tanrısı “Tammuz”un Sümer’deki biçimidir. İnanna ise Yunan’daki İştar’ı karşılar. Dumuzi İnanna mitine göre bilinmeyen nedenlerle göklerin kraliçesi İnanna (İnanna’ya ‘göklerin kraliçesi’ denmesi anaerkil düzene işarettir) ölüler
Türkiye’nin en renkli turizm merkezlerinden biri olan Bodrum’un yaklaşık beş bin yıllık tarihindeki en meşhur vatandaşı şüphesiz Heredot’tur
Heredot‘un Bodrum’u terk ettiği yıllara kadar, kısa da olsa Bodrum tarihine göz atmakta fayda var. Bodrum; antik çağın en ünlü kentlerinden biri olan Halikarnasos‘un kalıntıları üzerine kurulmuştur. Antik Çağ’da “Kayra” olarak (Muğla-Aydın) adlandırılan bölgenin Milas’tan sonraki ikinci başkentidir. (Heredot Bodrum’u terk ettiğinde Karya’nın başkenti Milas idi. Halikarnasos M.Ö. 4. yüzyılda Kral Masoulous tarafından başkent ilan edilir. Ve kralın ölümünden sonra karısı 2. Artemisya’nın kocası adına yaptırdığı anıt mezar dünyanın yedi harikasından birisi olarak şöhret bulur.
Tüm Karya bölgesi M.Ö. 6. yüzyılda Lidyalılar’ın (ilk kez parayı onlar icat etti) egemenliğine girer. Lidya Kralı Giges, Karyalılar’ın bir savaşta göstermiş oldukları kahramanlıktan dolayı Lidya başkenti Sardes’te özenle saklanan Anadolulu “Kuvvet Tanrı”sı
Manastır hayatının başlamasına sebep olan keşişlerin tüm Hristiyanlık tarihi içerisindeki en meşhuru kuşkusuz St. Simeon’dur
Kapadokya “kutsal ırmağın kolu” manastır hayatını ilk düzenleyen rahiptir. Üçüncü yüzyılda Kapadokya’da yaşamış olan Basil erken Hristiyanlık tarihi içerisinde son derece önemli bir kişiliktir. Münzevi bir din adamı olması onu toplumun sorunlarına karşı duyarsız kılmamıştır. M.Ö. 4. yüzyıllara gelinmiş olsa dahi pagan inanışların halen güçlü olduğu Roma İmparatorluğu’nun sınırlarında yaşayan Kapadokyalı bu Hristiyanları bir arada tutmak için manastır oluşturarak ilk örgütlenmeyi yapan dini bir liderdir St. Basil.
Manastır; rahip ve rahibelerin dünya hayatından soyutlanmış bir şekilde köşeye çekilip yaşadıkları dini eğitim ve çoğunlukla ibadet ettikleri yerlerdir. Tüm manastırlarda tam anlamıyla ortak yaşam temel ilkedir.
İlk manastırlar Sina yarımadasında görülür. Çöllerde tek başına yaşamayı tercih eden keşişlerin ortaya çıkması ve akabinde bunların bir araya
M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda kelimenin tam anlamıyla dünyanın en önemli bilim insanı, sanatçı, mühendis ve mimarlarını yetiştiren Miletos şehrinin bir başka gurur kaynağı Hipodamus’tur. Hipodamus her şeyden önce günümüzün popüler ifadesiyle oldukça karizmatik bir kişiliğe sahiptir. Uzun saçları ve pahalı takılarıyla yaşadığı dönemde çağdaşlarından farklı bir görünüme sahipti. Hipodamus’a dair bu özel bilgileri antik çağın en “dandi” düşünürü olan Aristo’dan öğreniyoruz. (Antik çağda kıyafet, saç kesme şekli, kısaca yenilik adına yapılan her şeyi başlatan kişilere “dandi” denirdi ve Aristo en önemli “dandi”ler arasında her zaman ilk sıralarda gösterilirdi.
Kimilerince bu durum alay konusu edilmiş olduğundan bu gibi insanlara da zamanla “dandik” denilmesi de çok enteresan.)
Aslında Hipodamus bir doğa bilimci olmasına karşın o, kentlerin oluşumu ve yönetimi üzerine ortaya koyduğu ütopyası ve “ızgara” adı verilen şehir planını
Diyojen için fıçıya benzer bir mağara veya bir ağaç gövdesindeki boşluk, yaşamak için yeterlidir. Diyojen’in nefse ait bir arzu ve istek ile yaşamasını beklemek zaten onu anlayamamak demektir
Adeta 13. yüzyıl Anadolu’sunda yaşamış bir Yunus Emre, Hacı Bektaş ve Hz. Mevlâna soluğudur. Tasavvuftaki Terk-i Terk, Terk-i Dünya, Terk-i Terk anlayışının ilk temsilcisidir. Doğup büyüdüğü Sinop’ta tek mal varlığı olan elindeki tası ile dolaşan Diyojen (o da su içmek için) günlerden bir gün bir çeşmenin başına gelir. Kendisinden önce çeşmenin başında bulunan bir çocuğun ağzını çeşmenin kurnasına dayayıp su içtiğine şahit olunca elindeki tasını, buna da ihtiyacım yok, diyerek atıp uzun seyahatlere çıkan bir Anadoluludur. Çıkmış olduğu seyahat esnasında yolu dar bir ağaç köprüye düşer. Köprü, nehrin üzerinden karşıya geçişin tek yoludur. Ağaç köprünün ortasına geldiğinde karşısında kibirli bir başka yolcuyu bulur. Birinden birinin yol vermesi için geri
Hz. Hüseyin’in şehit edilmesini sürekli hafızalarımızda tutan en önemli sanatçılardan biri Kazasker Mustafa İzzet Efendi’dir
Muaviye, Hz. Hasan’ı öldürttükten sonra hilafetin kendi ailesinde kalması için oğlu Yezid’i halife ilan eder. Muaviye ile başlayan ve oğlu Yezid ile devam eden hanedanlık “Emeviler” adıyla bilinir. Bu isim Muaviye’nin dedesinin babası “Ümeyye”den gelir.
Hz. Hasan’ın ölümünden sonra, Hz. Hüseyin abisi gibi uzlaşır bir tavır sergilemez. Bu tutumunda da son derece haklıdır; çünkü Muaviye Hz. Hasan’a verdiği sözleri tutmadığı gibi onu öldürtmüştür.
Hz. Hüseyin, Muaviye’ye biat etmez. Muaviye 669 yılında ölünce yerine oğlu Yezid geçer. Yezid, babası gibi eğlenceli saray hayatı ile gününü gün eden bir adamdır. Yezid’in ilk işi, babasının vasiyetine uyarak Medine’de oturan Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’i kendisine biat etmeye çağırmak olur. Hz. Hüseyin bunu reddeder ve Medine kendisi için güvenli
İnsan-ı kâmil, Allah’ın varlığında yok olan insandır. Allah aşkı ve bilgisiyle dolarak kendinden geçmektir. İnsan bunu yaparken Terk-i Terk, Terk-i Dünya ve Terk-i Ukba hâllerinden geçmelidir
Terk-i Terk: İnsanın kendini tanıması ve iyi tahlil etmesi sonucu varlığında bulunan ve kâmil insan ideal tipine uymayan huylarından arınmaktır. Bu bedensel terk edişin en önemli yanları az yemek, az uyumak ve az konuşmaktır. Bu aşamada insanoğlu bedenini tamamen kontrol altına alır, bedenin arzu ve isteklerinin baskısından kurtulur.
Terk-i Dünya: İnsan-ı kâmil için terk edilmesi gereken ikinci aşamadır. İnsan, dünya üzerinde var olan ve sadece kendi bedeni için zararlı olan unsurların farkına vararak onları terk etmelidir.
İnsan-ı kâmil için gerekli olan, neyin yararlı neyin zararlı olduğunu kavraması ve bunu kendi iradesi ölçüsünde algılayarak kabul etmesidir. Yoksa, kimi tarikatçıların anladığı gibi modern dünyanın tüm yeniliklerini kabul etmemek değildir. Kişi bir anlamda bedenini terbiye eder. Bedeni terbiye etmek, leziz ve güzelim dünya