İnsanın son dediği nokta kâmil insan için kavuşma zamanıdır. Ayrılık, geriye dönüş zamanının başladığı andır. Kavuşma ise ayrılığın başladığı mekâna yeniden ulaşma anıdır
Kez neyistan ta mera bibrodi end
Ez nefirem merd u zen nalidi end
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri
feryadımdan erkek, kadın herkes
ağlayıp, inledi.
Sazlıklar içerisine giren ney ustası kamışlardan bir tanesini keser. O kesilen kamış başına geleceklerden habersiz olduğu için neden başkasını kesmedi de beni kesti diye feryat etmeye başlar. Bunu duyan diğer kamışlar da onun feryadına ağlayıp, inler. Sazlıktan koparılmasından sonra bin bir türlü acılar geçirerek nihayetinde ney haline gelir. Ve sap sarı kesilmiş haline bakarak sazlıktaki haline öykünür, bırakıldığı bir köşede hüzünle bekler. Bir zaman sonra neyzenin eline geçtiğinde onun nefesiyle ‘‘Bam tel’’ başka bir şekilde can bulur. Ve hüzünlü halinin yerini elbette zikir alır.
İnsan-ı Kâmiller ana vatanından ayrılıp dünyaya gönderildikleri için sürekli şikâyet ederler. Hayy’dan geldiklerini bilen ve oradaki halini hatırlayanlar elbette bu şikâyette bulunurlar. Aslen nereden geldiklerini ve canlar âlemindeki neşeyi unutmuş olanların şikâyetleri ise ömrün sonunda kaybedecekleri dünyadır. Kâmil insanlar Yaradan’a dairenin başladığı noktaya, sona doğru giderken neşelenirler, diğerleri zaman içinde üzülür, zaman ilerlediğinde ise şikâyet etmeye başlarlar. ‘‘Ömür neden bu kadar kısa?’’ gibi yetersiz sorularla…
İnsanın son dediği nokta kâmil insan için kavuşma zamanıdır. Ayrılık, geriye dönüş zamanının başladığı andır. Kavuşma ise ayrılığın başladığı mekâna yeniden ulaşma anıdır. Bütün canlar aynı yerden gelmiş olmakla birlikte iki şikâyet ehli arasındaki farkı izleyen Yaradan bunu imtihan olarak değerlendirir. Bu imtihanın sonucunu Yaradan’dan başka kimse bilemez. Unutulmamalıdır ki Yaradan esirgeyen ve bağışlayandır. Yaradan ilimdir; biz insanlar ise malum. İlim maluma tabidir, malum ilime değil. Mahlûkatın ne yapacağının sondan başa doğru her saniyesini bilen Yaradan insanlara cüzi iradede özgürlüğü ile külli iradeye müdahale eder. Yaradan kuluna; ‘‘Kulum bana öyle bir kulluk et ki ben sana sorayım kaderin ne olsun?’’ der. Bu ifadede bir ayet bulunmamaktadır. Ancak insanın kulluğu ile doğru orantılı olarak Yaradan’ın başı ve sonu değişmemekle birlikte hayat çizgisine müdahaleler yaptığına inanmaktayız. En doğrusunu Yaradan bilir elbette.
Ney’den çıkan bu tarz şikayetleri dinleyen herkes ister kadın ister erkek olsun anlayış kapasitelerine göre az-çok etkilenir. Böylece ney eş deyişle ayrılığa uğramış insan-ı kâmil der ki;
Her nefeste yeni bir ses duyulur, her solukta bir can feda edilir.
Hz. Mevlâna der ki:
“Suret, suretsizlikten meydana geldi.” Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren mum ve petek değildir. Arı biziz; şekil ve çokluk sadece bizim imal ettiğimiz mumdur. Şekil ve cisim bizden vücuda geldi, biz onlardan değil. Şarap bizden sarhoş oldu, biz şaraptan değil. Ey dinleyici! Şimdi sen benim feryadımı duyup ne güzel nağmeler diyorsun ve içleniyorsun. Bunun asası böyle değil: bende öyle bir dert (hasret) ve o derdin dermanından (vuslat) öyle bir nefes var ki işte seni asıl dinleten budur. Kadın erkek bir hayli kalabalıksınız ama çoğunuz bunu fark edemiyor. Ben bu sırrı sana açarım ama nasıl açayım? Şimdilik feryadıma ortaksın, ama sana gel sen de kesil desem? Ardından ney gibi, benim gibi türlü işlemlerden geçsen! Kuruyup sapsarı kesilsen desem! Bunlara gücün var mı? Bana hak verdin mi? Şimdi sana neden sırları açmadığıma. Ben bu aşamalardan geçmemiş birine nasıl sırdaş olurum? Bana, bize sırdaş olabilecek bir hale bürünürsen! Dinlemeye devam et… Zaten bunlara gücün yetmediği anda Mesnevi’den gideceksin.