Madem bildiğinden emin olmayarak zannederim ki diye söze başlıyorsun, o hâlde neden cümlenin sonunda hüküm ortaya koyuyorsun?
Herkesî ez zamn-ı hod şud yar-ı men
Ez derun-i men-necüst esrar-ı men
(Herkes kendi zannınca benim dostum oldu
Ama kimse içimdeki sırları araştırmadı.)
Herkes kendi anlayışına göre benim yârim olduğunu zannediyor ve anladım diyerek dinlemeyi kesip gidiyor. Oysa içimdeki sırların farkına varamadan ya anladım diye çekip gittiler ya da beni doğru bir kulakla dinleyemediler.
Şimdi dinle! Ne olur hemen anladım deme. Beni kendine yâr olarak gören hangi sırrıma ulaştı da böyle bir iddiada bulunuyor? Sen ney’den çıkan nağmeyi ney’den bilme neyzenden bil. Böylece sakın beni göklere çıkarayım deme. Benden sakın bir şey isteme, keramet bekleme, beni dualarına aracı kılma. Ben seni doğrudan doğruya O’na yönlendirirken sen nasıl bana yönleniyorsun? Ben benliğimden kurtulmuş O’nda yok olmuşken sen nasıl bu fakirle senli benli oluyorsun? Sufilerin, âşıkların ustası vasıtasız olarak Yaradan’ın ta kendisidir. Biz O’nun karşısında mumdan ibaretiz. Hiç güneş varken mumdan medet umulur mu?
Niyaz et; niyazın okuduğunu anlamak, anladığını görmek, gördüğünü de yaşamak olsun. Bu ney nağmeleri âşık sana; Yaradan’ın sonsuzluğunun her an göstergesi olan yaratma eylemini yakala ve yaşama geçir ki Yaradan kendi zamanının eserlerine hayrandır.
Bu neydeki nefes var ya! “Ben insana kendi ruhumdan üfledim” (Hicr suresi 29. Ayet) ayetinin tefsiridir. Yaradan’ın nefesi ile dolan insanı kâmil de ney gibi gönül nağmeleri dile getirir.
Ben her solukta bir can kurban etmekteyim ki… Çok şükür, canlarımız çok. Can nasıl kazanılır? Elbette bir insanın gönlünü fethetmekle… Hele o insan katı kalpli biriyse ve sen o kalbi yumuşatmışsan o canı bu yolda harca harca bitmez. Sense hâlâ zannediyorsun. Zan insanı hakikatten uzaklaştırır. Keza zan bilmediğini ve bildiğini tam olarak bilmeyenlerin alışkanlıklarıdır. Öyle ya madem bildiğinden emin olmayarak zannederim ki diye söze başlıyorsun, o hâlde neden cümlenin sonunda hüküm ortaya koyuyorsun? Bizi dinlemediğin belli ki Mevlânâ buna hüküm verdi diyorsun. Biz vuslata erdikten sonra da bizim söylemediğimiz sözleri bize sığınarak biz söylemişiz gibi söyleyecekler. Şimdiden şikâyetçiyim onlardan. Orucumuzu, namazımızı, zekâtlarımızı zanlarında yok sayacaklardır. Aşk ile hakikate ulaştıktan sonra şeriatın temel hükümlerini muaf olmuşlardır diyerek kendilerini günaha sokacaklar, bu gibi bizi sağır kulakla dinleyenleri dinleyenler de bize değil buna inanacaklardır.
Sen kişileri Yaradan ile tanı Yaradan’ı kişiler ile değil. Hz. Mevlânâ’nın çağdaşı Nasreddin Hoca bu durumu meşrebince şu şekilde açıklar: Adamın biri eşeğini kaybeder. Hoca’nın evine gelerek “Eşeğimi gördün mü Hocam? der. Hoca görmedim dediği an içeriden eşek anırır. Adam hocaya sitem eder, “Hocam eşek içerdeymiş hani görmemiştiniz?” deyince Hoca adama “Sen bana mı inanıyorsun eşeğe mi?” diye cevap verir.
Eşek anıra anıra yalan yanlış sözlerle insanları sinden uzaklaştıran kişilerdir. Hoca ise sesiz bir şekilde hakikatleri anlatan sufi rolündedir.
Hz. Mevlânâ bu gibi gürültü, patırtı çıkaracak kolay olanı zorlaştıranlara şöyle der: Aşkı, feryat figan eden bülbüle sorma; sessizce yanan pervaneye sor.
İçi elde edenler bu için lezzetinden dolayı sessizdirler. Dıştaki kabukla uğraşanlar onu kırmakla meşgul oldukları için çok gürültü çıkarırlar. Bir müddet için dilsiz, dudaksız ol. Kulağını da tıka bir şey duyma. Ondan sonra gönülden gelen tatlı seslerle mest ol ki sessizliği elde edebilesin.
Ölü ile diriyi karıştırma! Diri kimdir bilir misin? Aşktan doğan kişi… Sen bizi aşkta ara, aşkı da bizde. Duy, dinle ve anla ki bazen ben onu överim bazen de o beni över.