Bülbül ötüşleriyle ağlayıp inleyen, durmadan sevgilinin güzelliklerini anlatan bir “aşığın’’ timsalidir
Bülbül Farsça “bulbul” ismiyle bilinen ve ötüşünün güzelliğiyle özellikle divan ve tasavvuf edebiyatında kendisine yer verilmiş bir kuş olup Osmanlıcada “Hezar” ismiyle bilinir. Bütün yıl boyunca uzayıp titreşen seslerle etrafa ezgiler yayan bülbülün ilkbahar sonlarına doğru sesi duyulmaz olur. Bunun nedeni; mayıs sonu ve haziran başı olgunlaşan dut meyvelerini bolca yemesiyle ötüş kabiliyetini bir süreliğine kaybetmesidir.
Günümüzde bu deyim neşe ve konuşkanlığını yitirmek, susmak anlamında kullanılır.Bülbül Farsça “bulbul” ismiyle bilinen ve ötüşünün güzelliğiyle özellikle divan ve tasavvuf edebiyatında kendisine yer verilmiş bir kuş olup Osmanlıcada “Hezar” ismiyle bilinir. Bütün yıl boyunca uzayıp titreşen seslerle etrafa ezgiler yayan bülbülün ilkbahar sonlarına doğru sesi duyulmaz olur. Bunun nedeni; mayıs sonu ve haziran başı olgunlaşan dut meyvelerini bolca yemesiyle ötüş kabiliyetini bir süreliğine kaybetmesidir. Günümüzde bu deyim neşe ve konuşkanlığını yitirmek, susmak anlamında kullanılır.
Bülbülün ötüşü divan edebiyatında neşe ve coşkuya dayalı beyitlerin yazılmasına ilham kaynağı olmuştur. Bülbülün halk edebiyatında fazla görülmemesinin sebebi orada turna kuşu gibi çok güçlü bir rakibinin olmasıdır.Bülbül ötüşleriyle ağlayıp inleyen, durmadan sevgilinin güzelliklerini anlatan bir “aşığın’’ timsalidir. Gül’ün dikenleri nasıl bülbülün ciğerlerini delerse sevgilinin eziyetleri de âşığın bağrını deler. Gerek divan edebiyatı gerekse de tasavvuf edebiyatında gül ile bülbülün birlikteliği neşe, ayrılık, vuslat konuları içerisinde ele alınır.Bülbülün bütün neşesi gül odaklıdır ve gülden ayrı düşerse iniltiler içerisinde kalır. Gül naz, bülbül ise niyaz için yaratılmıştır adeta. Keza Fuzuli bir şiirinde: “Güle naz güle naz, Bülbül eyler güle naz, Girdim dost bahçesine, Ağlayan çok gülen az.”Gül ile bülbülün birbirlerine karşı naz ve niyaz edişleri dile getirilir. Öte yandan bülbül dertli, kimi zaman suskun, kimi zaman tatlı dilli bir âşıktır. Şiirlerde mecazen seven olarak verilen bülbül âşık manasında kullanılmıştır ve hiçbir zaman sevdiği olan gül ile bir araya gelememiştir. Bülbül güle âşıktır; ancak gül bülbüle karşılık vermez ve bülbülün bütün feryadı gülden karşılık bulamamasından dolayıdır.
Şöyle ki;“Gel, gül” dedi, bülbül güle; gül gelmedi gittiGül bülbüle, bülbül güle yar olmadı gitti.Bülbülün güle olan aşk mücadelesinde en büyük rakibi gülde bulunan dikenlerdir.Tasavvuf edebiyatında gül, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) remzidir. Fuzuli Su kasidesinde Hz. Muhammed’in güzel yüzünün güllerin en güzeli olduğunu şu beyitle ifade eder; Suya virsun bağban gülzârı zahmet çekmesunBir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzare suDivan edebiyatında kavuşturulmayan gül ile bülbülü tasavvuf edebiyatının zirve ismi Hz. Mevlana “Mesnevi”sinde kavuşturmuştur. Gül ile bülbül arasında geçen aşkın; tasavvufi açıdan ele alındığı manevi yolculuğun meşakkatlerinin anlatıldığı “Mesnevi”de gül, Allah’ın üstünlük ve ulaşılmazlık vasıflarıyla bütünleştirilir.
Gül, onun etrafında şekillenen aşklarda benlik kaygısının ön plana çıktığı bir kişiliği temsil eder. Bülbülün güle aşkı ile bunun neticesindeki ruh hali ise olayların esas yönünü belirler.“Mesnevi”de gül (ruh), yaşadığı her hadiseden sonra bir yükselişle ilahi olana biraz daha yaklaşmaktadır. Başta bülbül olmak üzere güle yakın olanlar ilahi olana layık olarak seçilmişlerdir.Bülbül Allah’ın dilemesi ile maşuk olarak gülü seçer. Bülbül nefsini bütün arzulardan arındırır ve sevgilinin arzuladığı her şeyi o da arzular hale gelir. Aşk (bülbül) artık sevgiliden (gül) başka bir şey düşünemez ve baktığı her yerde onu görür. Böylece âşık âşıklar aracılığı ile maşukla bütünleşince, ikiliğin ortadan kalktığı bu duruma “fena mertebesi” denir.
Fena mertebesi ile artık aşk ile maşuk aynı varlık olmuşlardır.Gül, âlemdeki gerçek yerinin hiç’lik olduğunu fark eder ve ben’ini bülbülün benliğinde yok eder.Öte yandan tasavvufta benliği ve gururunu ayakları altına almış, hırka, post makam dertleri olmayıp sadece Yaradan’a olgun bir halde kavuşmaktan başka derdi olmayan Melami meşrepli dervişler Yaradan’ın bütün tecellilerine artık şahit olup onlara şehadet getirdikleri için tıpkı dut yemiş bülbül misali sessiz ve sakin bir şekilde âlemi seyir eylerler. Bu dervişlerin Yaradan’ın aşk şerbetini kana kana içmekten dolayı sesleri solukları kesilmiştir tıpkı dut yemiş bülbül gibi.