Ancak aşk ile sarmaş dolaş olan insan, geldiği döneceği yeri bilir. Âşık için nihai olarak geldiği ve döneceği bir vatan; âşık olmayanların ise geldikleri ve gidecekleri bir yer vardır
Herkesi kü dur mand ez als-ı hiyş
Baz cûyed rüzgâr-ı vasl-ı hiyş
(Her kim aslından ayrı, uzak olursa;
O kavuşma zamanını bekler durur.)
Ney; kendisindeki bu feryadı anlamak isteyen kişiye “her kim aslından ayrı ve uzak olursa o kavuşma zamanını bekler durur” der gibidir.
Bir insan, “nereden gelip nereye gidiyorum,” sorusuna cevap bulmalıdır. Hz. Mevlânâ bu beyitte şunu ifade eder: Benim bu inlemem, şikâyet gibi görünen feryadım vatanımda, aslımdan uzaklaşmış olmanın hasretinin dile getirilmesidir. Gurbette olduğunu fark eden, beni elbette farklı bir kulakla dinler. Bu feryat senin kulaklarını uzak kaldığın aslına yakınlaştırır. Sen şikâyetteki hikâyeyi anlarsan hatırlarsın.
Hz. Mevlânâ, bir insanın “Ben kimim ve kime gidiyorum? Ben neredeyim ve nereye gidiyorum? Ben nereden geldim ve nereye gidiyorum?” sorularını asıl, kökenle ilişkisinden dolayı önemser. Hatta bu önemsemesini dinleyenlere bir uyarı gibi aktarır.
Bu nedenle;
Gel, gel her ne olursan ol yine gel
İster kâfir ol ister putperest ol yine gel
Burası ümitsizlik kapısı değildir.
Ne olursan ol yine gel.
rubaisini doğru yorumlamalıyız. Bu rubaide, “her ne olursan ol gel” denilirken, aslında bize, “her duyan her ne olursa olsun gel” denmiyor. Bizi duyan birisi, gelmeden önce, “Ben kimim ve kime gidiyorum? Ben neredeyim ve nereye gidiyorum? Ben nereden geldim ve nereye gidiyorum?” sorularını kendisine sormalıdır. Bu sorular ona asgari düzeyde bilgi vermelidir ki, buraya geldiğinde bizim de işimiz kolay olur, onun da dinlemesi kolaylaştırılır. Aksi hâlde gül bahçesinde leş kokusunun yeri yoktur.
Kötü huylardan noksanlıklardan dönmek
Öte yandan, bu rubai, yaygın biçimde bilinenin aksine Hz. Mevlânâ’ya ait değildir. “Ebu Said el Hayr” adlı bir Horasan sufisine aittir. Şayet Hz. Mevlânâ bu anlamı içeren bir çağrı yapmış olsaydı “gel” yerine, “dön gel” derdi. Keza gel ayrı şey, dön gel ayrı şeydir. “Döne döne gel” demek, “Kendini bil, kendini bul da gel. Seni sana biz gösteririz, kendin olman için de senin önünde paspas dahi oluruz” demektir. Sufi ezeli olan Yaradan’a kopup geldiği “başlangıca” öykünür. “Sona” dönenler mükâfat derdindeler.
Beri gel beri gel daha beri
Ne zamana kadar bu yol vuruculuk,
Ne zamana kadar küçüklük, büyüklük teferruatları?
Sen bensin ben de senim.
Bu rubaisinde Hz. Mevlânâ, açıkça “beri gel” çağrısı yaparak insanların kötü huylarından, noksanlıklarından dönmelerini ister; ve böylece kavga şiddet, kadınlık-erkeklik, küçüklük-büyüklük teferruatlarını kaldırarak vuslatın önündeki çakıl taşlarından insanların kurtulmasını salık verir.
İnsan nereden gelip nereye gittiği sorusuna “Yaradan’dan geldik Yaradan’a gidiyoruz” ifadesi ile cevap verdikten sonra, Yaradan onun gönlüne tarifi verir. Tarife gitmenin evla olması münasebetiyle de aslın aslını başlangıç ve yeniden aynı noktaya dönüş olarak anlayan yolcu, vuslatını yaşarken elde etmiş hâle gelir.
Aslını ve kaynağını bilen yolcu, bu hâli elde ettiği için değeri artar. Herhangi bir değer ile değerlenmeye sebep olan hâl, insanı “hamile” bırakır. Kişi o değeri korumalı, o değere istikrar sağlamalıdır ki bunun adı “hamilelik” sürecinin başarılı geçmesidir. Hâli hâl etme aşaması ise doğum sancısına benzer. Nihayet doğum gerçekleştiğinde o artık vaktin oğlu olarak yeniden doğmuştur. “Vaktin oğlu” olan, artık ne geçmişi düşünür ne de geleceği... Çünkü her iki tarafın da aynı nokta olduğunu, tüm hikâyesi ile birlikte hatırlamıştır. Vaktin çocuğuna, artık bulunduğu vaktin gereğini yapmak yakışır.
İnsanların zahiren çok sık birbirlerine sorduğu “nereden gelip nereye gidiyorsun” sorusunun asli cevabını Yunus Emre muhteşem bir şekilde söze döker:
Ben bir acep ile geldim, kimse hâlim bilmez benim
Ben söylerim ben dinlerim, kimse dilim bilmez benim
Benim dilim kuşdilidir, benim ilim dost (yaradan) ilidir.
Ben bülbülüm dost gülümdür, bilin gülüm solmaz benim.
Yunus Emre, aşk ile haşır neşir olmadan önce, ‘‘Eskişehir’den geldim Konya’ya gidiyorum’’ diye, bu olası sorulara cevap verir. Ancak aşk ile sarmaş dolaş olan insan-ı kâmiller, geldikleri ve dönecekleri yeri bilirler. Âşık için nihai olarak geldiği ve döneceği bir vatan; âşık olmayanların ise geldikleri ve gidecekleri bir yer vardır.