Gündelik hayatımıza giren, sık veya ara sıra da kullansak her kelimenin bir kökeni bulunur ve onların ulaşılabilen öyküleri, bizleri gizemli bir yolculuğa çıkarır
Hayatımızın içerisinde yer alan pek çok eşyanın ve birtakım kelimelerin etimolojisi (köken bilimi) üzerine bir yazıyla yeniden iyi pazarlar diliyorum sizlere.
Daktilo ile başlayalım. Tanrıça Reha, doğurduğu bütün bebeklerini bir çırpıda yutan kocası Kronos’tan yeni doğuracağı bebeğini kurtarmak için Girit Adası’na kaçar ve burada Dikte Mağarası’na sığınır. Doğum anında bebeğin ağlamasını duyar korkusu ve endişesini yaşayan Reha, doğum sancılarıyla acılar içinde elleriyle toprağı tırmaladığı sırada, parmaklarından “daktil” adı verilen küçük yaratıklar (parmak adamlar) peydah olur. Ve daktillerin anında kopardıkları gürültü sayesinde Reha’nın doğum sancıları Kronos tarafından duyulmaz ve tanrıça bebeğini doğurur. Bebeğe Zeus adı verilir ve daktillerin sayesinde bu genç tanrı, babası Kronos tarafından yutulmaktan kurtulur. Bu mitsel anlatıda tanrıçanın parmaklarından çoğalan daktiller, bin yıllar sonra İtalya’da icat edilecek yazı makinesine isim olarak verilecektir.
Daktilo kelimesinin etimolojik kökeni, ikinci kuşak Yunan tanrıçasının parmaklarından gelmektedir.
Zir zop hayta
Zir zop; Geç Osmanlı döneminde bir tür fesin adıydı. Sultan İkinci Mahmut’a kadar başa sarık takılırken, bu yenilikçi padişahla fes hayatın içine girer. Hatta fesle ilgili bir bakanlık dahi kurulur. Taşrada halk sarık takarken, şehirde fes rağbet görmeye başlar. Zuhal, sıfır, (kalıbına göre) azizeye, mecidiye ve hamidiye olmak üzere pek çok fes çeşidi bulunurdu. Halk arasında ise zir zop adı verilen fes, ilginç bir isimlendirmeydi. Tıpkı işi gücü olmayanların başlarına taktığı ince kavuğa “dal kavuk” denilmesi gibi!
Gedik kelimesinin anlamı için, din ayrımı gözetmeden kurulan ve niteliğinden fazla bir şey kaybetmeyen tekel denilebilir. Bu bir imtiyazdı ve bunu almayanlar ticaret yapamazlardı. Islahat Fermanı (1856) ile gedik beratlarına son verildi. Artık isteyen herkes ticaret yapabilme özgürlüğüne kavuştu. “Bu işin gediklisi” ifadesi, belli bir imtiyaza işaret ederdi.
Hayta kelimesinin kökeni ise; süvari (atlı) askerlerden oluşan sınır birliklerine verilen ada dayanır. Zira kelimesiyle “insan vücudunun dirsekten el orta parmağın ucuna kadar olan mesafe ölçüsü” anlaşılırdı.
Hat kelimesinin anlamı kısaca “çizgi yazı”dır. Bu çizgi yazı erbabına da hattat denir. Ve bu resim yazı sanatının birçok türü vardır: Kufi, bezeme amacıyla kullanılır. Sülüs, büyük harflerle yazılır. Nesih, küçük harflerle köşeli yazılır.(Dinî kitaplarda kullanılır). Reyhani, abartılı uzunlukta yazılır. (Genellikle resmî evrakta). Rika, icazet ve diplomalarda kullanılırdı. Celi, dekoratif maksatla kullanılırdı ve çok büyük ölçekte olurdu. Ebru ise, Türkistan sanatıdır. Kitre ile yoğunlaştırılan, sığır ödüyle koyulaştırılan suya, boyaların fırçayla serpiştirilerek şekil verilen geleneksel Türk sanatı.
Palavra sıkma tertip
Tertip; aslında Osmanlı döneminde askerî bir birliğin adıydı. Çakaloz; küçük ölçekli ve etki alanı sınırlı askerî top türüydü. Palavra sıkmak terimi Osmanlı donanmasında kullanılırdı. Düşman gemilerini savaş öncesinde uyarmak, gözdağı vermek için yapılan top ateşiydi. Tahrip gücünden yoksundu, ancak gürültülü bir ses çıkarırdı.
Serbest, aslında başı bağlı anlamına gelirdi. 17’nci yüzyılda İstanbul’a başıboş girmek yasaktı. Ancak herhangi bir lonca teşkilatına kayıtlı olarak çalışanlar girebilirdi. Kişi lonca teşkilatının üyesi yani başı bağlı olduğu için payitahta doğrudan giriş yapabilirdi. “Serbest”, rahatça şehre girebildiği için, sonradan “özgür” anlamında da kullanılır hale gelir.
Özgür kelimeler sizlerle olsun.