Kadro mühendisliğindeki başarısızlık; önce Şampiyonlar Ligi’nden etti, sonra da UEFA Kupası maçlarından.
Dün gece de bir kez daha anlaşıldı ki Trabzonspor’un bu kadro ile şampiyonluğa oynaması, yarışta olması çok zor! O yüzden Trabzonsporluların fazla hayal kurmalarına gerek yok, akışına bıraksınlar gitsin!
Konferans Ligi’nde nereye kadar giderler, Allah bilir! Orada bir derece yapabilirseler, gönülleri tekrar fethedebilirler belki.
Bu ligde rakibi ısırmayana, koşmayana, mücadele etmeyene puan yok. Ben geçen senenin şampiyonuyum diyerek oynamayıp, mücadele etmeyip beklersen, daha çok beklersin…
Yusuf Yazıcı’yı tanımasak, bilmesek, Fransızlar dublörünü göndermişler diyerek ortalığı velveleye verebilirdik! Yusuf’u tanımak için bin şahit lazım. Ne olumlu bir pası vardı ne de oyunda vardı… Sadece bedeni sahadaydı Trabzonspor’dan ayrıldığında çocukların arkasından hıçkırarak ağladığı Yusuf…
Gerçi Trabzonspor’da ne oynadığını bilen yoktu da…! Hamsik hariç herkes kafasına göre, takım oyunundan uzak
2-0 öne geçmişken, iyi de oynuyorken, o ana dek rakibin pozisyonu yokken, rakip risk alıp çift forvete döndükten sonra geriye çekilmek, oyunu kendi sahanda kabul etmek, topun arkasına geçerek, bekleyerek oynamak?
Halbuki rakibi bu denli oyuna ön alan baskısı yaparak mecbur ettin, penaltıları o oyun anlayışla elde ettin.
İki farka güvenip, maçın o skorla biteceğini düşünerek rehavete kapılırsan; sen, soyunma odasına soğuk ter dökerek, rakip ikinci yarının bir an evvel başlamasını isteyerek gider.
İlhan Palut’un oyuncu değişikliği tuttu, riskin karşılığını aldı, Trabzonspor’da yapılan Yusuf Erdoğan değişikliğine ne demeli? Ömür’ün yerine oyuna giren Yusuf, sağ açık oynadığı, daha doğrusu oynamadığı yirmi dakika Trabzonspor’u sahada bir eksik bıraktı. Heba edilen, çöpe atılan koca bir yirmi dakika… Kaçırdığı bir pozisyon var ki… Sol beke geçtikten sonra sayıyı tamamladı, hepsi o kadar!
Adam eksiltme yeteneklerine sahip Lahtımı, Yusuf’tan daha mı kötü? İnsan ister istemez merak ediyor; madem kötü, madem
Bordo-mavililerin o gruptan elini, kolunu sallayarak, hatta lider çıkması gerekirken…
İşin ilginç yanı; kaybetseniz, Kızılyıldız, Monaco’dan puan alsa, Avrupa defterini grubun dibine demir atarak kapatma gibi durum da vardı, güler misiniz, ağlar mısınız?
Gruptan lider çıkamadıktan sonra ikinci olsanız neye yarar? Şampiyonlar Ligi’nden gelen takımlarla oynayacaksınız ki… Yarını kestirmek için kâhin olmaya gerek yok! Zira durum tespiti Şampiyonlar ligi ön eleme maçlarında yapıldı! O anlamda Konferans Ligi Trabzonspor için uygun olanı; Trabzonspor ve ülke için gidebildiğiniz yere kadar…
Maça gelince…
Trabzonspor, bilhassa ilk yarı Ferencvaros’a sahayı dar etti, sahaya çıktığına adeta pişman etti! Günümüz çağdaş futbolundan kesitler sundu, canını dişine taktı, iyi alan daraltı Avcı’nın öğrencileri. Rakibe bırakın pozisyon vermeyi, 75 dakika kaleye yaklaştırmadılar. Rakip ilk isabetli şutunu 81’de attı.
Uzun zamandır böyle bir Trabzonspor izlememiştik. İnsan sormadan edemiyor; daha önce nerelerdeydiniz?
Gözler Belgrad’ta, kulaklar Macaristan’dan gelecek sonuçta idi… Ve elde kâğıt, kalem ince hesaplar yapılmaya başlandı; şöyle olsa, böyle olsa…! Kim ne derse desin ne kadar hesap yaparsa yapsın, son sözü oyuncular söyleyecekti…
Maça gelince…
Sen çok değil bir hafta önce harika oynayarak Monaco’ya dört at, Kızılyıldız gibi iddiası olmayan takıma mağlup ol… Tamam, iki topun direkte patladı, şansın yanında değildi ancak bu kadar da olmaz… Başlama vuruşundan mağlup duruma düşünceye dek mücadele etme, son bölümlerde gol ara, puan derdine düş. Yedirirler mi adama! Öne geçtikten sonra doğal olarak kapandı Kızılyıldızlılar, işin gücün yoksa iğine ile kuyu kaz!
Ne yaptığını bilmeyen beklerin kötü oyunu rakibin oynama iştahını artırdı. Çıkarken kaptırılan toplar sezon başından bu yana en büyük hastalığıydı Trabzonspor’un, aynı hastalık Belgrad’ta da devam etti.
Düşünün; gol ararken kaptırdığınız top kalenizde gol oluyor… Bekler ne
Bordo-mavili oyuncular ne kanatları çalıştırabildiler ne de merkezden gidebildiler. Hal böyle olunca ne beklenen oyunu oynayabildiler ne de izleyenlere ‘bu da kaçar mı?’ dedirttiler.
Yükü ağır olan işçi başkasının yükünü taşırmış! O anlamda Gbamin, Bartra, Hamsik, Hugo ve Uğurcan, vasat oynayan arkadaşlarının yükünü sırtlarına alıp taşıdılar, her biri iki kişilik oynadı.
Beklentinin altında kalanlar, sonradan oyuna dahil olanlar, yedek kulübesinde oturanlar, alınan üç puan için yatsın kalksın Uğurcan, Gbamin, Bartra, Hugo ve Hamsik’e dua etsin, teşekkür etsinler. Yetmedi hafta boyu kuş sütü ve üzüm kurusuyla beslesinler!
Her hafta üzerine koyan Gbamin hem rakibi karşılamada hem de pas oyununda harika oynadı. Fildişi Sahilli oyuncunun ayaklarında mıknatıs vardı sanki!
Sakatlığını tamamen atlatan Hamsik’in Trabzonspor’un eli, ayağı, gözü, dili olduğu bir kez daha tescillendi. Formasından uzak kalmaması, bir daha sakatlanmaması için Trabzonsporluların Hamsik’i el üstünde taşımaları, sarıp sarmalamaları,
70’li, 80’li yıllarda plastik topa ayak vurmaya başlayan çocuklar, bakkaldan aldıkları çikletten o’nun fotoğrafının çıkmasını isterdi…
O yılların uzun saçlı, yakışıklı yaman delikanlıları kendini o’na benzetmeye çalışırdı…
Annesinin, babasının elinden tutarak yürüyen afacan minikler, Trabzonspor posterine her baktığında minicik parmağıyla o’nu işaret ederdi…
Mahalle aralarında, toprak sahalarda kendi aralarında maç yapanlar, kendini Kadir ağabeylerinin yerine koymak, adını almak için birbiriyle kıyası yarışmış, inat ederek kapışmışlardır…
Zamanın gençleri yavuklusunun gözüne girmek, gönlünü fed etmek için saçını ‘Kadir abileri’ gibi uzatır, o’nun gibi tarar, o’nun gibi yürümeye çalışmışlardır….
Giyimine-kuşamına, saçına-başına özen gösteren, bordo-mavi tarağı arka, horozlu aynayı ön cebinde taşıyan gençlerin İspanyol paça pantolon ve uzun saç merakı; o’nu bu denli sevmelerindendi…
O yıllar doğan çocuklara
Bu köşenin yazarı olarak konuyu kaleme alıp, kâğıda dökmeye utanıyorum!
O anlamda…
Konuşmaya, koşmaya yeni başlayan, nefes alıp verdiği müddet o cümleyi hiçbir zaman kullanmamasını tembih ettiğimiz bebelerden...
Futbolla yeni tanışan genç filizlerden…
‘Sevmeyi, sevilmeyi ilke edinin’ diyerek nasihat ettiğimiz delikanlılardan…
Futbolu sevdirmeye çalıştığımız, çocuklarının yetenekli olduğu için futbola devam etmesinde ısrar ettiğimiz aile büyüklerinden…
Tribünlerde yerinizi alın, futbola renk katın dediğimiz bayanlardan ve de elleri öpülesi annelerden…
Özetle ‘Ben topraktan bir canım’ diyen herkesten özür diliyorum!
Süper Lig’de iki ileri, bir geri giden Trabzonspor’un Monaco’ya uyguladığı farklı galibiyet tarifesi; Avrupa’da yankı uyandırmasının yanı sıra hem camiada morallere tavan yaptırdı hem de oyuncuların özgüvenini yerine getirdi…
Merak edilen, Avrupa’da ses getiren Trabzonspor’un, Beşiktaş başta olmak üzere diğer şampiyon adayı takımlara İstanbul’dan ‘Geri dönüşün’ sinyalini gönderip göndermeyeceğiydi!
İlk yarının kısa bir özetini geçecek olursak, birçok maça yüksek tempo eşliğinde başlayan, oyunu sürekli kanatlara yaymaya çalışan, iştahlı oynayan çalışan siyah-beyazlı takımın oyuncularının topla birlikteliğine müsaade eden Trabzonsporlu oyuncular, ayağa hızlı ve isabetli paslarla oyunu örerek sonuca gitmeyi çalıştılar, karşılığını da aldılar…
Atılan üç gol de bordo-mavililerden geldi, Gomez ve Trezeguet rakip ağları, Larsen kendi ağlarını havalandırdı…
İkinci yarıya Beşiktaş daha etkili başladı ancak 59’da Bardhi, Ersin ile karşı karşıya kaldığı pozisyonu gole çevirse