YENİ bir yıla daha giriyoruz. Ama bu yıl diğerlerinden çok farklı. Bitimi hem yeni bir yüzyılın, hem de bir bin yılın başlangıcı olacak...
1999'da dünyanın neresinde olursak olalım, hangi konumda bulunursak bulunalım çok değişik duygular yaşayacağız.
Her şeyden önce bir hayal gibi çok uzaklarda olan 21. yüzyılın son basamağında olacağız. Bir adım sonra 2000 yılına girmenin duygusuyla içimiz içimize sığmayacak.
Her yıl başında, her doğum gününde, bir yandan bir yılı daha geride bırakmanın hüznünü yaşarken, bir yandan da yeni bir yaş, yeni bir yıl için uzun uzadıya kararlar alırız. Oysa şimdi hem yeni bir yüzyıl, hem de yeni bir bin yıl başlıyor.
Yüzyılların bitişini belki şansı olanlar görmüştür. Ama bin yılların bitimini insanoğlunun çok azı gördü. Bu açıdan bakıldığında 1999'u hep duygular içerisinde çok yoğun yaşayacağız.
5 yıllık, 10 yıllık, 100 yıllık, 500 yıllık değerlendirmelerin yerini 1000 yıllık değerlendirmeler alacak. Son 1000 yılın olaylarını,
YENİ yıl nedeniyle birbirinden ilginç kartlar geliyor. En çok hoşuma gideni, kapağını açtığınızda, "bir dilek tutun" diyerek, sizi hayal dünyasında alıp bir yerlere götürendi...
Ciddi temennilerden artık bezginlik noktasına gelindi ki, yoğun bir espri furyası başladı. Bu durum, bir anekdotu da beraberinde getirdi.
Kralın biri, ülkeyi yönetenlere, vergilerin oranını sürekli artırın talimatı veriyormuş. Vergiler yükseldikçe sızlanmanın dozu artıyor, artıkça da vergiler iki katına çıkartılıyormuş. Öyle bir noktaya gelinmiş ki, halk artık ağlamayı, sızlamayı bir yana bırakıp gülmeye, oynamaya başlamış. Durum krala iletildiğinde "tamam, vergileri yükseltmeyi artık durdurun" talimatı vermiş...
Umarız yılbaşı kartlarındaki bu gırgır şamata, ülkeyi yönetenlere bir şeyelerin zamanının artık geldiği mesajını verir.
Türkiye'yi "Şansa yaşayanların ülkesi" olarak tanımlayan ve yeni yılda her şeyden çok şansa ihtiyacımız olduğuna dikkati çeken Giftajans çalışanları da yılbaşı armağanı olarak hayatımızı
TÜRK eğitim sisteminin en büyük baş ağrılarından biri de giriş sınavları. Öğrencileri okula soğutan, dershaneleri vazgeçilmez kılan sınav sistemleri yüzünden, sınıf içi eğitim ölmüş, başarının tek ölçütü alınan puanlar olmuştu.
Okulu ikinci plana iten bu yanlış uygulama, eğitim sisteminde ciddi tahribatlar yapmaya başlayınca, önlemler de peş peşe gelmeye başladı.
Önce üniversiteye girişte, ardından da Anadolu liseleri, kolejler, fen liseleri ve meslek liseleri sınavlarında önemli değişikler oldu. Temel amaç okul içi eğitimi önemli kılmaktı ve öyle de oldu.
Gelecek yıldan itibaren sadece üniversiteye girişte değil, sınavla öğrenci alan diğer tüm okullara girişte okul içi notlar önem kazanacak. Bu nedenle öğrencilerin, kurslara verdikleri önem kadar okul içi derslere de ağırlık vererek ortalamalarını yükseltmekte sonsuz yarar var...
Dünya üniversitelerini gezerken, gittiğimiz her ülkede ısrarla iki soruyu sormuştum: Birincisi rektörlerin nasıl seçildiği, ikincisi ise özel üniversitelere devlet
TRT, "Öğrenciye ihanet" manşetinden sonra uzun bir açıklama göndermiş. Kendilerini haklı göstermeye çalışırken de iyice batağa saplanmışlar. Ortada daha mürekkebi kurumayan 22.12.1999 tarihli, "acele" damgalı ve Genel Müdür Yardımcısı Bülent Varol imzalı ültimatomları varken, "At yarışı mı, eğitim mi?" konulu makale gerçeği yansıtmamaktadır diyebiliyorlar. Pişkinliğin bu kadarına da pes doğrusu...
Anadolu Üniversitesi'ne daha önce gönderilen yazılarda, Jokey Kulübü'yle imzalanan anlaşma gereği açıköğretim derslerinin yerine at yarışlarının yayımlanacağını duyuran TRT, bakın son yazısında ne diyor:
"Türkiye Jokey Kulübü'nce hazırlanan yıllık yarış programına göre, 2 Ocak 1999 tarihinden itibaren, 11 Nisan 1999'da başlayacak İstanbul ve Bursa yarışlarına kadar at yarışlarının salı günleri de yapılacağı bildirilmiştir.
Söz konusu yarışlar TRT 4'ten naklen yayınlanacağından, ilgi (a) yazımızda belirtildiği üzere çarşamba ve perşembe günlerinin yanı sıra salı günleri de, Açıköğretim Fakültesi ders programlarının sabah yayınları 70
TELEFONLARIMIZ dün hiç susmadı. Arayanların çoğu Açıköğretim Fakültesi öğrencileriydi. Bir yandan sorunlarını dile getirdiğimiz için bize teşekkürlerini dile getiriyorlar, bir yandan da TRT'ye veryansın ediyorlardı.
Liderlerle de konuştuk. Başbakan Yardımıcısı Bülent Ecevit, konunun önceki aylarda rektör tarafından kendisine de iletildiğini ve Maliye Bakanı Temizel'i yardımcı olması için görevlendirdiğini söyledi. CHP lideri Baykal ise eğitimin, at yarışlarına kesinlikle tercih edilemeyeceğinin altını çizdi. Milli Eğitim Bakanlığı da yaptığı açıklamada konunun çözümü için çaba sarfedeceğini duyurdu. ANAP MKYK üyesi ve açıköğretimlilerin hamilerinden Yaşar Dedelek ise konuyu TRT genel müdürüyle konuştuğunu, gelişmeleri Başbakana ileteceğini bildirdi...
Siyasilerin ortak tavrı: eğitimin hafife alınamayacak kadar ciddi bir konu olduğu ve TRT'nin "ben yaptım oldu" dayatması içerisine giremeyeceği şeklindeydi. Umarız gelişmelerde bu yönde olur...
Tek kabahatlerinin okumak olduğunu dile getiren açıköğretimliler ise gün boyu susmayan
AÇIK Öğretim Fakültesi'nde 600 bin öğrenci öğrenim görüyor. Açık ilköğretim ve açık liseyi de bu kapsama alırsak, toplam öğrenci sayısı bir milyona yaklaşıyor.
Açık Öğretim'de kimler okuyor? Çeşitli nedenlerle zamanında okula gidemeyenlerden tutun, ekonomik gerekçelerle çalışmak zorunda olanlara kadar geniş bir yelpazeye hitap ediyor. Her yaş grubundan öğrenci var.
Girmesi kolay, mezun olunması en güç okulların başında geliyor. Türkiye'nin yanı sıra başta Almanya olmak üzere pek çok ülkede Açık Öğretim büroları ve çanak antenler sayesinde faaliyetini sürdürüyor. Bu yıl içerisinde yapılan ikili anlaşmalar çerçevesinde TC vatandaşlarının yanı sıra Bulgaristan ve Azerbaycan vatandaşları da Açık Öğretim programlarına devam edip diploma alabilecekler.
Denklik açısından bakıldığında da, diğer fakültelerin diplomalarından hiçbir farkı yok. Mezun olan mastıra, doktoraya devam edebiliyor. Askerliklerini de diğer üniversite mezunları gibi yedeksubay olarak yapabiliyorlar.
Başarısız öğrencilerin devam
TÜRKİYE pek çoğumuz için her konuda cennet bir ülke. Örneğin kara paracılar için. Örneğin, hukuka aykırı her türlü iş yapanlar için...
Türkiye gibi vergi kaçırılan ikinci bir ülke bulmak, gerçekten çok zor. Yine Türkiye gibi kasten adam öldürenlerin, hırsızlık yapanların, devleti dolandıranların, devleti yıkmak için örgüt kuranların, hiçbir cezai müeyyideye tabi tutulmadan elleri kolları serbest dolaştıkları başka bir ülke bulmak kolay değil.
Ne hukuk devletinin gereklerini yerine getirebiliyoruz, ne de demokrasinin. Bütün bunların sorumlusu ise eğitim. Daha doğrusu yanlış eğitim.
Tüm çağdaş ülkelerin eğitimdeki temel hedeflerinden biri de kendi çizdikleri çerçevede ülkesini, kendisini, demokrasiyi, çevreyi, insanları seven iyi bir vatandaş yetiştirmek. Genelde de başarılılar.
Oysa bizim eğitim sistemimiz iyi bir vatandaş yetiştirme konusunda tam bir fiyasko içerisinde. Ülkeyi seven, demokrasi kurallarına uyan, hukuk devletinin gereklerini yerine getiren, vergisini kuruşuna kadar ödeyen,
SON 30 yıldır Milliyet'te çalışıp da Eren Ağabey'yi tanımayan yoktur. Dahası medya dünyasında, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunları ve sendikacılar arasında da onu sevgi ve saygıyla anmayanı bulmak çok zordur.
Yüzü hep güler. Müthiş bir hoşgörü yelpazesi var. Kavgayı, kini, arkadan konuşmayı, adam kazıklamayı hiç ama hiç sevmez. Gazetenin ağabeyi, öğrencilerin en sevdiği hocası Eren Ağabey'in son bir yılda yaşadıklarını Allah kimseye yaşatmasın. 9 ayda babası, oğlu ve eşini yitirdi...
Mutluydu, coşkuluydu, huzurluydu. Ta ki o kahredici trafik kazasına kadar. Oysa 1988'e çok büyük umutlarla girmişti. Ama 8 Mart'ta 23 yaşındaki mühendis oğlu Onur'un dikkatsiz bir şoförün kurbanı olması. Yaşamını altüst eden kabuslar zincirinin bir başlangıcıydı. Ailece yıkıldılar. Ama o her şeye rağmen içi kan ağlasa da dimdik ayaktaydı.
Sevgili eşi Zehra Abla, karşısında mum gibi eriyor, aile büyükleri dayanılmaz acılar içindeydi.
Birbirlerini teselli ediyorları, ama Onur'un acısı dinecek gibi