İçinde bulunduğumuz duygusal ilişkilerde, yaşadığımız herhangi bir mutsuzluk veya olumsuz durumda çoğunlukla ilişki yaşadığımız kişiyi suçlarız. Bu öğrenilmiş bir davranıştır.
Bana hiç değer vermiyor.
Bana yeterince ilgi göstermiyor.
Beni istediğim gibi sevmiyor.
Beni aldatıyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkün, siz kendi suçlamalarınızı yazın ve devam edelim.
Şimdi soruları şu şekilde değiştirin lütfen.
Randevu alırken sesi titriyordu, “acele sizinle görüşmem gerekiyor, intiharın eşiğindeyim. Bu şiddete artık dayanamıyorum” diyordu.
Erken randevularımı iptal ederek, olabilecek en erken zaman diliminde kendisine randevu verdim.
Geldiğinde perişan haldeydi. Şiddete uğramıştı, yüzünde morluklar ve yaralar vardı. Hem duygusal, hem de fiziksel anlamda kelimenin tam anlamı ile çökmüş görünüyordu.
Yaklaşık otuz yaşlarında, uzun boylu ve alımlıydı. Maddi ve manevi anlamda bu kadar şiddete maruz kalmasına rağmen hala alımlıydı.
Ağlayarak anlatmaya başladı, uzun yıllardır beraber olduğu sevgilisi, onu maddi ve manevi anlamda sömürüyordu. Bir gün mutlaka onunla evleneceğini hayal ediyordu bu duygusal ve fiziksel anlamda çökmüş alımlı genç kadın. Bu hayali yaklaşık 6 yıldır kuruyordu.
Aşikâr olan ise, karşısındaki erkeğin onu oyaladığı, değer vermediği ve bu duygulardan kurtulmadığı sürece ne yazık ki hiçbir zaman onunla evlenmeyeceği idi…
Çok zor bir çocukluktu, babası alkolikti, yıllarca annesini onu ve kardeşlerini dövmüş, değersiz davranmıştı onlara…
Seanslar sonunda derindeki değersizlik duyguları yüzeye çıktı ve bir dizi topraklama çalışması ile derinlerde ona zarar ver
Yaşamı hiç durmadan akan bir nehir olarak düşünebiliriz.
Yaşam hızla akarken, geride, kalabalık bir deneyimler, anılar, kişiler ve olaylar ordusu bırakırız.
Geçmişte yaşamayı seven bazı insanlar bu orduyu geride bırakamaz. İşte o zaman geride yaşanmış bitmiş her ne varsa, hayatlarını yönetmelerine izin vermiş olurlar.
Geçmişte yaşayan insanlar sürekli geçmişten bahsederler ve geçmişten kendilerince güç aldıklarını zannederler. Eskiden yaşadıkları olayları tekrar tekrar hatırlayarak bugünü kendilerine zindan ederler.
Birbirinden farklı bir çok insanla çalışıyorum. Geçmişin hipnozundan kurtulamayan, mutsuz insanlara, NLP tekniklerini kullanarak bir çıkış imkanı sağlamaya çalışırım.
Bunun öncesinde beynin işleyişinden bahsedelim biraz.
Beynimiz 24 saat boyunca sürekli kayıt yapan bir mekanizmaya sahiptir.
Geçmişte yaşanan olaylar bir dosya şeklinde beyinde depolanır. Özellikle kişilerde yoğun duygusal izler bırakan olaylar, kişiler tarafından çok daha net hatırlanır ve olaylar onları daha fazla yönetmeye başlar.
Bu özel günde fazlasıyla önemli bir konu olan baba-kız ilişkisine değinmek istiyorum.
Kız çocuğun eş, sevgili seçimini ve hayata bakış açısını belirleyen en önemli unsurun, erken çocukluk döneminde babayla kurduğu duygusal ilişkisinin belirlediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Onun babasıyla kurduğu ilişki ve içinde bulunduğu etkileşim, ileriki yıllarda karşı cinsle, eşiyle, annesiyle, patronuyla, arkadaşlarıyla, kısacası hayat içinde diğer insanlarla kurduğu ilişkiyi belirleyecektir.
Kız çocuk babayla beraber erkek cinsini ve erkeklerin dünyasını öğrenir. İleride erkeklere dair yapacağı genellemelerin bilgisine babası sayesinde ulaşır.
Yaptığım bireysel çalışmalarda bayan danışanlarımın duygusal hikâyelerini dinlerken, onları beş yaşında bir kız çocuğu olarak dinler ve değerlendiririm.
Babadan alamadıkları ilgiyi, sevgiyi, şefkati, huzuru nasıl da karşılarındaki erkekten ısrarla ve aslında çocukça! almaya çalıştıklarını fark ederim.
Ona sorunun kökeninin karşısındaki erkekle ilgili olmadığını, aslında babası ile olan ilişkisinin şu an duygusal ilişkilerini yönetmekte olduğunu anlatırım.
Danışanıma, sen şu anda beş yaşlarında bir çocuksun ve babandan alamadığın, özle
Duygusal ilişkilerde karşımıza çıkan en önemli ruhsal korkulardan biridir “kaybetme korkusu”.
Bu tip vakalarda ilk önce kişinin erken çocukluk dönemlerine bir yolculuk yaparız.
Çoğunlukla 0-10 yaş arası oluşmuş duygusal yoğunluk içeren bu öyküler, korkuların ana kaynağını oluşturmaktadır. Bu travmatik olayların kökenine inmek “kaybetme korkusu”nun nötrlenmesinde çok önemlidir.
Kaybetme korkumuzun olduğunu nasıl anlarız?
Duygusal ilişkilerde partnerinizin bir şekilde sizden kopup uzaklaşacağına dair yoğun, endişeli bir tutum, korku sergiliyorsanız ve bu kaybetme de çoğunlukla başınıza geliyorsa, -kısır döngüye girmişse- sizde kaybetme korkusunun var olduğu söylemek mümkün.
Kaybetme korkusu diğer bazı korkularla birlikte seyreder.
Bunlar genellikle, değersizlik, kendine ve insanlara güvenmemek, aşağılık kompleksi, yetersizlik, suçluluk duyguları, sevilmeme, onay alamama, yalnızlık, çaresizlik şeklinde karşımıza çıkar.
Kaybetme korkusuna sahip olan kişiler genellikle yoğun bir kıskançlık ve kontrol etme duygusuna hâkimdir. Kaybetme korkusuna sahip kişi karşısındakini kontrol ederse onu kaybetmeyeceğine dair güçlü bir inanç oluşturmuştur ve karşısındakinin her yaptığın
İnsanoğlu; ağzından çıkan cümlelerin, beyninde çıkan düşüncelerin bütün evreni dolaşıp, tekrar onlara geri döndüğünü bilse, çok daha dikkatli olurdu.
Albert Einstein
Her düşüncemiz bir enerjidir. Bizler her an evrene enerji yayıyoruz.
An be an yaydığımız bu enerji, tüm arzularımızı veya korkularımızı tezahür ettirme kabiliyetine sahiptir.
Enerjiler düşüncelerimizi gerçeğe dönüştürür.
Evrene gönderilen enerjiler, kendisiyle aynı frekanstaki enerjiyi arar B.izim düşüncelerimizle aynı rezonansta olan düşünceyi bulur.
Düşüncelerin gücüyle, yaşantımızda kendimiz ve başkası için ne düşünüyorsak onu kendimize çekeriz.
Düşüncelerimiz ve düşüncelerimizin yaydığı enerji ile evrene emirler yağdırırız. Bunun bizim isteyip istememizle ilgisi yoktur. Yasa, yaşadığımız sürece işler.
Çekirdek inançlar, çocukluk döneminde (0-7yaş) bizi en çok etkileyen olayların ardından çıkardığımız “bireysel” sonuçlardır.
Masum görünen bu sonuçlar önce duygu yoğunluğunun eşlik ettiği bir düşünce olarak ortaya çıkar.
Biz farkında olmadan bilinçaltımıza inanç olarak yerleşir ve zamanla davranışlarımıza yön vermeye başlar.
Artık bizi yönetecek kadar güçlenen duygularımız, bir süre sonra olumsuz inançlara dönüşür ve buna çekirdek inanç deriz.
Çekirdek inançlar bir bilgisayarın yazılım programına benzetilebilir.
Bir programı değiştirmediğiniz sürece, nasıl kodlanmışsa o şekilde çalışacağı ne kadar kesinse, çekirdek inançların da davranışlarımızı, dolayısı ile hayatımızı belirleyeceği o kadar kesindir.
Bebek ana rahmine düştüğü andan itibaren bilinçaltı her türlü duyguyu hissetmeye ve kayıt almaya başlar. Annenin korkuları, geçirdiği kazalar, yaşadığı tüm yoğun duyguları anne karnındayken, bilinçaltı kayıt altına alabilir.
Şimdi gelin bazı örneklerle bilinçaltının insanları hayatları boyunca nasıl etkileyebileceğini görelim.
İnsanları yargılar mısınız?
Sık sık eleştirip negatif yönlerini konuşur musunuz?
Kabul etmeniz belki zor olabilir ama tüm yargıladığınız özellikler sizde de var !
Evet doğru okudunuz.
Nefret ettiğiniz veya sinirlendiğiniz kişilerin sevmediğiniz yargıladığınız tüm bu özelliklerini kendi içinizde taşıyorsunuz.
Yapmanız gereken, bu özellikleri tek tek kendi içinizde bulup, bu davranışları sergilerken kendinizi yakalayıp fark etmeniz ve sevgiyle kabul etmeniz.
Bu çalışmayı yapmaz, içinizdeki bu negatif davranış alışkanlıklarınız kabul etmediğiniz takdirde ise, yine aynı insana öfkelenecek ve hayatınız boyunca sinirlenmeye, kızmaya devam edeceksiniz.