"Aşık olamadan, Mozart dinleyemeden..."
Az konuşuyor, ne yapacağız diyerek ve saçımızı başımızı yolarak gittik röportaja. Yoo, bayağı konuşuyor. Belli ki ilk solo albümü "Türk Lokumuyla Tatlı Rüyalar"ın neredeyse yok satması Mazhar Alanson’un keyfini katmerlemiş.
NAZAN ÖZCAN
RADİKAL İki’nin yazarlarından kızınız Eda Alanson’un sorusuyla başlayayım. İki şarkıda neden babam bisiklete takılmış diye merak ediyor. Kerataya bak! Eda’cığım böyle bir hata yapmazdım ama tesadüfen oldu. Ben Amsterdam’daki seyahatimizde Eda’ya kırık bisikletlerin resmini istiyorum dedim. Çok bisiklet ölüsü vardı orada, bırakılmış filan. Bir seri resim çekti bana Eda. Gerçekten iki şarkıda olmuş, gittiğim yerlerde herhalde çok bisiklet vardı. Amsterdam ve Hindistan’da. Bir de Çin’e gitseydim...
Okuyor musunuz kızınızın yazılarını? Bazılarını okuyorum. Eda yazılarını göndermeden "Baba bak," dedi. Ben şöyle düzelt, yap, anlamıyorum filan dedim. Biri geldi bir gün havaalanında "Kızınızın yazılarını çok beğeniyoruz, sanki bizi anlatıyor" dedi. Aaa bizim kız yazı yazıyor ve böyle mi oldu diye düşündüm. Boynuz kulağı geçer. Bir şansı var. Küçüklüğünde bizim kütüphane salona sığmıyordu, onun odasına koymuştuk.
Şimdi albüme geçelim. Beş yıldır üzerinde çalıştığınızı biliyoruz. Niye bu kadar uzun sürdü? İki yıl tembellik, üç yıl çalışma. Tek tek şarkılar üzerine çalıştım. En son bir ay önce hepsini yan yana koydum.
Milliyet Kültür Sanat’ta Naim Dilmener albümün bütünlüğünün olmadığını söylüyor. Acaba üç yıla yayıldığı için mi? Bütünlük derken neyi kastediyor bilmiyorum. Bütünlük derken bütün insanların beyaz gömlekle dolaşmasını ya da bütün arabaların sarı olmasını mı ister? Nasıl insanlar birbirlerinden farklı ise şarkılar da birbirinden farklı olacak. Üstelik ben ayrı türleri deneme merakı olan bir insanım. Yeni şeyler yapmak istiyorum. Sanatçı olarak MFÖ’yle deneyemiyordum, çünkü üç kişinin karar vermesi lazım. Ancak üçümüz birleştiğinde bir tarz oluşuyor ama hazır yalnızken dedim biraz da deneysel bir şeyler yapayım. Deneysel şeyler de değişik renkler elde etmemi sağlıyor. Sanıyorum milletin de ihtiyacı varmış ki çok sevildi. Ben zaten memnun olmadığım bir şeyi çıkartmazdım.
"Psikopat" parçası mesela. Arabesk bir sound’u var. 12 tane kendi tarzımda iş yaptıktan sonra, o şarkı hakkım, kimse de karışamaz. Arabesk hiç de küçümsenecek, ayıplanacak bir şey değil. Üstelik öyle koyu arabesk değil. İçinde hafif mistik bir yan da var. İstediğimi yapabilme özgürlüğünü kullanıyorum. Ama açıkça da söyleyeyim, Hollandalı aranjör bu melodiye altyapı hazırladı, olmadı. Geldik buraya DJ çocuklarla çalıştık, o da olmadı, kesik kaldı ritim. Burhan Bayar’ınki açıkça oldu.
Bazı şarkılarda eletronik tınılar da var ama... Ben çok meraklıyım yeni çıkan aletlere. Bayılıyorum. Öyle 70’lerin sound’unu kullanmak istemiyorum. Eski MFÖ sound’unu da istemiyorum. Sahnede de "Güllerin İçinden"i yeni sound’larla çalmak istiyorum. Bıktım çünkü. Gençler şimdi 70’lerin sound’larına merak salabilir ama benim gibi teknolojinin çok ilkel olduğu bir dönemden gelen biri için, son teknolojideki sesler çıldırtıcı güzel. Ve hepsini de öğrendim. DJ’lerin yaptığı işlere bayılıyorum.
Tarkan’a verdiğiniz "Yandım" da var albümde. Biraz riskli bir iş değil miydi? Ben çekindim önce. Handikaplıydı. Fakat bittiğinde de Universal’den "Beğeniyoruz parçayı, koyun," dediler. Radyolar "Yandım"ı çalmaya başladı. Umulmadık bir biçimde sahibinin sesi dedikleri olay oldu. Ondan da memnunum. Ben Tarkan’ın kasedindeyken bu parçanın güzel olduğunu duyuramadım. Bir sanatçı için en güzel şey yaptığı işi başkalarının görmesi. Hatta paradan önce beğenilsin ister. Sanatçı için alkış iyidir. Netice olarak "Yandım"ın benim yorumumdan, Tarkan’ın söylemesine rağmen, bu kadar beğenilmesine açıkçası çok sevindim. İstemeden bir yarış ortamı gibi oldu, hoşuma gitti. Bunu bilerek yapamazdım.
Cemal Süreya’nın şiirini bestelemek nereden geldi aklınıza? Çok da şiir kitabı alıp karıştırmam, şarkı sözü bakayım diye. Kendim toplarım malzemeyi. Ama yazamadığınız bir dönem bir şairin duygusu size - tesadüfen o da - geçiyor. Bazen müzik geliyor ama söz çıkmıyor o sıra. Herhalde şiir anlatacağım duygularla uyuştu, o yüzden yaptım. Genelde yapmam. Yapmam çünkü, şiiri yazan kişi müziği şiirde bitirir. Mesela Nâzım Hikmet’i bestelemek lüzumsuzdur çünkü içinde müziği var şiirlerin.
Şarkılardan biri "Benim hâlâ umudum var". Hâlâ var mı hakikakten? Her zaman var, umudu kaybetmemek için o şarkıyı yaptım. Umut fakirin ekmeği / ye Memed ye. Umuttan başka bir şeyimiz yok millet olarak. Yoksa zilleri takıp çıkmamız lazım.
Bu iyimserlik Ankara’da yaşamanızla ilgili olabilir mi? İstanbul’dan bile umudum var. Ankaralı olmanın getirileri var tabii. Daha konsantre olmak, daha az medya ve proje ilişkileri, devamlı şunu bunu yapacağız demeden yapıyor olmak. Böyle çok düz bir hayat. İşinizi yapıyorsunuz.
MFÖ aslında İzzet Öz’le başladı kariyerine, 80’lerin ortalarında. İzzet Öz şimdi 30. sanat yılını kutluyor. İzzet Öz ve ben ilk günlerimizde birbirimize çok yardım ettik. İzzet Öz’ün "Heyecanlı" klibini çekiyorduk. Senaryo hazırlamıştı. Askeri rejim var başta, biz orada makyajlar filan yapılmış klip çekiyoruz. Bir albay geldi, "N’apıyorsunuz burda?" dedi. Yazdığımız senaryoyu verdik, bakıp "Aaa" dedi. O andan itibaren İzzet’in de müzik kariyeri başladı, bizim de.
Aslında siz biraz da 68 kuşağının etkileri altında başladınız. Beatles, Rolling Stones. Hatta Express Dergisi "Biz John Lennon’ın işleri gibi şeyler beklerken siz n’aptınız Alanson?" tarzı eleştiriler bile getirmişti. Neden o yolda yürümeyi tercih etmediniz? Beatles çıktığında ortaokuldaydım, çok etkilenmiştim. Saçları öyle yaptık, çektirdik resimleri. Beatles’dan etkilendik ama etkilene etkilene kendimizi bulduk. Niye o dönemin işlerine karışmadım? O dönemin işlerine karışsaydım bugün sizin karşınızda değildim; bu röportaj, CD’ler, MFÖ yoktu. Çünkü ben herhalde en başta telef olanların arasında giderdim, mizaç olarak. Bir jenerasyon boşu boşuna kendini yaktı. Ben o zaman tiyatro bölümündeydim. Mahalle mahalle savaşlar olduğu bir dönem biz de kapanıp "Ele Güne Karşı" şarkılarını yaptık.
Boşu boşuna olur mu? Ciddi bir mücadele vardı. Boşu boşuna değil ama boşu boşuna çok insan gitti. Çok üzülmüşümdür, hem sağdan hem soldan gidenlere. Çok tuhaf bir dönemdi, çok boşu boşuna cezalandırıldı insanlar, boşu boşuna hapishaneler, boşu boşuna ölümler, öldürmeler... Günde 15 - 20 cinayet olan bir dönemde hepsinin bir ailesi olduğunu düşünürsen çok canlar yandı. Demek ki biz bir çeşit çaresizlik içinde kendimizi sanata vermeye çalışmamışız. Mücadeleyi anlamsız bulmak değil. Anlamlı ama o anlama yüklenenler ve ceza ağırdı. Hiçbiri bunu hak etmiyordu. Çocuklar bir âşık olamadan, bir Mozart dinleyemeden gittiler.
"Çekirdek Aile"yi niye bıraktınız? Çok yorucu buldum, inanılmaz bir özveri istiyormuş. Bir gün önceden verilen tekstler, ne oynayacağını bilmemek, bir esaret. Ve kendimi ona tamamen verirsem müziğimi de etkileyecekti. Tabii ki ekonomik durumla ilgili.
Son. Albüm kapağının dizaynı Pet Shop Boy’sun iki yıl önce çıkardığı Nightlife’ınkiyle acayip benzer. Vallahi görmedim. Her şey benim kontrolümden geçiyor ama. Ne Pet Shop Boys’un albümünü gördüm ne de başka bir şey. Dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar aynı şeyleri düşünüyorlar. Hiç öyle bir taklit yapacak halim yok. Tesadüfen olmuş.