13.02.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
Memet Akbaş, Milliyet Blog Yazarı
Evsizlik, pek tavsiye edilen bir şey değildir. Şehir hayatının “doğal” sonucu olan kiracılık, asırlar boyunca bu topraklarda bilinmeyen, arzu edilmeyen bir “hâl” olagelmiştir. Atalardan tevarüs edilen bu hâlet-i ruhiyenin neticesi olsa gerek her Türk ilk fırsatta ev sahibi olmayı hayal eder. Ev-bark sahibi olmak hâla bu toplumun sarsılmaz düsturlarındandır.
“Ev” eski zamanlarda sadece bir “yaşam alanı” değil, kültürel bir mekan olarak da hayatiyetini sürdüren bir organdır. Bazı evler vardır ki buralar Orhan Okay’ın tabiri ile “mektep” vazifesi görmüştür.“Devr-i kadim efendisi” İbnülemin Mahmud Kemal’in Mühürdar Paşa Konağı ve Tevfik Remzi Kazancıgil’in Kazancı yokuşundaki konağı bu mekteplerin yakın tarihteki en önemli temsilcilerindendir.
Zamanın şair, yazar, sanatçı ve bilim adamı taifesi haftanın belirli günlerinde bu kültür merkezlerinde toplanır, sosyal, kültürel ve nadiren de olsa siyasi meseleler üzerine konuşurlardı. Bu mekânlar herkesin giremediği, girmek için bazı özelliklere sahip olması gerektiği yerlerdir. Mesela İbnülemin’in evine girebilmek için şu dört özellikten birine sahip olmanız gerekmektedir: Söz veya saz erbabı olmak, ehibbâ-yı kadîme mensubu olmak veya bu üç gruptan biri tarafından meclis sahibinden “izin” alınarak getirilmiş olmak. Buralarda kalıcı olabilmek için, adab bilmek, tefekkür sahibi olmak, konuşmayı ve en önemlisi yeri geldiğinde susmayı bilmek gerekir.Siz de takdir edersiniz ki Fuad Köprülü, İbnülemin, Mükrimin Halil, Mustafa Şekip, Necip Fazıl, Peyami Safa, Halid Ziya, Mehmed Emin gibi isimlerin bulunduğu bir mekan “ev”den öte bir anlam taşır. Bu mekanları modern anlamda “think-thank” merkezleri gibi çalışan yerler olarak düşünebilirsiniz. Bu gün, kimi vakıf ve derneklerde haftanın belli günlerinde bir araya gelip kurulan sohbet meclislerini bu geleneğin uzantıları olarak sayabiliriz.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın